13 Haziran 2013 Perşembe

SONU İYİ OLMAYANI İSTEME

Hârûnürreşid’in oğlu 180

Zübeyde’nin, Harun’dan bir oğlu vardı.
Halvet âleminde (Yalnızlık) dünyadan haberi bile yoktu.

Anası onu saraydan dışarı çıkarmaz; perde ardında can gibi besler, yetiştirirdi.

Kıyasa gelmez aklı kuvvet bulup hikmet bilen gönlü coşunca

Anasına dedi ki:
Dünya bu saraydan mı ibarettir, yoksa buradan dışarıda birçok yerler var mı?

Buradan başka bir yer varsa söyle de çıkıp göreyim.
Anasının gönlü burkuldu; pek acıdı ona.

Dedi ki:
Ey saygıdeğer, iyi bahtlı çocuğum.
Şimdi seni saraydan dışarı yollayayım, yazıya (düzlük) ovaya göndereyim.

Ona bir mısır eşeği hazırlattı.
Bir köleyle iki hizmetçi istedi.

Dünyayı seyretsin, gönlü açılsın diye yolladı.
O eşiz çocuk dünyayı görmemişti; dünyadaki düzene şaşırdı kaldı.

Enkaza (gerçekten) yolda bir tabut gördü; bir bölük halk tabutu götürmekteydi.

Hepsi ağlayıp inliyordu; hepsinin ciğeri kan kesilmişti.
Çocuk o anda hizmetçiye, bütün halk mutlaka ölecek mi diye sordu.

Hizmetçi canı olan herkesin ölümden kurtulmasına imkân yok.
Ölüme karşı üstün, ileri yahut aşağılık kişi yoktur.

Hiç kimse ondan halas (Kurtulmuş) olamaz dedi.
Çocuk, önümde uğrayacağım böyle bir şey varken ne diye canım titremez, korkmaz?

Taş bile ölümden muma dönecek; şu halde bu hali hemen anlamak gerek dedi.

Ölüm aslanı, onun için pusu kurmuştu; işte çocuğun seyri seyranı (yürüyüşünde görünenler) böyleydi.

Geceleyin anasının yanına gelince, anası sevindi, neşelendi.
Fakat çocuk bütün gece ölümün heybetinden, dalı kırılmış yaprak gibi titreyip durdu.

Seher çağı şehirden kaçtı; kahrın heybetiyle lütfü terk etti (korku egemen oldu).

Harun onu boyuna arayıp taramadaydı.
Fakat kimse, ondan bir nam u nişan (ipucu) bulamıyordu.

Gönül ehli er dedi ki:
Bir zaman evimde kerpiç döktürecektim.

Evden çıktım pazara gittim; iş gördürmek için amele aradım.
Zayıf, benzi sararmış bir genç gördüm; adeta baştan ayağa dek derdin ta kendisiydi.

Önüne bir kazmayla bir zembil (torba) koymuş, dalmış girmişti.
Ne kendisinden tam geçmişti, ne kendisindeydi sanki.

Kerpiç dökebilir misin dedim.
Dökerim dedi; dedi ama bu sözü gönül isteği ile söylemedi.

Ona, bana dedim, sen lazımsın kalk.
O riyazet ehli (Açlıkla nefsine hâkim olmuş) dedi ki:

Ben yalnız cumartesi günleri iş görürüm; istersen o gün işlerim, yoksa işlemem.

Cumartesi iş işlediğinden ‘’sebti’’ (Cumartesi) diye tanınmıştı.
Hâsılı onu alıp eve götürdüm.

O eşiz er, bana iki adamın işlediği işi gördü.
Ertesi hafta gene çarşıya çıktım.

Onu her yerde aradım durdum.
Bana, o divane, falan viranededir dediler.
Oraya gittim.

Bir de baktım ki o yıkık yerde, bütün dünyaya yabancı.
Ağlayıp inlemede.

Zayıflamış, ölümcül olmuş.
Mademki hastasın, halsizsin dedim; seni tedavi edeyim.

Gel, bugün bizim eve gidelim; görüyorum ki sana kimsenin yüreği yanmıyor.

Bir türlü gelmiyor, sözümü dinlemiyordu.
Nihayet gönlünü yaptım.

Bir binek istedi.
Getirdim, bindirip eve götürdüm.

Odama gelince öyle bir hale düştü ki o halden daha bitkin bir hal olamaz.
Bedeninde bir dünya dolusu dert vardı.

Derken ölüm emareleri belirdi.
Bana, dostum dedi; üç hacetim (isteğim) var.

Ruhum şimdi bedenimden çıkacak.
Ne hacetin varsa dile ey Tanrı sırrının mahremi (gizli sırra sahip) dedim.

Dedi ki:
Ruhum çıkıp şu zindandaki kuyudan kurtulunca.
Boynuma bir ip tak; yüzükoyun çevir beni; çarşıya çek, yüzüstü sürükle.

Sürüklerken de, bu iş din ehlinin işidir; Tanrı’ya isyan edenin cezası budur;
 Tanrı’ya isyan eden kişi hem böyle baş aşağı düşer; hem böyle hor olur diye bağır.

İkinci vasiyetim şu:
Temiz bir kilimim var; onu kefen et, ona sarıp göm beni.

Çünkü bu kilim üstünde çok ibadet ettim.
Belki toprakta da bu yüzden muradıma ererim.

Üçüncüsü, şu Mushafı (küçük kitap haline getirilmiş Kur’an) al.
Bu, Abbas oğlu Abdullah’ın el yazısıdır.

Harun bunu boynuna takar, başkalarına hiç göstermezdi.
Bu mushafı Bağdat’a götür, Harun’a teslim et.

