Günlerden bir gün Harun
gezinirken meczup Behlül’ün bulunduğu yere vardı.
Behlül, ey dertli Harun diye
seslendi.
Harun birden adamakıllı
kızdı.
Askerlerine, kimdir bu başsız
ayaksız adam ki böyle bir yerde bana adımla
sesleniyor dedi.
Padişahım dediler, Behlül bu.
Harun hemen yanına gitti.
Bana saygı göstermeyi
bilmiyor musun ki beni bu çeşit adımla çağırıyorsun?
A deli herif, beni bilmiyor
musun ki şimdi senin kanını toprağa dökerim dedi.
O manalar dolu er, biliyorum
dedi; buna kudretin var; fakat bunu da biliyorum ki;
Doğuda bir ihtiyarın ayağına
taş dokunsa.
Yahut bir yerde kırık bir
köprü olsa da bir keçinin ayağı kırılsa
Sen de batıda olsan senden korkmazlar ama bu işi de senden sorarlar a
birader; sen bundan kork.
Harun bu sözü duyunca bir
hayli ağladı.
Borcun varsa dedi,
Söyle hepsini vereyim.
İşi gücü iyi Behlül şöyle
cevap verdi:
Sen borcu borçla
ödeyebilirsin; çünkü bir arpacık malın bile yoktur.
Malın Müslümanların malıysa
şimdi elinde olsa bile senin malın değildir ki.
Yürü, Müslümanların mallarını
geri ver.
Birisinin malını
al, öbürüne ver diye kim teklif etti sana?
Harun Behlül’den nasihat
istedi.
Meczup Behlül, o zaman
Harun’a;
Ey dünyada dimdik duran dedi:
Sende cehennemliklerin
nişanesi görünmede.
Yüzünden o nişaneyi gider;
yoksa söylemesi bendendi, söyledim gitti; ötesini sen bilirsin.
Harun, cehenneme gideceksem,
ibadetlerim ne olacak dedi.
Behlül hele bak dedi; her ay,
her yıl tıpkı cehennemliklerin hali var sende.
Harun abes (gereksiz, lüzumsuz, yersiz) işlerim var, var ama
peygamber soyundanım dedi.
Behlül, Kuran’ı duydun da ‘’Soylarına itibar edilmez’’ ayetini nasıl görmedin
dedi.
Harun a bilgisiz dedi;
şefaatten ümidimi kesmem ben.
Behlül, ‘’Tanrı izni olmadıkça peygamber şefaat etmez’’ ne
umarsın şefaatten dedi.
Harun askerlerine, savun (Uzaklaştırın) şunu dedi; siz bilmiyorsunuz ama öldürdü
beni bu adam.
Bir taş bile durduğu yerde yüz binlerce yıl durur da sen durmazsın.
Bir yerde taş bile senden fazla durduktan sonra ne diye orda durmak ister, direnirsin?
Gönül, bu baş aşağı feleğe
güvenme; ne yapacaksın bu kan denizini sen?
Ne de hoştur şu tatlı tuzlu,
yağlı ballı yemek tenceresi; ama kapağını açtın mı ölümdür içindeki.
Bu kanlarla dolu tencereyi
bırakıp gök kubbenin üstüne ayak basmak gerek.
Bu kaynayan tencere kanla
doludur.
Parmağını banma; ört
kapağını.
Şafak kandır; dönen felek
boyuna o kan içinde bir baş keser durur.
Şu birbirine düşmüş halka
bak; hepsi de toprak altına gitmek için doğmuş.
Yeryüzünün toprağı tamamıyla
kara kandır. Halkı Siyavuş gibi suçsuzdur.
Aklın varsa her zerrede
yüzlerce Siyavuş’kanını görürsün.
***
*
İran Padişahı Kavus’un oğlu.
Rüstem tarafından
yetiştirildi.
Babasını gözdesi Sudabe,
Siyavuş’a âşık olur.
Çeşitli oyunlar oynanır. Savaşta esir olur.
*
Şehname.3.cilt11195 sayfa 145
Firdevsi. Alıntı.
Gersuyuz, Geruy’a bir
bakınca, zalim Geruy da döndü.,
Siyavuş’un yanına geldi ve
işte o zaman, mertlik ve utanma denilen şeyler ortadan kayboldu.
Hemen elini atıp, padişahlar
padişahının sakalını yakaladı.
