Şam’da çok yaş yaşamış, güngörmüş bir ihtiyar vardı.
Tevrat okurken.
Peygamberin adına rastladı
mı, ya silerdi yahut orasını keserdi.
Gene bir gün Tevrat’ı açtı;
orada Peygamberin adını bulunca.
Geni o adı silmeye başladı;
ama ertesi günü o yazılmış adı tekrar buldu.
Gönlü daraldı.
Bir gün bu halde kaldı.
Gönlünden dedi ki: Güneşi balçıkla sıvayamam.
Olsa, olsa bu meydana çıkan
yol gösterici, gerçek olacak.
Kalktı, doğruca Medine’ye
geldi.
Pek sıcak bir zamanda
Medine’ye ulaştı; ama yol iz bilmiyordu.
Peygamberin mescidine, gönlü
yanarak varınca Enes’e rastladı.
Dedi ki:
Ey yüreği temiz kişi, bana
yol göster, beni peygambere götür.Enes, ağlayıp inleyerek onu, mescide götürdü.
Mescide sahabeyi hayran bir
halde oturur gördü.
Sıddıyk (Ebubekir), mihrapta örtüsünü sırtına almış
oturmaktaydı. Araştırıcı erleri olan sahabe’de çevresinde oturuyordu.
O yaşlı adam, mihrapta,
onlara karşı oturan Ebu- Bekr Sıddıyk’ı Peygamber sanıp.
Ona, ey tanrı dergâhın hası
dedi; bu yol yitirmiş ihtiyar, sana selam vermede.
Hepsi de Peygamberin adını
duyunca, yarı kesilmiş kuş gibi çırpınmaya başladı.
Gözlerinden kanlı gözyaşları
boşandı; ne tufandı o dostların yağdırdığı tufan.
Topluluğun arasında bir
coşuştur koptu; sanki yüzlerce mum yanmış dersin.
O ayağı bağlı garibin de
onların ağlayışlarından yüreği parçalandı.
Onlara, ben garibim dedi; Yahudi’yim,
şeraitten bir nasibim yok.
Söylenmeyecek bir söz mü
söyledim; gizli tutulması gereken bir laf mı ettim?
Böyle bir şey yoksa ne diye
bu kadar AĞLARSINIZ?
Benim, dinin bu töresinden
haberim yok.
Ömer, ona dedi ki:
Sen hiçbir şey yapmadın; bu
ağlayışın sebebi, düşündüğün şeyler değil.
Yalnız o zora düşmüş kişi,
bir hafta oldu ki Peygamber dünyadan gitti.
Dilinden onun adını duyunca
canım gibi bütün canlar gamla ıstıraba düştü.
Onun özlemiyle kimi vakit
ateşler içindeyiz; kimi vakit ayrılığıyla soğukluğa uğramadayız.
Yazıklar olsun ki âlemi
aydınlatan o göz nuru gitti de biz bu gün, onsuz, zerrelere döndük.
Yazıklar olsun ki öylesine
bir ulu denizden ayrıldık; onsuz bir
Katreden de aciz bir hale
düştük.
O ihtiyar, bu sırrı
anlayınca, birden elbisesini paramparça etti.
Baharları bulut, yağmur
yağdırır ya; onun gibi de değil, daha fazla ağladı, gözyaşları döktü.
Ah ayrılık; ah musibet diye
yanıp yakıldılar; yeni baştan yaslara battılar o gün.
Derken, sonunda o coşkunluk
yatışmaya başlayıp akılları başkalarına gelerek elemleri azalınca.
Yahudi dedi ki:
Bir dileğim var; onu yerine
getirin; Peygamberin bir libasını (Elbise) verin
bana.
O yüzü görmek nasip
olmadıysa, bari kukusunu alayım.
Ömer, libasını verir ama
Zehra’dan istemek gerek dedi.
Ali, ona başvurmak kolay ama
kapısını tamamıyla kapattı.
Bir haftadır başı önünde;
onun hasreti herkesten fazla.
Yastan başka bir şeyden
bahsetmiyor; bir anı bile ağlamadan geçmiyor dedi.
Sonunda bütün dostlar, o
gamla, o dertle Cennet Hatunu’nun evine vardılar.
Birisi kapıyı vurdu;
gündüzümüz geçti; gece gelip çattı bize.
Benim gibi bir yetimin, benim
gibi köhne bir kilimin ardında kalanın kapısını çalan kim?
Benim gibi eski bir hasır
üstünde oturmuş esirin kapısını kim çalıyor?
Benim gibi hüzünlere batmış
birinin kapısını çalan kim?
Ölüm, canıma bir pusu kurmuş
diye içerden ses geldi.
Olayı tamamıyla anlattılar.
Zehra dedi ki:
Peygamber doğru söyler.
Adalet sahibi Tanrı’ya can
verirken dudağının ucuyla bu halden haber vermişti;
Yoldan bir aşığım geliyor
demişti; fakat o iyi niyetli kişi, yüzümü göremeyecek.
Bu hırkayı ona bağışla;
güzellikle, hoşlukla selamımızı da ilet ona buyurmuştu.
Hırkayı o adama verdiler;
giyindi; Peygamberin kokusu kendisine gelince bir hoş coştu.
Kokusu, gerçekliğine delil
oldu.
İslam’a geldi; Mustafa’nın
kabrine gitmek istedi.
Aldılar; kabre götürdüler.
Gönlü taştı, kabardı; o temiz
kişi orada yere oturdu.
O Müslüman, Peygamberin
kabrinin kokusunu alınca yere yıkıldı; tertemiz canını verdi gitti.
O gamlar yiyen ihtiyar,
yüzünü Peygamberin toprağına koyup can verdi.
Sen de âşıksan bu çeşit bir
yol, yordam tut; sevgilinin özlemiyle mum gibi eri; böylesine öl.
ŞARK İSLAM KLASİKLERİ
*
Yaren,Peygamberi canınla sev, candan sev, canını sevdiğine ver.
*
RAVLİ