Ama çevresi çok daralır.
Bu çok kere iyi dostlarla
sohbet sayesinde elde edilir, iyi dostlarda iyi huylu ve kötü düşünceden uzak
olmalıdırlar.
Bir sanat öğrenmelisin ki
geçim sebebi olsun.
Ne düşkünlük çekiyorsun?
Her kim sana dostunun
arkasından konuşur, onu kötülerse ister içten söylesin, ister dışından, dostun
seni kıskanıyor bile dese bil ki kıskanç odur.
Kıskançlıktan coşar, köpürür.
Nasıl ki biri benden sordu:
İblis kimdir?
Dedim ki:
Ben şu saatte İdris'lik (Kitapta İdris'i de an.
Hakikaten o, pek
doğru bir insan, bir peygamberdi.Onu üstün bir makama yücelttik »
(El-Meryem, 56-57) içine dalmışım.
Sen de iblis değilsen niçin İdrisliğe
dalmıyorsun? (M. 366)
Eğer İdris'ten sende bir
nişan varsa İblis'den ne korkun olur?
Cebrail kimdi diye
soruyorsun, derim ki bu sorun tıpkı namaz kılan bir imamın secde yerine
bakmayıp da sağı solu dikiz etmesini gören adamın, bu imamın namazı sağlam olur
mu? Diye sormasına benzer.
Ben derim ki:
Her ikisinin de namazı eksik
olur.
Ama ben imamın namazını
soruyorum, dedi.
Bunların her ikisi de bir
olur mu?
Dedim ki:
Biri imamdır, her tarafa
bakar, namazda Allah huzurunda olduğunun farkında
değildir, öteki ona uymuş olan kimsedir ki, imamın gözünü dikizler.
Şüphe yok ki kendini göremez.
Her kim sana falan kişi seni
övdü derse ona söyle ki beni öven sensin! Onu bahane
ediyorsun!
Her kim sana falan adam sövdü
derse ona dersin ki, bana söven sensin, onu bahane ediyorsun.
"Sana söven, ancak o sövmeyi sana anlatandır," derler.
Bu sözü o söylememiştir,
belki de başka manada söylemiştir dersin.
O adam gelirde falan kişi
senin için kıskanç dedi derse.
Söyle ki:
Kıskançlığın iki manası
vardır. Biri insanı cennete götüren kıskançlıktır.
Bu, hayır işte başkalarından
geri kalmamak için gösterilen kıskançlıktır.
Ben niçin fazilette ondan
geri kalayım, der.
Allah velilerine karşı
düşmanlık duygusu besleyenler sanırlar ki onlara kötülük ederler.
Bu yanlıştır, belki iyilik
ederler.
Onların gönüllerini
kendilerinden soğuturlar.
Çünkü onlar âlemin gamını
çekerler.
Bir kimseye karşı bu sevgi ve
koruma, bir yük gibidir ki, bu, Kaf dağını onun boynuna ve omuzlarına
yükletmek, onu daha da ağırlaştırmak demektir.
Yani bir şey yaparlar ki
sevgileri daha da artar, o onların daha çok dert ortağı olur.
O zaman kendi (M. 367)
sevgilerini ve düşüncelerini unuturlar, işte bu onların canlarına rahatlık
getirir.
Bilginin biri bir gün uykudan
uyandı.
Eşya, kitap her nesi varsa attı.
İnliyor, ağlıyor ve şöyle
söylüyordu:
Ömrümüzü kadılarla ayrı
yaşamak, onlardan kaçınmakla tükettik. Allah kitabını arkamızda bıraktık.
Ulu Allah bizden ömrümüzü
nelerle tüketmiş olduğumuzu sorunca ne cevap vereceğiz?
Gözümüzle ne gördüğümüzü,
kulağımızla ne işittiğimizi, kalbimizden ne gibi düşünceler geçirdiğimizi
soracaklar.
Bilginin burada Allah kitabı
demekten maksadı Kuran değildir.