Bu, ne büyük bir
hayâsızlıktı!
Padişahı, sakalından
hakaretle çekip, yere yuvarladı.
Bunun üzerine Siyavuş yüzünü
Tanrısına çevirerek:
‘’Ey, dünyalardan, göklerden
yüce Tanrı!
‘’Benden sonra ve benim
tohumumdan, bütün insanlar arasında güneş gibi parlayacak olan bir dal yetiştir
de,
‘’Şu düşmanlarımdan
intikamımı alsın ve yeryüzünde benim adetlerimi yeniden diriltsin!
Hünerler ve mertlikler
göstererek, bütün dünyayı canlandırıp ayaklandırsın!’’ diye yalvardı.
O böyle yalvarırken, bilsem
de, gözleri kanla ve yüreği de dertle dolu olarak, arkasında duruyordu.
Siyavuş, ona: ‘’Allaha
ısmarladık!
Dünya bir atkı, den de onun
ebedi bir çözgüsü ol!
‘’Piran’a selamlarımı götür
ve ona, dünyanın tersine döndüğünü söyle!
‘’Piran’dan bunu ummazdım.
Onun öğütleri rüzgârsa, ben
de bir söğüt ağacı gibiydim.
O bana, belki yüz bin defa: Zırhını giy ve atına bin!
‘’Talihin tersine döndüğün gün, ben senin dostun ve otlama zamanında da senin otlağınım’’ demişti.
İşte bugün, şu Gersiyuz’un
önünde, böyle yerde düşkün bir halde bulunuyorum ve
11210. ‘’ Yanında da, halime
acıyacak hiçbir dostum ve yardımcın yok!’’ dedi.
Bundan sonra Siyavuş’u,
şehrin ve ordunun arasından sürükleyerek, elleri ve ayakları bağlı, ovaya
götürdüler.
Zirih oğlu Geruy, Siyavuş’un
kanını dökmek için, Gersiyuz, un elindeki su renkli hançeri aldı.
Siyavuş’u, saçlarından
tutarak, ovadaki ok nişangâhının bulunduğu yere kadar sürükledi.
Aslanları bile tutan gersiyuz
ile Siyavuş, talim gününde, burada ok atmışlardı.
Nişangâhın yanına gelince, o
kötü huylu Zirih oğlu Geruy, hiç çekinmeden ve utanmadan, azgın bir fili
andıran Siyavuş’u yere doğru itti ve
Önüne bir leğen koyarak,
koyunları keserken çevirdikleri gibi, onun boynuna da çevirdi.
Arkasından da, Siyavuş’un bir
gümüş selviye benzeyen, vücudundan başını ayırınca, leğenin içine kanlar akmaya
başladı.
Padişahın güneş gibi olan
başı, selviye benzeyen vücudundan ayrılır ayrılmaz, uykuya dalıverdi.
Fakat bu ne uykudur ki, arada
bunca zamanlar geçtiği halde, hala ne uyandı, ne de kımıldandı!
11220. Bundan sonra Zirih
oğlu Geruy, leğeni emredilen yere götürüp dökünce, Leğenlerdeki kanların döküldüğü yerde, hemen
bir ot bitti.
Şimdi, sana o otun adını
söyleyeyim: ona ‘’KARDEŞ KANI’’ derler.
Bu ot biter bitmez, hemen
arkasından da, kara tozlarla karışık öyle bir rüzgâr çıktı ki ayla güneş bile
örtüldü.
Göz gözü görmez olmuş, herkes
Geruy’a lanet okumaya başlamıştı.
Bakıyorsun, biri hep kötülük
yapıyor, buna karşılık iyilik görüyor; yeryüzü, onun kölesiymiş gibi, kendisine
boyun eğiyor; talihi de hep kendisine yar.
Beri yanda ise, bir başkası,
iyilik yapmaktan hiç geri durmadığı halde, karşılık olarak felaketten başka bir
şey göremiyor!
Onun için, tutup da şu dünya
ile o kadar ilgilenme, ona gönlünü kaptırma!
Çünkü o gelip geçicidir ve
işlerinde hiçbir düzen yoktur.
Bu, her zaman böyle idi,
bundan sonra da yine böyle olacaktır!
Devam edip gitmediğine göre;
ha sevinmişsin, ha üzülmüşsün, hepsi bir……
M.E.B. yay. Şehname Firdevsi.
4 cilt
*
RAVLİ