Tuz satmayı iş edinmiş
perişan bir genç vardı.
Şehrin çevresinde dönüp
dolaşır, her sokakta durup bağırır, tuz satardı.
Bir gün gönüller alan Ayaz’ı
gördü; aşkının ateşiyle tepeden tırnağa dek yandı.
Onun aşkıyla dünya, gözünde
karardı ama kendisi de o ayın nuruyla aydınlandı.
Gönül, onun derdiyle yüz kere
kan kesildikçe dünya, ay yüzünden nasıl olur da kararır?
O genç, bir sarhoş gibi
kanlarla dolu bir gönülle gece gündüz padişahın sarayının kapısında oturur.
Topraklara döşenir; tuz
kabını da önüne kordu.
O ay yüzlünün aşkında
olgundu; tuzsuz, çiy değildi. O düşkünün yüzünden yollara da bir coşkunluktur, düşmüştü.
Gâh zayıf bir sesle iniler,
seslenir; gâh ateş gibi kararsızlıklar gösterirdi.
Gümüş bedenli Ayaz geçerken
gözyaşları, başından aşardı.
Düşer, yerlere döşenir, aklı
başından gider, baygınlıklar geçirir, bedeninden ruhu uçardı sanki.
O yolunu yitirmiş şaşkının
aşkını, aşkla yanışını Sultan Mahmut’a bildirdiler.
Sultan Mahmut, bir müddet
başını öne eğdi; gâh inlemekteydi, gâh ödağacı gibi yanmakta.
Kendi kendine, aşkta da
ortaklık iyi bir şey değil, malda da, onun haddi değil bu diyordu.
Hâsılı onu huzuruna çağırdı.
O yoksul da tuz tablası
başında, huzura geldi.
Sultan Mahmut ağzını açıp dedi
ki:
A yoksul, benden şu sözü
dinle.
Ya o güzelin aşkından
vazgeçtiğini huzurumda ikrar et yahut da canından vazgeçtiğini söyle.
Âşık, padişahım sen taht
üstündesin; bense ayakta durmaktayım.
Ayaz’ın ebedi olarak senin;
benim ondan ele geçirebileceğim şey, masaldan, hülyadan ibaret.
Yücelik de senin, padişahlık
da.
Devletle oturmuşsun;
dilediğin huzuruna gelmekte.
O güzel seninken ben ne arayayım.
O seninleyken ben, kimden
vazgeçtiğimi söyleyeyim.
Ancak onun aşkı, ebedi olarak
bende; canımda boyuna alevlenip duruyor.
Bir soluk olsun, aşkından
hali kalırsam kurban olmaktan başka hiçbir şeye yaramam; benim mezhebim bu
işte.
Onun aşkı, her gün beni
yüzlerce yola sürükleyip götürürken padişah beni öldürse de ölümden korkum yok.
Çünkü âşık, can korkusundan titremez.
Can, aşıkın gözüne bir arpa
kadar bile görünmez.
Padişah, a baştan aşağıya dek
ayıptan, kusurdan ibaret kişi dedi; sen benimle nasıl oluyor da aynı ayarda
olduğunu sanıyorsun?
Sen aşk oyununa, iyi bir
surette girişemezsin; hangi sermayeyle bu aşk oyununa girmeye kalkıyorsun?
Yoksul dedi ki:
Bu sermayeden, sende zerre
kadar bir şey bile yok; ama bende hepsi var.
Sen padişahlığın bütün
levazımına sahipsin; fakat ne kadar mümkünse o kadar tuzsuzsun.
Benim aşkım tuzlu, olgun; sen
bu tuzsuz aşkla niceye bir övüneceksin?
Malın var, mülkün var,
altının var, gücün kuvvetin var. Fakat benim gibi kaynayıp coşuyorsan tuz lazım sana.
Padişah, âşık dedi; aşığa
nişan (Görünen şekil), davaya burhan (Açıklık, delil, şahit, ispat) gerek. Delilin nedir,
söyle; ben seni bu aşkta layık görmüyorum.
Yoksul, delilimi söyleyeyim;
âşıksam hiçbir korkum yoktur zaten.
Sen saltanattan baş
çekmemekte, aşka düşüp padişahlıktan vazgeçmemektesin.
Bense, senin Ayaz’ının
aşkıyla bir an bile dünya sevdasına kapılmamaktayım.
Onun yüzünden iki dünyaya da
metelik vermiyorum; sense yüz binlerce renge boyanıyor, ona sadakat
gösteremiyorsun.
Şimdi bir kendine bak, bir
benim aşkıma; sonra bu yoksulla arandaki farkı gör dedi.
Padişah, a zalim yoksul dedi;
onun neresini seviyorsun?
Yoksul, benim dedi, o güzelin
aşkını hatırlatmama bile imkân yok.