Yol gösteren adam yani
Mürşit'tir, Allah kitabı odur, ayet odur, sure odur.
O ayet içinde ayetler vardır.
Bu açık Kuran'da, bu açık
kitapta neler yok...
Bu mesele bize bir kaç kere
Bağdat'ta kadılık yapan Yahudi'yi hatırlattı.
Yahudi hazineler elde etti,
yer altında gizli mağaralar yaptırdı.
Silahlı yiğit kişiler bularak
pusuya yatırdı.
Halifeyi tahtından indirecek,
Bağdat'ı kuşatacaktı.
Hikâye uzundur:
Halife Yahudi'nin düzenlerini
haber aldı. Onu yakalattı.
Şu hale göre kadılık mesleği,
din bilgisi ve Kuran öyle bir hale getirilmişti ki, bir Yahudi Bağdat kadısı
olmuştu.
Hâlbuki o içinden bir Yahudi
ve bir mahlûktu.
Şimdi anlattık ki seni
kurtaracak ancak Allah kuludur.
Yoksa o yiyecek ve azık fayda
vermez.
(Karanlıkta yürüyen şaşırır)
Kadir Gecesini geceler arasında gizledikleri gibi Allah erlerini de iddiacılar
arasında gizlemişlerdir.
Bunların gizlenmiş olması
düşkünlüklerinden değil, belki çok açık ve parlak olduklarından dolayı
gizlenmişlerdir.
Nasıl ki, güneş, yarasa kuşu
için gizlidir.
Yarasa, güneşin tam karşısına
geçer de ondan hiç bir şey anlayamaz.
Dünya sevgisi perdesi onu
dilsiz ve sağır etmiştir.(M. 368)
Çünkü dünya sevgisi canlı ve
kudretli olduğu zamanlarda dünyayı çeken bir mıknatıstır.
Ama elden bir şey gelmezse
ancak sevgilinin hayalini çeker. Sevgilinin hayali de sonunda hoşa gitmeyen bir
perde olur.
Meğerki rahmet yağmış olsun.
Nasıl ki Ulu Allah, "Biz Kuran-ı Kadir Gecesinde indirdik"
buyurmuştur. Bu sure kaç ayettir?
Onun on dördüncü gecesi bin
aydan daha aydındır.
Bu aylar arasında bu gece çok
belirli olduğu için gizlenmiştir ki bir gün meydana çıksın ve şu ayette işaret
buyrulan,
"Yazıklar olsun bana ki Allah yönünde kusurlu düştüm Kuran-ı ve müminleri
alay ettim"
(Zümer Sûresi, 56)
anlamındaki pişmanlık feryadı yükseldiği zaman kendini göstersin.
O, ne yönsüz bir yön, ne
tarafsız bir taraftır.
Zamanı gelmeyince ne
yapabilir?
Ancak beni tanımayanların
bana yaptığını yapar.
Ama ben hoşum, nasıl hoş
olmayayım ki, şimdiye kadar her kim beni inkâra kalkıştı ise hemen arkasından
Allah'a yakın yüz bin melek, beni gerçeklemiştir.
Yine bana hiç kimse bir
cefada bulunmadı veya beni kötülemedi ki, Allah hemen arkasından yüz bin türlü
okşayışları ile bana o cefaların karşılığını vermiş olmasın.
Beni tanımayanlar beni inkâr
etmedikçe yüz binlerce gerçek canlarla Allah melekleri de bana görünmez önümde
baş eğmezler.
Şu anlamdaki peygamber sözü
bana çok acayip gelir."Dünya müminin zindanıdır," buyrulmuş.
Ama ben hiç zindan görmedim,
hep hoşluk, hep yücelik, hep devlet gördüm.
Bir kâfir elime su dökse,
Allah katında yaptığı iş beğenilmiş ve günahları yarlıganmış (Af edilmiş) olur,
ama ben, o mutlu ben ki kendimi boş yere hor ve düşkün gördüm.
Acaba niçin yaptım bunu?
