18 Haziran 2013 Salı

PEYGAMBER NASIL SEVİLİR

Müslüman olan Yahudi ve hali 195

Şam’da çok yaş yaşamış, güngörmüş bir ihtiyar vardı.
Tevrat okurken.

Peygamberin adına rastladı mı, ya silerdi yahut orasını keserdi.
Gene bir gün Tevrat’ı açtı; orada Peygamberin adını bulunca.

Geni o adı silmeye başladı; ama ertesi günü o yazılmış adı tekrar buldu.
Gönlü daraldı.

Bir gün bu halde kaldı.
Gönlünden dedi ki:
Güneşi balçıkla sıvayamam.

Olsa, olsa bu meydana çıkan yol gösterici, gerçek olacak.
Kalktı, doğruca Medine’ye geldi.

 Pek sıcak bir zamanda Medine’ye ulaştı; ama yol iz bilmiyordu.
Peygamberin mescidine, gönlü yanarak varınca Enes’e rastladı.

Dedi ki:
Ey yüreği temiz kişi, bana yol göster, beni peygambere götür.
Enes, ağlayıp inleyerek onu, mescide götürdü.

Mescide sahabeyi hayran bir halde oturur gördü.

Sıddıyk (Ebubekir), mihrapta örtüsünü sırtına almış oturmaktaydı. Araştırıcı erleri olan sahabe’de çevresinde oturuyordu.

O yaşlı adam, mihrapta, onlara karşı oturan Ebu- Bekr Sıddıyk’ı Peygamber sanıp.

Ona, ey tanrı dergâhın hası dedi; bu yol yitirmiş ihtiyar, sana selam vermede.

Hepsi de Peygamberin adını duyunca, yarı kesilmiş kuş gibi çırpınmaya başladı.

Gözlerinden kanlı gözyaşları boşandı; ne tufandı o dostların yağdırdığı tufan.

Topluluğun arasında bir coşuştur koptu; sanki yüzlerce mum yanmış dersin.
O ayağı bağlı garibin de onların ağlayışlarından yüreği parçalandı.

Onlara, ben garibim dedi; Yahudi’yim, şeraitten bir nasibim yok.
Söylenmeyecek bir söz mü söyledim; gizli tutulması gereken bir laf mı ettim?

Böyle bir şey yoksa ne diye bu kadar AĞLARSINIZ?
Benim, dinin bu töresinden haberim yok.

Ömer, ona dedi ki:
Sen hiçbir şey yapmadın; bu ağlayışın sebebi, düşündüğün şeyler değil.

Yalnız o zora düşmüş kişi, bir hafta oldu ki Peygamber dünyadan gitti.
Dilinden onun adını duyunca canım gibi bütün canlar gamla ıstıraba düştü.

Onun özlemiyle kimi vakit ateşler içindeyiz; kimi vakit ayrılığıyla soğukluğa uğramadayız.

Yazıklar olsun ki âlemi aydınlatan o göz nuru gitti de biz bu gün, onsuz, zerrelere döndük.

Yazıklar olsun ki öylesine bir ulu denizden ayrıldık; onsuz bir
Katreden de aciz bir hale düştük.

O ihtiyar, bu sırrı anlayınca, birden elbisesini paramparça etti.

Baharları bulut, yağmur yağdırır ya; onun gibi de değil, daha fazla ağladı, gözyaşları döktü.

Ah ayrılık; ah musibet diye yanıp yakıldılar; yeni baştan yaslara battılar o gün.

Derken, sonunda o coşkunluk yatışmaya başlayıp akılları başkalarına gelerek elemleri azalınca.

Yahudi dedi ki:
Bir dileğim var; onu yerine getirin; Peygamberin bir libasını (Elbise) verin bana.

O yüzü görmek nasip olmadıysa, bari kukusunu alayım.
Ömer, libasını verir ama Zehra’dan istemek gerek dedi.

Ali, ona başvurmak kolay ama kapısını tamamıyla kapattı.
Bir haftadır başı önünde; onun hasreti herkesten fazla.

Yastan başka bir şeyden bahsetmiyor; bir anı bile ağlamadan geçmiyor dedi.
Sonunda bütün dostlar, o gamla, o dertle Cennet Hatunu’nun evine vardılar.

Birisi kapıyı vurdu; gündüzümüz geçti; gece gelip çattı bize.

Benim gibi bir yetimin, benim gibi köhne bir kilimin ardında kalanın kapısını çalan kim?

Benim gibi eski bir hasır üstünde oturmuş esirin kapısını kim çalıyor?
Benim gibi hüzünlere batmış birinin kapısını çalan kim?

Ölüm, canıma bir pusu kurmuş diye içerden ses geldi.
Olayı tamamıyla anlattılar.

Zehra dedi ki:
Peygamber doğru söyler.

Adalet sahibi Tanrı’ya can verirken dudağının ucuyla bu halden haber vermişti;

Yoldan bir aşığım geliyor demişti; fakat o iyi niyetli kişi, yüzümü göremeyecek.

Bu hırkayı ona bağışla; güzellikle, hoşlukla selamımızı da ilet ona buyurmuştu.

Hırkayı o adama verdiler; giyindi; Peygamberin kokusu kendisine gelince bir hoş coştu.

Kokusu, gerçekliğine delil oldu.
İslam’a geldi; Mustafa’nın kabrine gitmek istedi.

Aldılar; kabre götürdüler.
Gönlü taştı, kabardı; o temiz kişi orada yere oturdu.

O Müslüman, Peygamberin kabrinin kokusunu alınca yere yıkıldı; tertemiz canını verdi gitti.

O gamlar yiyen ihtiyar, yüzünü Peygamberin toprağına koyup can verdi.

Sen de âşıksan bu çeşit bir yol, yordam tut; sevgilinin özlemiyle mum gibi eri; böylesine öl.

                                            ***          
İLAHİNAME II FERİDEDDİN-İ ATTAR M.E. B.                               
                    ŞARK İSLAM KLASİKLERİ                                                

                                              *
Yaren,
Peygamberi canınla sev, candan sev, canını sevdiğine ver.

                                               *
RAVLİ

Popüler Yayınlar