Hiçbir yerine sevmeme
kudretim yok ki o güzelin orasıyla aşk oyununa girişeyim.
Onun bir tel saçını görsem,
bedenimdeki her kıldan ateş fışkırır.
Onun hiçbir yerini görmeye
takatim yokken baştan ayağa dek ne yapabilirim onunla dedi.
Padişah peki dedi, mademki
baştan ayağa dek hiçbir yerine âşık değilsin;
Neden onun sevgisiyle
kararsız bir hale geldin? Bu sevgi nerden ve nasıl meydana geldi? Söyle.
Yoksul dedi ki:
Canım coşup durmada; sense
onun kulağındaki inciden bile ne hale geldiğimi bilmiyor musun?
Kulağındaki küpe bir görünse
ben, o küpeyi, canımı verip almak isterim.
O güzelin aşkının havasına
kapılacak adam değilim; kulağının küpesi bile yeter bana.
Padişah, bu inciden bir
belirti gören, bu belirtiyi beden denizinden mi elde etti demektir, can
denizinden mi diye sordu.
Yoksul dedi ki:
Ey cihana sahip olan
padişahım, böyle bir inci, onun aşk denizinden zuhur eder.(Kendini gösterir)
Aşk denizine dalgıç
kesilirsen yapayalnız o inciyi elde ettin demektir.
Padişah, ey yiğit er dedi, bu
denizde nasıl dalgıçlık etmeli?
Yoksul dedi ki:
Sen fille, orduyla, doğudan
batıya dek saltanat ve ülkeyle bu denizde dalgıç olamazsın.
Bu denizde dalgıç olamazsın.
Bunun için ihlâs (gönülden gelen doğru ve temiz sevgi bağlılık) ile her
şeyden ayrılmak gerek.
İki âlemi de bir uğurdan terk
edip bu denize balıklama dalmak lazım.
Soluğunu tutmak (susmak), elini candan yıkamak (Canının istediklerini yapmamak) ondan sonra inciyi denizin dibinde
aramak icap eder.
Sense bütün dünyaya kol kanat
aşmışsın.
Bu halle o incinin kokusunu
bile alamazsın.
Padişah dedi ki:
Ben hiç koşmadan, yorulmadan,
o söylediğin inciyi bedava elde ettim.Bir bak da gör; işte o inci.
Ayaz’ın kulağında.
Çünkü Ayaz, Hakkı tanıyanın kulağı küpeli kölesidir.
Baş aşağı denize dalmadan
öyle bir inciyi elde ettim işte.
Sen can çekişedur; o inci
bizim. İnci benim, sense denizin girdabısın.
Yoksul dedi ki:
Bundan daha ileri, daha iyi
bir düşün. Sen nerden inciyi elde etmişsin?
Küpe, padişahlar padişahının,
senin kulağında olsaydı, sen kulağı küpeli bir köle kesilseydin ona, o vakit
inci senin olurdu.
Ey başı yüce padişahım, küpe
senin kulağında değilken inciyle ne işin var?
Açma bu kapıyı.
Cihan padişahı vefalı
olsaydı, küpe onun kulağında olurdu; kölenin değil.
Ne de hoş bu iş:
Âşık ta yücelere çıkmış,
sevgilinin kulağına da küpe takıp kendisine kul etmiş.
Âşıksan bu kadar coşma.
Senin kulağı küpeli köle olman gerekti.(Aşık olduğuna sadakatle hizmet)
Değil mi ki kulağında küpe
yok; aklın başındaysa aşktan dem vurma.
Padişah utancından adeta
kanlara gark oldu; tahtından inip hareme girdi.
Yoksulu, tuz tablasıyla
huzurdan çıkardılar.
Kendisine ne dediler bilemem.
***
İlahiname Ferideddin-i Attar
M.E. B. Şark-İslam klasikleri
*
TUZ:Tad, lezzet ve hararet veren yaşama katkı sunandır.
Yaren;
Bu hikâyede iç içe girmiş ve
derinlemesine giden aklınla azıcık anlayacağın fakat gönlüne indirilen ve o
karanlıkta bir müddet çimlenip sonra topraktan çıkan fide gibi düşün.
Bu bir doğrunun içinde kabul
edilmesi için, kimyasal uyumu için, zaman gereklidir.
Bizler yorumlu düşünmeye alışık olduğumuz için
bu gereklidir. Yorumlu düşünceden sonra gerçeklerle
yüzleşerek düşünmeye başlarız.
Anlamadım, kavramadım, bir
şey ifade etmiyor gibi asla düşünme. Aşk tohumları toprak altına konmuştur ve
çimlenmesi için süre gereklidir.
Kimyası değişecek topraktan
baş gösterecektir.
*
RAVLİ