Bir gemi parçalandı.
İçindeki yedi yüz kişi suya
gark oldu.
O perişan kadın, çocuğu
doğurur doğurmaz baş aşağı denize düştü; boğulup gitti.
Çocukcağız o tahta üstünde
kaldı.
Dalgalar tahtayı her yandan
sürüp durmadaydı.
Yele, dalgaya, balığa
Tanrı’dan hitap geldi:
Bu çocuk Tanrı
korumasındadır.
Dikkat edin, ona bir bela
gelip çatmasın; mutlaka bir yere ulaşması gerek.
Bütün melekler, yarabbi
dediler; dalgalar, balıklar arasında bocalayan bu çocuk kim ki? Zamanenin derdine uğramış olan bu çocuğun kim olduğunu vakti gelince anlarsınız diye hitap geldi.
Nihayet deniz kıyısına düştü.
Usta bir avcı onu ele
geçirdi.
Onu aslanlarla, kuşlarla,
balıklarla arkadaş etti; izzet ve ikramda bulunarak gönül kanıyla besleyip
yetiştirdi.
Büyüyüp yol, iz bilir bir
hale gelince günün birinde bir yola düşüp giderken.
Yolda yakut ve sürmelik buldu
ki, akıl onun hassasını (özel bir güç, nitelik, kuvvet)
anlamakta hayrandı.
Gözüne bir mil sürme çekince
birden Arşı (Gökyüzünü), Kürsüyü (oturulacak yer), gökleri gördü.
Öbür gözüne de çekince
dünyadaki bütün hazineleri görmeye başladı.
Yeraltındaki binlerce
hazineleri görmede aydan balığa kadar her şeyi seyretmedeydi.
Meleklerin hepsi, ey noksan
sıfatlardan münezzeh (Temiz, arı, uzak) Tanrı
diyordu, bu kadar idrake (Anlayış, akıl erdirme)
Layık olan bu kul kimdir ki?
Gaybler gaybinden ( Göze
görünmeyen sultan (Allah’tan), bu başı yüce kişi
Nemrud’dur diye hitap geldi;
Tanrılık davasına girişir;
yüzlerce hileyle bize kin besler de bizimle savaşa kalkışır bu.
*
Bir bak hele, bu yolda onu
nasıl yetiştirdi de sonra ansızın bir halde nasıl reddetti?
Kim olursa olsun ki âlemde de
Tanrı sırrını kimsecikler bilmez.
Değil mi ki sebepler seni ne
edecekse edecek; sebeple uğraşmanın manası ne?
Dört tabiata (sıcak, soğuk, kuru, ıslak) mukayyet (bağlı) olursan, hiç şüphe yok ki tabiatın eğridir;
dört asla bir olmaz.
Bu denize atla, baş aşağı dal
gitsin; tabiattan de çık, sebepten de.
Güneş, şu güzelim gökyüzünde
yücelmiyor mu?
Öyle olduğu halde o bile gece
gündüz baş aşağı gelmede.
Ne sorarsın?
Zerreden güneşe dek âlemin
bütün işi şu:
‘’SANKİ
DÜN YOKMUŞ’’.
Âlem de sonunda yok olacak;
çok sürmeden zerreler halinde dağılıp gidecek.
Cihanın felek (Döngü) atına eğer vurulmuş; güneş, onun sırtındaki
altın eğerdir.
Dünyanın sonu yaklaşıp gece
çatınca, güneşi kararınca.
Bilir misin eğerini nasıl
vururlar?
Bu bineğe o eğeri batıda ters
vururlar da
Güneşi bu yüzden aksine
döndürürler; çünkü bu eğerin de ebedi olmaması mukadder.(Kaderi belirlenmiş)
Kanlarla dolu canından,
gönüller yakan bir AH! et.
Çünkü senin ne geceden
haberin var, ne gündüzden.
Gecen hoş, sen de bu geceden
memnunsun ama ne fayda; hiçbir vakit aydın bir güne nail olamıyorsun ki.
Gece gündüz sevinçli olmak
istersen, sen, sen ol, bugünü, bu geceyi anma.
Fakat sen, senliğinde
kaldıkça yaralı bir gönülden başka bir şeycik elde edemezsin.
Kötülükten uzaklaşman,
varlığından geçmen, kendinden kurtulman, işini görmemen gerek.
Çünkü hırkaya da bürünsen
değil mi ki kendini görüyor, ibadette bulunduğunu sanıyorsun, hizmet kemeri
kuşanmışsın sen.
***
İlahiname Ferideddin-i Attar
M.E. B. Şark-İslam klasikleri.
*
Yaren,
Tanrı seni koruyarak ve
nimetlerini vererek büyütür, geliştirir.
Hatta görünmeyen nimetlerden
de verir.
Tanrı sana bu verdiği bu
nimetleri ödünç olarak vermiştir.
Ben hak ettim, ben kazandım,
benim diyerek ben merkezli davranışlara girersen mahvolmanı kendin hazırlarsın.
Hele, veren Tanrı’yı güçsüz
sanır da savaşa kalkışırsan sonun feci olur.
Tanrı’nın seni ret
etmesinden kork.
Yani yaren kendini görme,
değerli sayma, yok say.
Her ne durumda olursan ol
kendini yok say.
Kendini var saydıkça,
yaptıklarını önemsedikçe, ben yaptım, ben başardım dersen; yaptıkların değersiz
olur.
Bırak ta yaptıklarını Tanrı
değerlendirsin.
Tanrı hakkını verendir.
Senden istenen dört şey var:
Kötülükten uzaklaş.
(Yasaklananı yapıp lanetlenme)
Varlığından geç. (Varlığına
güvenme)
Kendinden (Benliğinden)
kurtul.(Duyguların yapacağına engel
olmasın)
Yaptığın işi görme. (Ben
yaptım deyip sahiplenme)
*
RAVLİ