Kâtip Mehisti, o mayası temiz
kadın, Sultan Sencer’in yakınlarındandı.
Ay gibi bir yüzü yoktu ama
padişah, onu yanından ayırmazdı.
Padişah bir gece Radegan (Yer ismi) çadırındaydı.
Mehisti de, padişahlar
padişahı Sencer’in huzurundaydı.
Gecenin bir kısmı geçince
Sultan Sencer, uyumak üzere yatağının bulunduğu yere gitti.
Mehisti de huzurundan çıkarak
kendi çadırına girdi.
Sencer’e sakilik eden bir köle
vardı ki güzellikte hiçbir kusuru yoktu.
Güzelliği alımına eşti.
Padişah, güzelliğinden de
murat alırdı, alımından da.
Yüzlerce gönülle ona
vurulmuş, deli divane olmuştu.
Fakat o ay yüzlü güzel de
Mehisti’ye meftundu (gönül vermiş).
Padişah uykudan uyandı; onu
aradı; yanında olmadığını görünce o yakut dudaklının canına kastederek.
O gece yarısında sırtına
yağmurluğunu attı.
Kinle, hiddetle Hint kılıcını
kuşandı.
Öbür çadıra vardı.
Bir de gördü ki Mehisti, o ay
yüzlü dilberle orada.
Sakiyi (İçki sunan, sarhoşluk veren güzel) kucaklamış; gönlünü
o ay yüzlüye vermiş.
Aşkıyla ağlayıp inleyerek rud
(Kemençe) çalmada; güzel, güzel şu nağmeyle şu
sözleri söylemede:
‘’Bu gece iplik eğirenlerin
iğlerindeki iplik gerekse bana, çayır çimen kıyısında seni alırım kucağıma;
âşık ipliğini sana sararım.’’
Sencer, hali anlayınca bu
beyti hemen ezberledi.
Kendi kendine, bu gece dedi,
öfkeyle, belimde Hint kılıcı olduğu halde çadıra girersem.
İkisinin de ödü kopar; bu iki
çaresizin de kanına girmiş olurum.
Biraz tereddütten sonra
çadıra girmekten vazgeçti, kendi çadırına döndü.
Sabah olunca padişah, dünyayı
bezeyen bir meclis kurdu.
Mehisti, padişahın huzurunda çeng çalmada,
yüce sesle bir şarkı okumadaydı.
Saki de elinde kadeh, gözleri
yerde, huzurda ayakta duruyordu.
Padişah o gece Mehisti’den
duyduğu beyti hatırında tutmuştu. Bilmezlikten gelerek o beyti söylemesini
istedi.
Mehisti, padişahtan o beyti
duyunca kucağından çeng düştü.
Bütün azası yaprak gibi
titremeye başladı; aklı başından gitti; öylece tuzağa düştü kaldı.
Padişah başucuna gelip eliyle
yüzüne gül suyu serpti.
Mehisti, kendine gelince
Sencer’in korkusundan, evvelki gibi tekrar düşüp bayıldı.
Gene kendine geldi; geldi ama
aklı başında değildi adeta.
Padişah, benden korkuyorsan a
kendisine, kendi canına düşman olan dedi; emin ol canını bağışladım.
Mehisti ben bundan
korkmuyorum dedi; fakat bu beyit, bir gece benim dersimdi.
Bütün gece dersimi
tekrarlayıp durdum; gâh ikrar ettim, gâh inkâr.
O geceden bir belirti
seziyorum da cihan başıma daralıyor.
Anlaşılıyor ki o gece, ben o
haldeyken senin haberin vardı; gizlice beni gözetliyordun.
İster bağışla beni ister kov.
Gönlün razı olmaz; bilirim,
gene beni çağırır, affedersin.
Ama beni bağışlamaz da
öldürürsen, varlıktan kurtulur giderim.
Ancak bu kadar korkmam
şundan:
Dünyaya rızık veren
padişah, Tanrı her an benimle beraberken,
bir bak, ben her solukta nasıl bir iş peşindeyim.
Tanrı tutar da yüz yıllık sırrımı yüzüme vurursa o zaman ben ne derim, ne
ederim?
***
Tanrı, seni gece gündüz görüp
duruyor ya; sen de muma dön; güzelce bir gül, yan yakıl.
Bir anın bile, ona gönülden
şükretmeden geçmesin; onu anmaksızın, gafletle bir nefes bile alma.
Şükredersen dilediğini bulur,
Tanrı cömertliğinden, dilediğin şeyi elde edersin.
***
İlahiname Ferideddin-i Attar
M.E. B. Şark-İslam klasikleri
*
Şükür, yapılan iyiliğin kuvvetini ve kıymetini bilip
beğenildiğini dile getirmek, iyilik edeni övmek, demektir.
Nimeti, bilmek, sevinç
duymak; gerekeni dil, beden ve kalp ile yapmaktır.
Esas şükür verilen
nimetlerin yerli ve yerince kullanmaktır.
Şükür nimetin
artmasına sebep olur.
(İbrahim, 14/7)
İnsanlara teşekkür
etmeyen Allah’a da şükretmemiş olur.
(Ebu
Davut, edep)
*
RAVLİ