Böyle nakledilmiştir ki
ümmetin bir bölüğü, rahmetten nasip alamaz.
Onları Şimdicek kanlara bulanmış
bir halde cehenneme götürün denir.
Sonunda cehennemin kıyısında,
pek çok değil, azıcık bir zaman mühlet isterler.
Apaçık olarak Tanrı’dan biraz
geri kalmalarında bir beis (zarar-ziyan) yok
diye hitap gelir;
Bu sebebe dayanmaksızın
lütfümüzle bu halka bin yıl mühlet verdik denir.
Derler ki, o ciğerleri
yananlar bu müddet içinde gece gündüz ağlarlar.
Bin yıl sona erince bir kere
daha Tanrı’dan mühlet isterler.
İkinci defa olarak Tanrı’dan
mühlet alırlar da dertlerine kan ağlarlar.
Hâsılı üç bin yıl boyunca
ağlarlar; kan yaş saçarlar.
Bir soluk bile yoksul topluma
hiçbir kimse, neden bu kadar zamandır ağlıyorsunuz demez.
Bir büyük kişi, yüzlerce
perperişan can, benim canım gibi onların gözyaşlarına feda olsun dedi.
Çünkü onların gönüllerinde,
derman olmayan Tanrı derdinden başka bir dert yok.
Onun bir derdi bile sana,
yüzlerce candan daha yeğdir; çünkü onun derdi, birçok dermandan daha üstündür,
daha iyidir.
Sana Ebu-Ubeyd’e bile cerrah
olsa gönlündeki yara onulmaz.
Kendini baş aşağı ayağına at
da belki sevgili seni topraktan kurtarır.
Onun ayağına
kapanmaktan başını esirgemezsen (secde), onun gönüller avlayan kemendini elde
edersin.
***
İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ
ATTAR M.E. B.
ŞARK İSLAM KLASİKLERİ
*
Yaren,
Tek derdin olsun, O da Allah
olsun.
Yaşamında problemler,
engeller, sıkıntılar, yani sayısız uğraşılar olacaktır.
Bu dünya yaşamının gereğidir.
Bu uğraşıları elbette olacak
ve sen çözeceksin.
Ama sanki çözümü yokmuş gibi
sinirlenir sıkıntıya girersen dert etmek olur.
Belirsizlikler içinde ve
moral bozukluğu ile bulanık bir hale gelirsin ki yanlıştır.
Boş durumda isen içinde
birikmiş binlerce dert sana hücum eder. Bunalırsın.
Önerilen Tanrı derdiyle
dertlenmen, yani ona ulaşmak için yol araman ve gitmeye çalışmandır.
Sen Tanrı’yı kendine dert
edersen başka hiçbir dert öne ve üste asla çıkamaz, sakin bir hayat yaşarsın.
*
RAVLİ
Ebu Ubeyde, züht ve takvâ
sahibi, "ümmetin emîni", cesur, savaşçı, adaletle hükmeden, itaatkâr
bir sahâbîdir.
Diğer birçok sahâbî gibi o
da, fütuhat sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat
sürdü.
Hz. Ömer onun odasının
eşyasız bir keçe, bir kırba, birkaç lokma yiyecekten ibaret olduğunu görünce
ağlamış ve, "Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni
değiştiremedi" demiştir.
Yine Ömer, "Allah'a hamdolsun, müslümanlar içinde böyle insanlar var..."
diye onu övmüştür.
Ebû Ubeyde, bir müslümanın
kendisine iltica eden birini himaye edebileceğini söylemiştir (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, I, 195). Aşere-i Mübeşşere* denilen, cennetle müjdelenmiş on kişiden
biri olan Ebû Ubeyde, Rasûlullah ile devamlı birlikte olduğu halde ondan çok az
hadis rivâyet etmiştir.
Orta boylu, zayıf, güzel yüzlü, zekî, merhametli diye anılan bu sahâbî, Şam emiri iken, bütün Şam halkı onun âdil bir yönetici olduğunda ittifak etmiştir.
Onun az hadis rivâyet etmesi,
tıpkı Ebû Bekir, Zübeyr b. el-Avvâm, Abbâs b. Abdülmuttalib gibi birçok büyük
sahâbî -Mukillin- gibi, Rasûlullah'ın mâiyetinde bulunmalarına ve onun
vefâtından sonra yaşamalarına rağmen, hadis rivâyeti hususunda çok titiz, bunun
büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde olduğundan kaynaklanıyordu.
Ebu Ubeyde Rasûlullah'tan
ondört hadis rivâyet etmiştir (Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime,
1, 60). Bu Mukillin ashâb, sünnetin birer uygulayıcısı, canlı birer numûnesi
olduklarından, sünneti yaşamaya daha ziyade önem vermişler, sünneti
"anlatma"yı ise başka sahâbîlere bırakmışlârdır.