Nice zaman kendimi
tanıyamadım, ama yine de o yüceliği, o ululuğu kendimde buldum.
Bu (M. 369) ayakyoluna düşmüş
mücevherden kurtulduğumu sanmıştım.
Hayır, hâşâ öyle değil.
Şimdi hoşça söylüyorum ki
hoşuna gitsin.
Elini uzat ki el sıkışalım!
Bir Müslüman kardeşle el
sıkışırken mırıldandıkça günahlar dökülür. Şimdi sık-sık kımıldanmak gerek.
Ey Müslümanlar kımıldanın ki,
biz de kımıldanalım.
Gerek ki, halk arasında
söylediğim sözü, irkilmeden senin için söylüyorum gibi bilesin.
Senin için söylediğim sözü de
kendin için söylediğimi sanmayasın! İşte bu anlayış iman kuvvetindendir.
Bilsin ki, dost senin için
birtakım sözler söylemiştir, anlamaz mısın? Anlarsan tekrar söyle hangisidir?
Eğer onu söylemek gerekmez
diye korkuyorsan, bil ki sen de karanlık düşünce ile anlayış gücü birbirine
karışmıştır.
Bu ise seni dosttan ayırmak
isteyen bir şeytan şerridir.
Bu sana seslenen bir gulyabani’(Yolu
kesen bir dev) dir.
Seni dosttan ayırır doğru
yoldan yaban tarafına çeker.
O şeytanın sesi, bildiğin
kimselerin sesi gibidir yahut da karları karıştırıp savuran kurt gibi gözleri
bağlamak ve yolu kapamak için uğraşır.
Diyelim ki, size benden, bana
sizden ne getirebilirler?
Bununla beraber hiç
güvenmemelidir.
"Yarlıganmış kimse ile yemek yiyen, şüphe yok ki yarlıganmış tır (Af
edilmiş)."
Buradaki yemekten maksat
ekmek veya azık yemek değil, öteki cihanın yiyeceklerini yemektir.
Nasıl ki başı kesilmiş şehitler
hakkında, "Onlar rızık alırlar, hoşnut ve sevinçlidirler"
gibi işaretler vardır.
Kötülükle emredici olan nefsi
yenilgiye uğratan kimse bu hayatta da şehit ve gazi olur.
Çünkü her kim yarlıganmış bir
kimse ile o yiyecekten yerse Allah onu da yarlıgar.
Yoksa binlerce ikiyüzlü kişi,
binlerce Yahudi Hazreti Muhammed (S.A.) ile yemek yediler.
Ama onların inanışlarına göre
Hazreti Muhammed (S.A.) Allah yönünden yarlıganmış değildi.
Bize göre Hazreti Muhammed'in
(S.A.) yarlıganmış olduğuna inanmak, birlikte yedikleri o manevi gıdayı aynı
kâseden yemiş olmakla doğru sayılır, işte ona inanışın karşılığı budur.
Sağlam inancın nişanı budur.
(Fetih sûresinde, Hazreti Muhammed'in geçmiş ve geçecek
günahlarının bağışlanmış olduğu müjdelenmiştir. Bu nükteye işaret edilmektedir.
(Ç.))
(M. 3?0) Rahman, (Varlıkları koruyan Allah) Arşın üstüne hâkim
oldu," ayetinin tefsire göre mânası bundan başka ne olabilir?
Dış manasını da demişlerdir
ki:
Arş üstüne kurulmak, onu
buyruğu altına almak demektir.
Nasıl ki Bişr kılıç vurmadan,
kan akıtmadan Irak’ı buyruğu altına aldı. Bunun gibi örneklerden kelimenin bu
anlamda kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Kuran'ın şu işaretine
inanırız, nedenini, niteliğini araştırmadan Allah'ın Arş üzerinde ferman
yürüttüğüne olduğu gibi inanırız.
Bu sözden ne anlaşılır?
Bu Tâhâ ayetine, tefsirde ne
demişlerdir?
Buna işin yalnız dış yüzünü
bilenlerden başkaları ne mana vermişlerdir?
Hiç şüphe yok ki, bu da
Allah'ın Kuran'da,:
"Mekke halkı görmediler mi ki biz onların şehrini güvenli bir yer kıldık,
bu şehir çevresinde olanlar ise öldürülürler, tutsak edilirler. Bundan sonra da düzme şeylere inanır, Allah nimetlerini inkâr ederler mi?" (Ankebut Sûresi, 67) anlamındaki ayette işaret buyrulan nüktelerdendir.
Gönül evinin dışında kuruntu
veren şeytanlar, korkular, tehlikeler vardır.
Nasıl ki, "Görülmez şeytanlarla insan şeytanları halkın yüreklerinde
kuruntu verir," (Nas Sûresi, 5) buyrulmuştur.
O ateş içine atılan İbrahim’in
misalinde olduğu gibi, Hakkın terbiyesi altında, kudretin son mertebesindedir.
Nasıl ki Musa Peygamber de
düşman elinde büyüdü.
Biri dedi ki:
Dünyada yaşamak ahrete
gitmekten daha hoştur. Sordum, niçin?
Çünkü dedi, dünyada yaşayan
bir topluluğu uyandırır, Allah'ın lütfü ile gönül hoşluğu bulur.
Evet, ama peygamber Allah'ın lütfünü,
onun halkı uyarmasını bilmiyor muydu ki en yüce arkadaş diye buyurdu.
Dedi ki:
Pazarda öylesine oturmuşsun
ki, sanki pazarı yakacaksın! Nihayet, ey bilgisiz adam!
Dedim aynı yangın içinde
yanıyorsun, ama yanmak ona derler ki senden hiç bir eser kalmasın.
Allah erenlerinde bir kudret
vardır ki belirli ateş içine düşerler de yanmazlar.
Onlar gizlenmiş
insanlardır.(M. 371)
Kerim Ali, benim için
Haricilerdendir, Ali'ye düşmandır diyormuş.
Alâeddin de demiş ki, ben ona
şöyle cevap verdim:
O erkek yapılı Ali'ye düşman
olan kimse böyle mi olur?
Ama Muhammed'in düşmanı ancak
Yahudi'dir.
Yahudi ise erkek sayılmaz.
Ne dişi, ne de erkektir.
Kerim cömerttir, ama ancak
bir şeyini kalenderlerden esirgemez.
Ben onun için kendi
dostlarımla savaşlar ettim; bu onun hakkında iftiradır dedim.
Kıskançlık yüzünden yalan
söylüyorlar.
Müminler Başbuğu Ömer, (Allah
ondan razı olsun) bu kadar yakın bir suç ile hükmetmedi.
Onun hakkında bir şey
söylemedi.
Ben onun yolunda bu kadar
savaşlar ettim.
O bana böyle karşılık verdi.
Benim üstatlık hakkıma karşı
sanmayın ki önümde diz çöker.
Bu kadar sıkıntı çekiyorum.
Onu yetiştirmek için
uğraşıyorum ama bakıyorum ki ondan daha kör kimse yok.
Nihayet aciz kaldım diyordu,
henüz bizim sözlerimizden içlenerek feryat ediyordu.
Bundan sonra ona doğrusunu
söyledim.
Başını önüne eğdi.
Edepsizlik ettimse
pabuçlarını çıkar, başıma yüz pabuç vur, dedi.
Şimdi onu önüme alayım, kendi
isteğiyle tam yüz pabuç vurayım.
Bir tek bile noksan
bırakmayayım.
Kıta:
Bir ülke senin için
sıkıntı konusu, bir topluluk hep sana bakmadaBu devlet işidir.
Bu gün kimin eline
geçer.
Yabancı Din,
tanıdık bir tek olsa
Dostun belâ oku,
sana işte o tanıdığın elinden değer.
Bir alay öğrencilerim vardı,
onlara sevgi ve öğüt verme yolu ile ağır sözler söylüyordum.
O zaman biz onun
çocuklarıyız.
O size sövmüyor, ama belki de
sevdalıdır diyorlardı.
Benim de onlara karşı
beslediğim sevgi azalıyordu. (M. 372)
Çok kuvvetli bir ihtimalle,
Allah'ın has kulları onlardı.
Çünkü kerametleri gizlidir.
Herkese açıklanmaz nasıl ki
onlar da gizlenmişlerdi.
Bazı şeyler var ki,
söyleyemem.
Bunların üçte birini söylesem
işi büyütür, falan adam hep lütuftur, safi lütuftur, derler.
Sanırlar ki, kemal mertebesi
hep lütuf halinde olmaktır.
Hâlbuki iş öyle değildir.
Hep lütuftan ibaret olan
kimse eksiktir.
Hatta Allah hakkında da safi
lütuftur demek yaraşmaz.
Çünkü ondan kahir sıfatını (Zorla
iş gördürme, ezme, helak etme, mahvetme olanağı) kaldırmış olursun.
Belki hem lütuf gerektir hem
kahir, işte bu sıfatlar tam yerli yerinde olmalı.
Bilgisizler için kahir de,
lütuf da lâzımdır.
Ancak yersiz, yolsuz
olmamalı.
Falan kişi demişti ki:
Düşmanlara karşı kahir,
dostlara karşı lütuf herkeste de vardır. Ama herkes, dostunu, düşmanını tanıyamaz.
Eğer her insan dostunu
tanıyabilseydi, Ulu Allah, "Benim de düşmanım,
sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları
dost edinmeyin.
Oysa onlar, size
gelen gerçeği inkâr etmişlerdir."
(Mümtahine Sûresi, 1)
buyurmazdı ve yine ayrıca,
"Şüphesiz eşleriniz ve oğullarınız size
düşman, onlarlar da vardır. Onlardan sakınınız."
(Teğabün Sûresi, 14)
Daha sonra, "Dikkat edin ki, siz onları seversiniz, ama onlar sizi sevmezler."
(Al-i İmran Sûresi, 119) buyurmazdı.
(Yukarıda sözü geçen ayetler
Mekke'den Medine'ye göç ederken mücahitlere engel olmak isteyen aileleri ile İslâm’ın
ilk zamanındaki ikiyüzlülerin şüpheli durumları ve ihanetleri dolayısıyla nazil
olmuş, Peygamberi dikkatli bulundurmak için Vahy olunmuştur.
Şems buna telmih etmek
istiyor. (Ç.)).
"Nasıl ki yüce Peygamberde şöyle buyurmuştur:
Dostunu aşırılıktan uzak olarak sev.
Bir gün ona kin besleyeceğini hesaba kat!
Düşmanına da çok ağır ve sert davranma, ola ki günün birinde dost
olursunuz!"
Yine Ulu Allah Peygamberine,
"Ola ki Allah onlarla (Mekkelilerle) aranızdaki
düşmanlığı dostluğa çevirir,"
(Mümtahine Sûresi, 7)
buyurmuştur.
Şiir:
Dost ile düşmanı
ayırmak yolunu bilseydin,Hayatı iki kere yaşamış olurdun.
Dost görünen
düşmanlar çoktur.
Sana dert ortağı
olacak dost yaraşır.
(M. 373) ikinci defa yaşamak
o kimseye yaraşır ki, ilk benliğinden kurtulamamış, ikinci benliğini
bulamamıştır.
Ancak ikinci hayatı bulan
kimse,
"Biz onu güzel bir hayat ile yaşatacağız," (Nahil Sûresi, 97) yolundaki vaat ile müjdelenmiştir.
O Allah nuru ile görür, dostunu
tanır, düşmanını tanır; kahrı, kahir yerinde, lütfü da lütuf yerinde olur.
Onun kahır de lütfuna
yaraşır.
Her ne kadar gerçekte her
ikisi de tekrarlanır ama er gerektir ki böyle bir topluluğu ve böyle bir ümmeti
(Özel topluluğu) yola getirmek için Hazreti Muhammed (S.A.) ve Hazreti Ali gibi
kılıç çalabilsin.
Bir gün Hazreti Muhammed
(S.A.) dostlarından ayrı-ayrı sordu. Eğilimleri barışa mı, yoksa savaşa mı,
yani barış yolu ile lütfa mı, yoksa savaş yolu ile kahra mı yönelmiştir diye
sınamak istedi.
Çünkü barış isteği ya kötü düşünceden, can sevgisinden başını kurtarmak
arzusundan ileri gelir yahut da iyilik sevgisinden, kerem sabır ve cefaya
katlanmak gibi insanlık ve kahramanlık duygularına dayanır.
Ebubekir'in eğilimini anladı
ki, o kılıç çalma taraflısı değil, merhamet ve yumuşaklık yönünden her birinden
Hazreti Muhammed'in (S.A.) huylarından bir huy vardı.
Onlara ayrı-ayrı sordu:
Eğer benden sonra Halife
olursanız ne yaparsınız?Ömer'den sordu, ben adalet gösteririm, dedi.
İnsafı ancak bunda bulurum.
Doğru söylüyorsun buyurdular.
Zaten senden adalet yağıyor.
Hazreti Ömer, bir zina
suçunun cezasını vermek için oğlunu sopa ile öldürdü.
Ümmet arasında
bozgunculuk olmasın diye bu şiddeti gösterdi.
Sonra (M. 374) Hazreti
Muhammed'e düşmanlık ettiği için kendi babasını öldürdü.
Ebubekir'den sordu, sen ne
yaparsın?
Benim elimden gelirse,
herkesten gizlenir, kimseye görünmeden kendi âlemimde kalmak isterim.
Hazreti Peygamber doğru
söylüyorsun buyurdu.
Bu eğilim sende açıkça
belirmektedir.
O Büyük Bilgin Yukarıda sözü
geçen büyük bilgin, Mevlâna'nın büyük oğlu Sultan Veled'dir.
Babasının emriyle Şems'i
ikinci defa Şam'dan Konya'ya getirirken atının başını çekmiş, kendisi yaya
yürümüştü. (645 Muharrem ayı, 1247 Milâdî) (Ç.)) bu kadar bilgi ve yetkisi ile
beraber Şeyhin atının dizginini tutmuş önünde yürüyordu.
Yolda her an kafasında
şüpheler dolaşır, zaman-zaman şeyhe olan inancı bozulurdu.
Kendi kendine:
Falan şeyh yanına geldi,
selâm verdi ona hiç aldırış etmedi, hâlbuki arkasından başka bir delikanlı
geldi, selâmladı onun selâmını aldı.
Delikanlıya çok
alçakgönüllülük ve iltifat gösterdi.
Nasıl inanayım bu adama, diye
düşünürken tekrar tövbe eder, kendine gelir, dizginlere yapışırdı.
Şeyhin kendisinden yüz
çevirmesinden korkardı.
Böylece bir saat Müslüman,
bir saat kâfir olarak da şeyhin evinin kapısına kadar dizginler omzunda geldi,
ikinci günü de böylece kendi kendine lahavle okuyarak şeyhin ziyaretine gitti
ve bu suretle şeytanın gözünü kör etti.
Şeyhin evinin kapısının önüne
gelince gördü ki, Reisin genç oğlu ile satranç oynuyor, inancı yine sarsıldı.
Bir gece Hazreti Mustafa'yı
(S.A.) rüyasında gördü, istedi ki, koşsun da onu ziyaret etsin.
Hazreti Peygamber (S.A.)
yüzünü öte tarafa çevirdi.
Bunun üzerine feryada
başladı.
Ey Allah elçisi dedi, benden
yüz çevirme!
Hazreti Peygamber (S.A.)
buyurdu ki bizi daha ne kadar inkâr edeceksin?
Bizi daha ne zamana kadar
gerçeklemeyeceksin?
