9 Haziran 2013 Pazar

AŞKIN TUZU

Ayaz’a âşık olan tuzcu genç 167

Tuz satmayı iş edinmiş perişan bir genç vardı.
Şehrin çevresinde dönüp dolaşır, her sokakta durup bağırır, tuz satardı.

Bir gün gönüller alan Ayaz’ı gördü; aşkının ateşiyle tepeden tırnağa dek yandı.

Onun aşkıyla dünya, gözünde karardı ama kendisi de o ayın nuruyla aydınlandı.

Gönül, onun derdiyle yüz kere kan kesildikçe dünya, ay yüzünden nasıl olur da kararır?

O genç, bir sarhoş gibi kanlarla dolu bir gönülle gece gündüz padişahın sarayının kapısında oturur.

Topraklara döşenir; tuz kabını da önüne kordu.
O ay yüzlünün aşkında olgundu; tuzsuz, çiy değildi.
O düşkünün yüzünden yollara da bir coşkunluktur, düşmüştü.

Gâh zayıf bir sesle iniler, seslenir; gâh ateş gibi kararsızlıklar gösterirdi.
Gümüş bedenli Ayaz geçerken gözyaşları, başından aşardı.

Düşer, yerlere döşenir, aklı başından gider, baygınlıklar geçirir, bedeninden ruhu uçardı sanki.

O yolunu yitirmiş şaşkının aşkını, aşkla yanışını Sultan Mahmut’a bildirdiler.

Sultan Mahmut, bir müddet başını öne eğdi; gâh inlemekteydi, gâh ödağacı gibi yanmakta.

Kendi kendine, aşkta da ortaklık iyi bir şey değil, malda da, onun haddi değil bu diyordu.

Hâsılı onu huzuruna çağırdı.
O yoksul da tuz tablası başında, huzura geldi.

Sultan Mahmut ağzını açıp dedi ki:
A yoksul, benden şu sözü dinle.

Ya o güzelin aşkından vazgeçtiğini huzurumda ikrar et yahut da canından vazgeçtiğini söyle.

Âşık, padişahım sen taht üstündesin; bense ayakta durmaktayım.
Ayaz’ın ebedi olarak senin; benim ondan ele geçirebileceğim şey, masaldan, hülyadan ibaret.

Yücelik de senin, padişahlık da.
Devletle oturmuşsun; dilediğin huzuruna gelmekte.

O güzel seninken ben ne arayayım.
O seninleyken ben, kimden vazgeçtiğimi söyleyeyim.

Ancak onun aşkı, ebedi olarak bende; canımda boyuna alevlenip duruyor.

Bir soluk olsun, aşkından hali kalırsam kurban olmaktan başka hiçbir şeye yaramam; benim mezhebim bu işte.

Onun aşkı, her gün beni yüzlerce yola sürükleyip götürürken padişah beni öldürse de ölümden korkum yok.

Çünkü âşık, can korkusundan titremez.
Can, aşıkın gözüne bir arpa kadar bile görünmez.

Padişah, a baştan aşağıya dek ayıptan, kusurdan ibaret kişi dedi; sen benimle nasıl oluyor da aynı ayarda olduğunu sanıyorsun?

Sen aşk oyununa, iyi bir surette girişemezsin; hangi sermayeyle bu aşk oyununa girmeye kalkıyorsun?

Yoksul dedi ki:
Bu sermayeden, sende zerre kadar bir şey bile yok; ama bende hepsi var.

Sen padişahlığın bütün levazımına sahipsin; fakat ne kadar mümkünse o kadar tuzsuzsun.

Benim aşkım tuzlu, olgun; sen bu tuzsuz aşkla niceye bir övüneceksin?
Malın var, mülkün var, altının var, gücün kuvvetin var.
Fakat benim gibi kaynayıp coşuyorsan tuz lazım sana.

Padişah, âşık dedi; aşığa nişan (Görünen şekil), davaya burhan (Açıklık, delil, şahit, ispat) gerek. Delilin nedir, söyle; ben seni bu aşkta layık görmüyorum.

Yoksul, delilimi söyleyeyim; âşıksam hiçbir korkum yoktur zaten.
Sen saltanattan baş çekmemekte, aşka düşüp padişahlıktan vazgeçmemektesin.

Bense, senin Ayaz’ının aşkıyla bir an bile dünya sevdasına kapılmamaktayım.

Onun yüzünden iki dünyaya da metelik vermiyorum; sense yüz binlerce renge boyanıyor, ona sadakat gösteremiyorsun.

Şimdi bir kendine bak, bir benim aşkıma; sonra bu yoksulla arandaki farkı gör dedi.

Padişah, a zalim yoksul dedi; onun neresini seviyorsun?
Yoksul, benim dedi, o güzelin aşkını hatırlatmama bile imkân yok.

