Bir ilden yetişmiş bir
topluluk, Aliyy-i Ridbari’nin şöyle dediğini hikâye etti:
Bir gün hamama gittim;
hamamda gönül aydınlatan pek güzel bir genç gördüm.
Yanağı, gökteki aya, boyu,
bahçedeki selviye benziyordu.
Saçlarını ayaklarına doğru
salmıştı; yüzünün sevgisiyle bütün bir cihan dirilmişti.
Güneşe benzeyen yüzü, parıl,
parıl parlayınca, gökyüzü bile ona kul (sevgiyle
bağlanmak) olur, çevresinde dönerdi.
Saçlarında yüz binlerce
kıvrım, büklüm vardı; bunların arasına düşen can, yok olur giderdi.
Bela ve himmet (üzüntüler ve çalışmalar) bile iki gözüyle dikkatli
bakan âşık gibi, onun yüzüne gözlerini dikmişti.
Ama gönül, o iki hasta göz
yüzünden bu mihnet (sıkıntı), nerden bitecek, bu
yara nasıl onarılacak.
O gözlerdeki süzgünlük benim
gözlerime değdi de gözlerim süzüldü gitti derdi.
Yüzündeki ayva tüyleri, cana
da ferman yazardı, gönül de elbette fermanını yürütecek; zaten yüzü, gönüldü o
dilberin.
O tüyler, İrem bahçesinin
yeşilliği gibi terü tazeydi; dudağı da yüzü gibi kırmızıydı.
Dişleri, öylesine incilerdi
ki Hind denizinden çıkan inciler, onlara karşı değersizdi.
O gümüş bedenli, güzelliğiyle
salına, salına hamama gitmiş, güzelliğiyle övülüp ululanarak oturmuştu.
Bir sofi de, o gence gözünü
dikmiş, hizmete amade (hazırlanmış), ayakta
duruyordu.
Kimi zaman başına su
döküyordu; kimi zaman bir şerbet vererek hararetini gidermeye çalışıyordu.
Kimi elini ovuyor, kimi
ayağına taşla arıtmaya uğraşıyordu.
O gümüş bedenli şuh arınıp
temizlenerek bir güneş gibi hamamdan çıktı.
O sofi, koşup koltuğuna
girdi; çıkarıp oturttu; kurulanması için havlu getirdi.
Onu ağırlayıp ayağının altına
bir güzel yaygı yaydı.
Sonra elbisesini getirdi;
sundu; buhurdana güzel kokular attı.
Gülsuyu getirip yüzüne
serpti; saçlarının büklümlerini amberle (güzel kokuyla)
ovaladı.
Hemencecik yelpaze getirip o
güller saçan güzele yellemeye koyuldu.
Her solukta o güzele daha
fazla hizmet ediyordu ama o güzel, bunlara hiç önem vermiyordu.
Sofi ağzını açtı da ey ay
yüzlü, bu yol yitirmiş sofi’den ne istersin?
Ne yapayım ki beğenesin; ne
zamana dek beni horlayacaksın? Söyle;
Nazlanıyor, bana hiç
bakmıyorsun; bu yoksul, bu aciz ne yapsın sana karşı? Buyur dedi.
Genç, sofinin bu sözünü
duyunca nazla, şiveyle (eda), öl de kurtul dedi.
Sofi, o ay yüzlünün bu sözünü
duyunca bir AH etti; hemencecik düşüp ölüverdi.
Aşkın fazlalığı yüzünden
öylesine öldü ki sanki hiç dünyaya gelmemişti dersin.
***
A yoksul, sen de bu çeşit
hareket edemezsen oraya nasıl varabilirsin?Sen de böylesine ölürsen kurtulursun; yoksa kıyamete dek ayağın bağlı kalakalırsın.
***
Ebu Ali onu kefenledi, gömdü;
oradan çekilip işine gitti.Ebu Ali, bir gün hoş bir halde, çölde ateş gibi yalnız başına koşup giderken.
Yüzü safran gibi sararmış,
hali değişmiş, yüreği kan kesilmiş, hırkaya bürünmüş bir delikanlı gördü.
Delikanlı, şeyhin yanına
geldi de, KİBRİM le o adamın ölümüne sebep olan
gencim ben dedi.
Öyle kuvvetli bir eri
öldürdüm de kötü huyum yüzünden bu hale geldim.
Tanrı’ya ahdettim; onun için
her yıl bir kere haccetmedeyim.
Onun için yaya hacca
gidiyorum; sonra da mezarının başına varıyorum.
Ne yazık….
Kendimi güçlü kuvvetli bir er
sanmıştım; onun olgunluğunu görmemiştim; kördüm.
Şimdi her solukta o dertle
acılara girmedeyim; gece gündüz o zata yaptığımdan dolayı acılar çekmedeyim.
***
Sen de bu derdin bir zerresi
varsa aşk oyununa böyle girişmen gerek.Ne diyeyim, bilmem ki sen nasıl bir savaş erisin?
Âşıklıkta ne kadınsın sen, ne
erkek.
Bu toplulukta gönlü yanarak
mum gibi eriyip sönmekten, ölüp gitmekten başka çare yok.
Kendi varlığından
geçmen gerek; aşkla esenlik (Sağlık, afiyet) bir araya gelemez.
ŞARK İSLAM KLASİKLERİ
*
Yaren,Can ile sevmek ulu kimselerin sevgisidir.
Tertemiz bir sevgidir.
Cinsellikten uzak bir sevgidir.
Ulu kimse âşık olduğunda
Tanrı’nın sanatının güzelliğini onda gördüğünden candan sever ve canını onun
isteğine verir.
Yani kendini yok
eder, âşık olduğunda var olur.
Eğer sen sevilen ve âşık
olunan biriysen sakın büyüklük taslama, sevene
yüksekten bakma.
Allah’ın sanatı sende tecelli
etmiştir ama ancak o güzelliği gören göz sana âşık olur.
Yaratılandaki güzellik
ödünçtür.
Bir vakit sonra geri alınır.
Âşık o güzelliği yolun
başlangıcı sayar da o yoldan, o güzelliği yaratana yol bulur.
*
RAVLİ