21 Haziran 2013 Cuma

TANRI SANATINI GÖREN GÖZE SAHİP OLAN ÂŞIK OLUR

Şeyh Aliyy-i Rüdbari 203

Bir ilden yetişmiş bir topluluk, Aliyy-i Ridbari’nin şöyle dediğini hikâye etti:

Bir gün hamama gittim; hamamda gönül aydınlatan pek güzel bir genç gördüm.

Yanağı, gökteki aya, boyu, bahçedeki selviye benziyordu.
Saçlarını ayaklarına doğru salmıştı; yüzünün sevgisiyle bütün bir cihan dirilmişti.

Güneşe benzeyen yüzü, parıl, parıl parlayınca, gökyüzü bile ona kul (sevgiyle bağlanmak) olur, çevresinde dönerdi.

Saçlarında yüz binlerce kıvrım, büklüm vardı; bunların arasına düşen can, yok olur giderdi.

Bela ve himmet (üzüntüler ve çalışmalar) bile iki gözüyle dikkatli bakan âşık gibi, onun yüzüne gözlerini dikmişti.

Ama gönül, o iki hasta göz yüzünden bu mihnet (sıkıntı), nerden bitecek, bu yara nasıl onarılacak.

O gözlerdeki süzgünlük benim gözlerime değdi de gözlerim süzüldü gitti derdi.

Yüzündeki ayva tüyleri, cana da ferman yazardı, gönül de elbette fermanını yürütecek; zaten yüzü, gönüldü o dilberin.

O tüyler, İrem bahçesinin yeşilliği gibi terü tazeydi; dudağı da yüzü gibi kırmızıydı.

Dişleri, öylesine incilerdi ki Hind denizinden çıkan inciler, onlara karşı değersizdi.

O gümüş bedenli, güzelliğiyle salına, salına hamama gitmiş, güzelliğiyle övülüp ululanarak oturmuştu.

Bir sofi de, o gence gözünü dikmiş, hizmete amade (hazırlanmış), ayakta duruyordu.

Kimi zaman başına su döküyordu; kimi zaman bir şerbet vererek hararetini gidermeye çalışıyordu.

Kimi elini ovuyor, kimi ayağına taşla arıtmaya uğraşıyordu.
O gümüş bedenli şuh arınıp temizlenerek bir güneş gibi hamamdan çıktı.

O sofi, koşup koltuğuna girdi; çıkarıp oturttu; kurulanması için havlu getirdi.

Onu ağırlayıp ayağının altına bir güzel yaygı yaydı.
Sonra elbisesini getirdi; sundu; buhurdana güzel kokular attı.

Gülsuyu getirip yüzüne serpti; saçlarının büklümlerini amberle (güzel kokuyla) ovaladı.

Hemencecik yelpaze getirip o güller saçan güzele yellemeye koyuldu.
Her solukta o güzele daha fazla hizmet ediyordu ama o güzel, bunlara hiç önem vermiyordu.

Sofi ağzını açtı da ey ay yüzlü, bu yol yitirmiş sofi’den ne istersin?
Ne yapayım ki beğenesin; ne zamana dek beni horlayacaksın? Söyle;

Nazlanıyor, bana hiç bakmıyorsun; bu yoksul, bu aciz ne yapsın sana karşı? Buyur dedi.

Genç, sofinin bu sözünü duyunca nazla, şiveyle (eda), öl de kurtul dedi.

Sofi, o ay yüzlünün bu sözünü duyunca bir AH etti; hemencecik düşüp ölüverdi.

Aşkın fazlalığı yüzünden öylesine öldü ki sanki hiç dünyaya gelmemişti dersin.

                                         ***
A yoksul, sen de bu çeşit hareket edemezsen oraya nasıl varabilirsin?
Sen de böylesine ölürsen kurtulursun; yoksa kıyamete dek ayağın bağlı kalakalırsın.

                                          ***
Ebu Ali onu kefenledi, gömdü; oradan çekilip işine gitti.
Ebu Ali, bir gün hoş bir halde, çölde ateş gibi yalnız başına koşup giderken.

Yüzü safran gibi sararmış, hali değişmiş, yüreği kan kesilmiş, hırkaya bürünmüş bir delikanlı gördü.

Delikanlı, şeyhin yanına geldi de, KİBRİM le o adamın ölümüne sebep olan gencim ben dedi.

Öyle kuvvetli bir eri öldürdüm de kötü huyum yüzünden bu hale geldim.
Tanrı’ya ahdettim; onun için her yıl bir kere haccetmedeyim.

Onun için yaya hacca gidiyorum; sonra da mezarının başına varıyorum.

Ne yazık….
Kendimi güçlü kuvvetli bir er sanmıştım; onun olgunluğunu görmemiştim; kördüm.

Şimdi her solukta o dertle acılara girmedeyim; gece gündüz o zata yaptığımdan dolayı acılar çekmedeyim.

                                         ***
Sen de bu derdin bir zerresi varsa aşk oyununa böyle girişmen gerek.
Ne diyeyim, bilmem ki sen nasıl bir savaş erisin?

Âşıklıkta ne kadınsın sen, ne erkek.

Bu toplulukta gönlü yanarak mum gibi eriyip sönmekten, ölüp gitmekten başka çare yok.

Kendi varlığından geçmen gerek; aşkla esenlik (Sağlık, afiyet) bir araya gelemez.

                                     ***          
İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ ATTAR M.E. B.                              
             ŞARK İSLAM KLASİKLERİ                                                

                                       *
Yaren,
Can ile sevmek ulu kimselerin sevgisidir.
Tertemiz bir sevgidir.
Cinsellikten uzak bir sevgidir.

Ulu kimse âşık olduğunda Tanrı’nın sanatının güzelliğini onda gördüğünden candan sever ve canını onun isteğine verir.

Yani kendini yok eder, âşık olduğunda var olur.

Eğer sen sevilen ve âşık olunan biriysen sakın büyüklük taslama, sevene yüksekten bakma.

Allah’ın sanatı sende tecelli etmiştir ama ancak o güzelliği gören göz sana âşık olur.

Yaratılandaki güzellik ödünçtür.
Bir vakit sonra geri alınır.

Âşık o güzelliği yolun başlangıcı sayar da o yoldan, o güzelliği yaratana yol bulur.

                                                  *
RAVLİ

Popüler Yayınlar