Hiçbir yerine sevmeme kudretim yok ki o güzelin orasıyla aşk oyununa girişeyim.

Onun bir tel saçını görsem, bedenimdeki her kıldan ateş fışkırır.
Onun hiçbir yerini görmeye takatim yokken baştan ayağa dek ne yapabilirim onunla dedi.

Padişah peki dedi, mademki baştan ayağa dek hiçbir yerine âşık değilsin;
Neden onun sevgisiyle kararsız bir hale geldin?
Bu sevgi nerden ve nasıl meydana geldi? Söyle.

Yoksul dedi ki:
Canım coşup durmada; sense onun kulağındaki inciden bile ne hale geldiğimi bilmiyor musun?

Kulağındaki küpe bir görünse ben, o küpeyi, canımı verip almak isterim.
O güzelin aşkının havasına kapılacak adam değilim; kulağının küpesi bile yeter bana.

Padişah, bu inciden bir belirti gören, bu belirtiyi beden denizinden mi elde etti demektir, can denizinden mi diye sordu.

Yoksul dedi ki:
Ey cihana sahip olan padişahım, böyle bir inci, onun aşk denizinden zuhur eder.(Kendini gösterir) 

Aşk denizine dalgıç kesilirsen yapayalnız o inciyi elde ettin demektir.
Padişah, ey yiğit er dedi, bu denizde nasıl dalgıçlık etmeli?

Yoksul dedi ki:
Sen fille, orduyla, doğudan batıya dek saltanat ve ülkeyle bu denizde dalgıç olamazsın.

Bu denizde dalgıç olamazsın.
Bunun için ihlâs (gönülden gelen doğru ve temiz sevgi bağlılık) ile her şeyden ayrılmak gerek.

İki âlemi de bir uğurdan terk edip bu denize balıklama dalmak lazım.
Soluğunu tutmak (susmak), elini candan yıkamak (Canının istediklerini yapmamak) ondan sonra inciyi denizin dibinde aramak icap eder.

Sense bütün dünyaya kol kanat aşmışsın.
Bu halle o incinin kokusunu bile alamazsın.

Padişah dedi ki:
Ben hiç koşmadan, yorulmadan, o söylediğin inciyi bedava elde ettim.
Bir bak da gör; işte o inci.
Ayaz’ın kulağında.
Çünkü Ayaz, Hakkı tanıyanın kulağı küpeli kölesidir.

Baş aşağı denize dalmadan öyle bir inciyi elde ettim işte.
Sen can çekişedur; o inci bizim.
İnci benim, sense denizin girdabısın.

Yoksul dedi ki:
Bundan daha ileri, daha iyi bir düşün.
Sen nerden inciyi elde etmişsin?

Küpe, padişahlar padişahının, senin kulağında olsaydı, sen kulağı küpeli bir köle kesilseydin ona, o vakit inci senin olurdu.

Ey başı yüce padişahım, küpe senin kulağında değilken inciyle ne işin var?
Açma bu kapıyı.

Cihan padişahı vefalı olsaydı, küpe onun kulağında olurdu; kölenin değil.

Ne de hoş bu iş:
Âşık ta yücelere çıkmış, sevgilinin kulağına da küpe takıp kendisine kul etmiş.

Âşıksan bu kadar coşma.
Senin kulağı küpeli köle olman gerekti.
(Aşık olduğuna sadakatle hizmet)

Değil mi ki kulağında küpe yok; aklın başındaysa aşktan dem vurma.
Padişah utancından adeta kanlara gark oldu; tahtından inip hareme girdi.

Yoksulu, tuz tablasıyla huzurdan çıkardılar.
Kendisine ne dediler bilemem.

                                          ***
İlahiname Ferideddin-i Attar M.E. B. Şark-İslam klasikleri   

                                             *
TUZ:
Tad, lezzet ve hararet veren yaşama katkı sunandır.

Yaren;

Bu hikâyede iç içe girmiş ve derinlemesine giden aklınla azıcık anlayacağın fakat gönlüne indirilen ve o karanlıkta bir müddet çimlenip sonra topraktan çıkan fide gibi düşün.

Bu bir doğrunun içinde kabul edilmesi için, kimyasal uyumu için, zaman gereklidir.

 Bizler yorumlu düşünmeye alışık olduğumuz için bu gereklidir. Yorumlu düşünceden sonra gerçeklerle yüzleşerek düşünmeye başlarız.

Anlamadım, kavramadım, bir şey ifade etmiyor gibi asla düşünme. Aşk tohumları toprak altına konmuştur ve çimlenmesi için süre gereklidir.

Kimyası değişecek topraktan baş gösterecektir.

                                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar