İskender bir gün bir kitapta
abıhayat adlı gönüller aydınlatan bir su olduğunu.
Ondan içenin güneşe
döneceğini, ebedi bir ömre ulaşacağını, ölmeyeceğini,
Bir de davulla sürmeliğin
bulunduğunu, her ikisinin de kendine göre hünerleri bulunduğunu okudu.
Ben müderris üstattan duydum,
o sürmeyle davul, Hürmüs’e aitmiş.
Birisi şiddetli bir kulunca,
bir sancıya tutuldu mu, o davula bir vurunca o illetten kurtulurmuş.
Sürmeyi gözüne çeken de
balıktan arşa dek ne varsa görürmüş.
İskender, bu üçünü de elde
etmek istedi; bunu pek arzuladı.
Bir bölük halkla dünyayı
dönüp dolaştı; nihayet günün birinde bir dağa ulaştı.
Dağın bir nişanesi, bir
alameti vardı; İskender oraya varınca yarıldı; İskender, dağa girdi, on gün on
gece yol açtıktan sonra bir eve rastladı.
Kapısını açtı.
İçerde, orta yerde bir kemer
vardı; davulla sürmelik de oradaydı.
Sürmeyi gözüne çekti.
Gözü öylesine aydınlandı ki
derhal Arş (Gökyüzü), ferş (Yeryüzü), kendisine ayan (Görünür)
oldu.
İskender’in önünde bir Emir
duruyordu.
İskender, tam davula el
atacaktı ki.
Emirden sesli bir yel
çıkıverdi; Utancından, belli olmasın diye tuttu, o muammaya (Bilmeceye) benzer davulu yırttı.
(Gaz
çıkma sesini gizlemek için)
İskender sustu ama o muammalı
davul da yırtıldı gitti.
Hâsılı abıhayatı bulmak için
Hindistan’a gitti; Zuhal yıldızı gibi karanlıklara daldı.
Ne diye bu hikâyeyi tekrar
söyleyeyim sana?
Bunu yüzlerce kere duymuşsundur.
O karanlık yolda aciz bir
hale düştü.
Asker de şaşırdı kaldı,
padişah da.
Bu sırada yekpare bir yakut
göründü.
Pek sağlamdı; pek ışıklıydı,
padişah hayran oldu ona.
Her yanda binlerce karınca
görüyordu.
Her biri bir yandan öbür yana
gitmekteydi.
Padişah, o yakutun kendi aczi
yüzünden meydana çıktığını, etrafı aydınlattığını sandı.
Derken, bu parlak mum,
karıncalar için yanmada diye hitap geldi.
Yollarını yitiren karıncalar,
onun ışığıyla nerde olduklarını anlasınlar diye yanmada dendi.
İskender, öyle bir mücevherin
karıncalar için meydana gelmiş olduğunu anlayınca ümidini kesti.
Ciğeri kan olmuş bir halde
karanlıktan çıktı.
Gönlü her an bir başka hale
girmedeydi.
Bir konaklık yolu iki konakta
alarak Babil toprağına vardı.
İskender bir vasiyetname
yazmıştı, ölüm halinde onu alıp
Bir zırhı yastık olarak
başının altına koymalarını, altına da bir demiri yatak olarak sermelerini,
Yatacağı yerin duvarlarının
zümrütten, tavanının kızıl altından yapılmasını istiyordu.
Babil’e gelince kulunç illeti
( Bağırsak ağrısı, bağırsaklarda peyda olup omuz
başlarına ve vücuda gelen bir ağrı) baş gösterdi; o dertle oraya konmak
zorunda kaldı.
Öyle bir hastalandı ki
kimsecikler, yola otağını kuracak vakit bulamadılar.
Altına değerli bir zırh
yaydılar; başını dertle, elemle diz üstüne aldılar.
Bir bölük halk, hepsi de
altınla bezenmiş kalkanlarını kollarına takıp etrafını çevirdiler.
İskender, kendisini bu halde
görüp o illetten öleceğini anlayınca
Bir hayli ağladı ama ne
fayda?
Ürkmeyen ölüm, arkada durup
duruyordu.
Eflatun’un şakirtlerinden (öğrencisi) olup Zül-Karneyn’e (Büyük İskender) nedim (sohbet arkadaşı)
olan bir hâkim,
Oturup cihan padişahına dedi
ki:
Hürmüs’ün yaptığı o davulu
*Ehli olmayanların eline
teslim ettin de bu illete uğradın.
Onu kimseye göstermeseydin bu
illete uğrar mıydın sen?
O davulu sana bulduran talih,
bir daha nerden doğacak?
O nimetin kadrini bilmedin;
onu gözünden uzaklaştırdın.
Onu can gibi aziz tutsaydın,
abıhayat kaynağını da bulur, o sudan içerdin elbet.
Ama gam yeme; iki söz
söyleyeyim dinle.
O sözleri içersen abıhayattan
da iyidir, güzeldir.
Bunca mülk, bunca kahır ve kudret, pislikten
doğan bir yele bağlı,
İçinde yaşadığın bunca
saltanata bir bak şimdi; yapısı ne üstüne kurulmuş?
Bunca saltanat yapısına ne lüzum var?
Yapısı yel üstüne kurulduktan
sonra ha olmuş, ha olmamış; hepsi bir.
Gam yeme, elden çıkma,
perişan olma.
Tut ki ardından bir yeldir
çıkıp gidiyor!
Bir de arayıp bulamadığın,
şimdi ondan elini yıkadığın (bulmaya ümidin olmayan)
abıhayat yok mu?
*Düşün de mihnete (zahmete) düşme; Bu kadar kıvranma.
O, ancak İSABETLİ BİLGİDİR; ondan ötesi bir hiç.*
O bilgi sana göründü mü,
bulunmayan, arı, duru abıhayattır o.
*Tanrı, sana bu bilgiyi çok,
çok vermiş; bunu bildin, bu bilgiyi elde ettin ya; hür ve aklı başında öl.
İskender, üstadın bu sözünü
duydu; gönlü kan kesildi; ama neşeyle de can verdi.
*Oğul, sen de çok gam yeme.
O su (Abıhayat), BİLGİDİR, sırları açıklamadır.
Canını aydınlattı mı gönlün
iki dünyayı da görür.
*Bilgi,
görgü yolunu bilir, bulursan sana abıhayat, budur işte.
Fakat onun yolunu bilmezsen,
o görgüde ancak şeytan kesilirsin.
Kerametlerin, yüceliklerin,
sana şeytan işi görünür.
Bütün nurun kapkaranlık bir
hale gelir.***
İlahiname Ferideddin-i Attar M.E. B. Şark-İslam klasikleri.
*
Bilgi yolu: Bir iş veya konu üzerinde bilinenleri bilmek, belli olanı öne çıkarmak, doğrusuna ulaşmak, kendi ve başkalarına için en yararlı biçimde kullanıma vermek yoludur.
Bilgi yolunda olan kendi dışında olan bilgileri toplayarak,
kendi bilgi ve duygularını katarak bir eylem yapması veya öneriler sunması ile
bir bilinç oluşturur.
Bilinç oluşturan, evreni ve olayları gerçeklere dayanarak
geçerli ve verimli öneriler sunduğu zaman bilim olur.
Değeri belli olmayanları,
bilinmeyenleri konu edinerek öğrenilecek ve anlaşılacak duruma getirmek bilgi
yoludur.
Anlaşmazlığı çözümlemek için
öğrenmiş, anlamış, yapmaya alışmış olmak gerekir.
Bilgi yolu Allah’ın istediği
bir yoldur.
Hayallerden, sanılardan,
faydasızlıktan, karsızlıktan kurtulma yoludur.
Bilgi yolu ile Allah’a yakın
olan insan olursun.
*
Görgü yolunda olan uyulması
gereken saygı ve incelik kurallarını öğrenir ve uygular.
Olumlu etkisi çok çabuk olan,
etkileme biçimidir.
*Bilgi ve görgü yolu görmek ile mümkündür.
Görmek için de doğru bakmak gerekir.
Gözle ve ışık ile
algıladığımızı aklımızla değerlendirerek yargılarız, sonuçlar çıkarırız.
Gözün yerini çoğu zaman
güvenilen bilgilerle, ışığı da güvendiğimiz bilgili kişinin önerileri ile
algılamamızı yaparak, aklımızda değerlendirerek yargılar, sonuçlar çıkarırız.
Görünmeyen gizlenmiş olan
âlemi aldığımız bilgilerle şekillendirerek algı alanımıza indiririz.
*
Sana zor gününde kullanacağın
bir imkân bulmuşsan onu o güne kadar kullanma.
Yani o lazım olacak önemli
güne kadar güvenilir şekilde gizle.
Yani zor günlerin için, mesela; hastalık zamanında harcanmak üzere ayırdığın parayı gizlemezsen elinden almak için çeşitli oyunları en yakının oynarlar elinden alırlar.
Bir hatalarını kapatmak için.
O gün gelmeden harcarlar.
O gün gelince bir şey de
söyleyemezsin acılar içinde ölür gidersin.
(davul,
gaz çıkarma hikâyesinin açılımı)
*
Yaren,Yaşantımızın her anını bilinçli yaşamak zorundayız.
Daha önce sunduğum farkında olmak, kontrol, başarı yazılarını bir daha okumanı öneririm.
Ey!
Yaren, piyangoda bana bir şey
çıksın diye bekleme, sığındığın hayal dünyanda fazla kalma, başkasından ne
alabilirim beklentisinden çık. Küçük emekle büyük kazanç sağlarım diye zaman
kaybetme.
En büyük kazancın bilgidir.
Bilginin alıcısını bu dünyada
alan olmazsa bile, bu uğraşının bedelini Tanrı verir.
Bilenle bilmeyen bir olur mu?
Hükmünü duymadın mı?
Sıradan biri olacağına sayılı
biri olmak o kadar zor değildir.
Kim bana ne verir diye
bekleme, ben ne yapabilirim diye kendine sor.
Kendi emeğinle yaptığın Tanrı
tarafından kutsanmış, beğenilmiş ve ödüllendirilmiştir.
*
RAVLİ