15 Haziran 2013 Cumartesi

ÖMER HAYYAM BİLGİÇLİK İDDİASINDAN DOLAYI EKSİK KALMASI

Ölülerin ahvalinden haber veren can gözü açık kişi 187

Tanınmış, can gözü açık bir er vardı; ruhların ahvalini tamamıyla bilirdi, onların halleri kendisine açıktı.

Bir mezar başına vardı mı, mezarda ne oluyorsa görürdü.

Bir büyük adam, onu şöyle sınadı:
Onu aldı Ömer Hayyam’ın kabrine götürdü.

Dedi ki:
Bu toprakta ne görüyorsun?
Söyle ey can gözü açık temiz kişi; bildir bana.

O ulu er ona şöyle cevap verdi:
Bu, noksan âleminde kalmış (aşağı âlemde) bir adam.

Yüz tuttuğu ulu kapıya karşı bilirlik davasına girişmiş.

                                        ***
Şimdi bilgisizliği kendisine ayan (Açık) olunca canı, yanıp yakılıyor da bu yüzden terleyip duruyor.

Utangaçlıkla şaşkınlık arasında kalakalmış; tahsili, bilgisi, kendisini eksikliğe atmış; orada kalıp gitmiş.

O kapıya yedi gök halka olduktan sonra, orada bilgiden nasıl bahsedilebilir ki? (her kişiye açık değil)

Ne başlangıcı meydanda, ne sonu görünmede!
Hiç kimsecik, dünyanın başını ayağını bulamaz.

Felek bir topa benzer; ömrünce koşsan bu topa benzeyen feleğin ne ayağını bulabilirsin, ne başını.

Bu görülmeyesi vadide önden sona nasıl gitmedeyim?
Kim bilir?

Dünyayı baştanbaşa yüz kere döndüm dolaştım; bir çare bulamadım; çaresiz kaldım.

Dünya baştanbaşa derttir, elemdir.
Eline bir fırsat düşse o da kılıç kesilir sana.

Saat kutusuna benzeyen şu gök kubbe, beni kulluk etmeye bırakmıyor ki; boyuna kendisiyle uğraştırıyor beni.

                                      ***             
 İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ ATTAR M.E. B.                              
                    ŞARK İSLAM KLASİKLERİ                                                

                                               *
ÖMER HAYYAM

1040 yılında Horasan’ın merkezi Nişapur’da doğdu.
Aynı şehirde 1123 yılında ölmüştür.

Tahsilini meşhur Hasan Sabah ve Nizam’ül mülk ile aynı okulda yaptı.
 Üçü arkadaş sonra kan kardeş oldular ve aralarında bir anlaşma yapmışlardır.

Bu anlaşmaya göre içlerinden her kim diğerinden önce ikbal ve mevki sahibi olursa diğerlerini himayesine alacak ve yardım edecek.

Birçok ilimde kendini yetiştirdi.
Hasan Sabbah şeytani bir zekâya sahipti.
İkna etme gücü çok yüksekti.

Köyleri dolaşarak insanlara cenneti vaat ederek taraftar topladı. Filistin’de sarp dağların tepesinde bir kale yaptırdı.

Ona inananlar Hasan Sabbah’ın vaat ettiği cennete girmek için kendilerini öldürmekten çekinmiyordu.

Kendilerini uçurumlara atıyorlar veya karınlarına birer hançer saplayarak hayatlarına kıyabiliyorlardı.

Abbasi devletine bile kafa tutar duruma geldi.
Ismailiye mezhebini kurdu.

Ömer Hasanın yanına gitti.
Hasan, Ömer’e sırlarını anlattı.

Ömer, yaptığı tahsili, yazmış olduğu kitapları, güzel bir cariyenin ilham ettiği rubaileri düşünüyor da, insan zekâsının şeytani zekâ yanındaki aczini takdir etmekten kendini alamıyordu.

Başı önünde, dünyadan bıkkın, kendinden nefret etmiş, iğrenmiş bir halde Bağdat’a Abbasi Sultanı Nizam’ül Mülk’ün yanına gitti.

Nizami’ den şarap, cariye isteyerek yalnız kalmayı diledi.
Nizami beş kese altın verdirdi ve cariye güllü, helallisi (Nikahlısı) ile memleketi Nişapur’a gönderdi..

Ömer Hayyam (Çadırcı); dini, hukuki tahsilini yaptıktan sonra kendisini matematik ve astronomiye vermiş olduğu tahmin edilmektedir.

Rubailerinde şüphecilik kendini gösterir.
Ebedi hayat hakkında şüpheye düşmüş olduğu anlaşılıyor.

Sofilik yolunda bir müddet gitmiş, hakikatini anlayamadan, yolun sonuna varmadan ayrılmıştır.
İçki âlemine dalmıştır.

                                                *
RAVLİ

Popüler Yayınlar