Bu mushafı bana veren, sana selam söyledi; dedi ki de, sözüme kulak as da benim gibi gaflet içinde ölme.

Ben gaflet ve zan içinde öldüm; hayat nedir, görmedim; murdar bir halde can verdim.

Anama söyle, hiçbir yerde beni duadan unutmasın.
Bu sözleri söyledi; bir ah edip can verdi.

Tanrı bağışlasın, can da böyle verilir işte.
Kendi kendime bir ip bulmalı da dedim, vasiyetini yerine getirmeli.

İpi boynuna bağladım.
Yüz üstü zilletle sürümeye başladım.

Birden bir hatif (Allah’ın sözünü söyleyen melek) seslendi:
Ey tam bilgisizlik yüzünden yoldan çıkmış kişi,

Utanmaz mısın da bilgisizliğinden dostlarımıza karşı böyle hareket edersin?
Feleğin bile çember gibi ona karşı boyun eğdiği bir erin boynuna ip bağlama.

Bu yolun gamıyla ölen bir şehitten ne istersin?
Gam yeme, onu biz yarlıgadık (günahlarını affettik).

Ben bu yüce sesi duyunca heybetinden iki elim yanlarıma düştü.
Kendi kendime a gafil dedim, sakın.
İple oynamanın yeri değil, kalk.

Kalkıp dostlarımı çağırdım.
O yoksulun ahvalini söyledim.

Hepsi toplanıp temiz bir yürekle o kilimi kefen yaptılar; o eri mezara koyduk.

Gencin defin işi tamam olunca mushafı alıp yola düştüm.
Seher çağı Harun’un sarayının kapısında durup bekledim.
Harun yoldan görününce,

Mushafı gösterdim.
Sevinerek aldı.
Kim verdi bu mushafı sana dedi.

Genç, zayıf, benzi sapsarı bir işçi verdi dedim.
Ben işçi der demez gözlerinden sel gibi yaşlar boşaldı Harun’un.

Bir hayli ağladı, aklı başından gitti.
O coşkunluğu biraz yatışınca,

Nerde o hür selvi dedi.
Padişah sağ olsun dedim.

Bu sözü duyunca coştu, köpürdü.
O aklı başında, bilgili padişahın aklı gitti.

Kimsenin aklına, hayaline gelmeyecek bir şekilde ağladı, feryat etti.
Ahı göklere varıyordu.

Askerleri, her yandan ona bakmaktaydı.
Sonra, can verirken benim için sana ne dedi diye sordu.

Dedim ki:
O anda bana, müminler beyine tarafımdan söyle dedi.
Bu padişahlığa sakın mağrur olma; bu yoksul işçinin sözünü dinle.
Öğüdünü tutmaya çalış da pislik saltanatının içinde ölme.

Murdar (kirli-pis) ölürsen ey eşsiz er, ebedi olarak murdarlık âleminde kalırsın.

Niceye bir dünyaya müptela (tiryaki) olacaksın?
Din peşinden git de bahtiyar ol.

Çünkü dünya, canına perdedir (Gerçeği görmeye engel olan); fakat din, imanın mumudur ışığıdır.
Bütün dünya saltanatına sahip olsan, öldün mü hepsi üstüne yığılır.

Naz u naimle (bolluk ve refah) yetişmiş bir adamsın, halkın hamallığını huy edinme; vazgeç.

Bunu söyledim, geçip gittin ben, böyle bir anda bu çeşit bir öğüdü tutmaz mısın sen?

Harun bu sözleri dinlerken derdi başından aşıyor, her an tazeleniyordu.
Şaşkınlığından her an bir başka şekle giriyordu.

Nihayet onu kendisiyle sarayına götürdü.
Derviş perdenin önüne oturdu.

Zübeyde o perdenin ardına geldi.
Derviş vakayı tekrar anlatmaya başladı.

Derviş der ki:
Onu yere atıp sürümeye başladığıma gelince
Perdenin ardından bir feryattır koptu.

Kadınlar da deniz gibi bir coşkunluktur, başladı.
Zübeyde, feryat senin elinden dedi; Tanrı senden öcünü alsın.

Ciğerparemi zillet içinde yüzüstü sürümekten çekinmedin mi?

Halife oğlunu tanımadın mı ki boynuna ip bağladın sen?
Yazıklar olsun ey garibim, ey civanım; eyvahlar olsun gözümün nuru, canımın ışığı.

Yel gibi birden esip gittin; ananın canını ateşler içinde bıraktın.
Eyvah ey latif, ey nazlı oğlum; bir define gibi yerler altına girdin.

Ne söyleyeyim?
Hâsılı mezarını göstermemi istedi.

Gösterdim; süslü, püslü bir türbe yaptırdı.
Haber Verene de birçok altınlar verdi.

Fakat Harun, karısından daha fazla ihsanda bulundu.
Haber veren de zengin oldu.

Bu hikâye bitti işte; başka bildiğin varsa söyle.

                                       ***
Sonunda muratsızlıkla başına bela kesilecek saltanatı ne diye istersin; ne yapacaksın bu saltanatı?

Âlem padişahlığını yurt edinsen sonunda ağlayıp inleyerek o yurtta mat (Yenik düşeceksin) olacaksın.

Muradına ermeden kalkıp göçeceğin kulübede ne diye yayılıp, oturuyorsun?
Sonunda gamıyla seni alçaltacak sevgiliyi boyuna ne diye istersin?

Bir arpa kadarını bile yiyemeyeceğin malı yüzlerce zahmetle ne diye toplarsın?

Saltanata düşmansan babası ol, saltanatta Harun’san oğluna benze.
O oğlun ahvalini söyledim, şimdi de babasını anlatayım sana.

                                           ***
İlahiname Ferideddin-i Attar M.E. B. Şark-İslam klasikleri   

                                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar