Tanınmış, can gözü açık bir
er vardı; ruhların ahvalini tamamıyla bilirdi, onların halleri kendisine
açıktı.
Bir mezar başına vardı mı,
mezarda ne oluyorsa görürdü.
Bir büyük adam, onu şöyle
sınadı:
Onu aldı Ömer Hayyam’ın
kabrine götürdü.
Dedi ki:
Bu toprakta ne görüyorsun? Söyle ey can gözü açık temiz kişi; bildir bana.
O ulu er ona şöyle cevap
verdi:
Bu, noksan âleminde kalmış (aşağı âlemde) bir adam.
Yüz tuttuğu ulu kapıya karşı
bilirlik davasına girişmiş.
***
Şimdi bilgisizliği kendisine
ayan (Açık) olunca canı, yanıp yakılıyor da bu
yüzden terleyip duruyor.
Utangaçlıkla şaşkınlık
arasında kalakalmış; tahsili, bilgisi, kendisini eksikliğe atmış; orada kalıp
gitmiş.
O kapıya yedi gök halka
olduktan sonra, orada bilgiden nasıl bahsedilebilir ki? (her kişiye açık değil)
Ne başlangıcı meydanda, ne
sonu görünmede!
Hiç kimsecik, dünyanın başını
ayağını bulamaz.
Felek bir topa benzer;
ömrünce koşsan bu topa benzeyen feleğin ne ayağını bulabilirsin, ne başını.
Bu görülmeyesi vadide önden
sona nasıl gitmedeyim?
Kim bilir?
Dünyayı baştanbaşa yüz kere
döndüm dolaştım; bir çare bulamadım; çaresiz kaldım.
Dünya baştanbaşa derttir,
elemdir.
Eline bir fırsat düşse o da
kılıç kesilir sana.
Saat kutusuna benzeyen şu gök
kubbe, beni kulluk etmeye bırakmıyor ki; boyuna kendisiyle uğraştırıyor beni.
***
İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ ATTAR M.E.
B. ŞARK İSLAM KLASİKLERİ
*
ÖMER HAYYAM
1040 yılında Horasan’ın
merkezi Nişapur’da doğdu.
Aynı şehirde 1123 yılında
ölmüştür.
Tahsilini meşhur Hasan Sabah
ve Nizam’ül mülk ile aynı okulda yaptı.
Üçü arkadaş sonra kan kardeş oldular ve
aralarında bir anlaşma yapmışlardır.
Bu anlaşmaya göre içlerinden
her kim diğerinden önce ikbal ve mevki sahibi olursa diğerlerini himayesine
alacak ve yardım edecek.
Birçok ilimde kendini
yetiştirdi.
Hasan Sabbah şeytani bir
zekâya sahipti. İkna etme gücü çok yüksekti.
Köyleri dolaşarak insanlara
cenneti vaat ederek taraftar topladı. Filistin’de sarp dağların tepesinde bir
kale yaptırdı.
Ona inananlar Hasan Sabbah’ın
vaat ettiği cennete girmek için kendilerini öldürmekten çekinmiyordu.
Kendilerini uçurumlara
atıyorlar veya karınlarına birer hançer saplayarak hayatlarına
kıyabiliyorlardı.
Abbasi devletine bile kafa
tutar duruma geldi.
Ismailiye mezhebini kurdu.
Ömer Hasanın yanına gitti.
Hasan, Ömer’e sırlarını
anlattı.
Ömer, yaptığı tahsili, yazmış
olduğu kitapları, güzel bir cariyenin ilham ettiği rubaileri düşünüyor da,
insan zekâsının şeytani zekâ yanındaki aczini takdir etmekten kendini
alamıyordu.
Başı önünde, dünyadan bıkkın,
kendinden nefret etmiş, iğrenmiş bir halde Bağdat’a Abbasi Sultanı Nizam’ül
Mülk’ün yanına gitti.
Nizami’ den şarap, cariye
isteyerek yalnız kalmayı diledi.
Nizami beş kese altın
verdirdi ve cariye güllü, helallisi (Nikahlısı) ile
memleketi Nişapur’a gönderdi..
Ömer Hayyam (Çadırcı); dini, hukuki tahsilini yaptıktan sonra
kendisini matematik ve astronomiye vermiş olduğu tahmin edilmektedir.
Rubailerinde şüphecilik
kendini gösterir.
Ebedi hayat hakkında şüpheye
düşmüş olduğu anlaşılıyor.
Sofilik yolunda bir müddet
gitmiş, hakikatini anlayamadan, yolun sonuna varmadan ayrılmıştır.
İçki âlemine dalmıştır.
*
RAVLİ