Ey Allah elçisi, dedi, seni
mi inkâr ettim?
Ama sen dostumuzu
inkâr ediyorsun, buyurdular. (M. 375)
Yüzüstü düştü, ağladı, tövbe etti.
Hazreti Muhammed (S.A.) kucağına bir avuç kuru üzüm ve fındık koydu.
Bu halde uykudan uyandı.
Koşup geldiği zaman Şeyhin
henüz oğlanla satranç oynamakta olduğunu gördü.
Eteğinde kuru üzüm vardı.
Tekrar inancı sarsıldı, hemen
geri dönmek istedi.
Şeyh bağırarak:
Daha ne zamana kadar? Dedi. Bari Allah Peygamberinden utan!
Bu sefer koşarak Şeyhin ayağına
kapandı.
Şeyh, o tabakları getirin
diye seslendi.
Gördü ki, o kuru üzümle
fındık tabakların içinde yalnız bir avuç kuru üzümün yeri boş.
Şeyh ona, o bir avuç kuru
üzümü şu tabağa koy ki, Hazreti Mustafa (Ş.A.) onu bu tabaktan almıştı dedi.
Şu saatte bir topluluk
Padişaha giderek (Bizim için) o, mubahçıdır, her şeyi hoş gören bir adamdır,
onun dini ve hali nasıldır bilinmez, derler.
Bir hafta sıcağa gider,
geceli gündüzlü orada kalır.
Bir ayağını genç bir çocuğun,
öteki ayağını Reis oğlunun yanına uzatır.
Önlerinde ateş mangalı hep
kebap pişirirler.
Bir şeftali bir çocuktan, bir
şeftali de ötekinden alır. Başka ne kaldı ki?
Atabey geldi, hamam
penceresinden baktı, gördü.
Çarçabuk geri dönmek istedi.
Şeyh bağırdı:
Ey Türkoğlu, dedi, iyice bak
da ondan sonra git! Ayağını çocuğun yanından kaldırdı, ateş dolu kangala soktu.
Atabey bir kaç kere elini
başına vurarak uzaklaştı.
Daha neler demediler ki:
Minbere çıkar, onun okuduğu
tevhid şu anlamdaki şiirden ibarettir:
Şiir:
O sevgili ki derneğimizin
güzelliği ve süsüdür, Şimdi meclisimizde yok, bilmem nerelerde?
O yüce bir
servidir, dimdik bir boyu vardır.
Onun boyunu
görmeden bizim kıyametimiz kopmasın.(M.
376)
Bu mısraları söyledi ve dedi
ki:
O delikanlı gelmedikçe
konuşma yapmayacağım.
Reis emir verdi, çocuğu
buraya getirin dedi.
Hamamda başına kil sürmüştü.
Hemen başına su döktü ve
dışarı çıktı, vaiz meclisinde hazır oldu. Kürsünün dibinde oturdu.
O zaman konuşmaya başladı.
O gün dedi ki:
Sana bu göz ağrısı bir safa
vermiştir.
Bir kere daha söz almak ve susturmak istedim,
ama içim pek yanıktı.
Dedim ki:
Şimdi tekrar hayretle
görüyorum ki, zevk sahibi olan kimseye zevk yüz
gösterince sözü bağlamak istemez, şüphe yok ki söz sırası bende kaldı.
Çabuk kalktım, ben de bir başkasını
buldum ki hiç bir şeyden anlamaz.
Onunla çok konuştum.
Şaşırdı, bocaladı.
Şimdi dost ile sevgili ile
birlikte iken nasıl sabredebilirim, yabancılarla birlikte olmaya nasıl
sabredebilirim?
Önce sana karşı çok sevgim
vardı.
Ancak görüyordum ki, o vakit
sözün başlangıcında bu işaretlerden anlayacak olgunlukta değildim.
Bunları o zaman söyleseydim
anlamaya güç yetiremezdim!
O zaman ve bu saatte ağzımızı
kapamıştık.
Çünkü o sıralarda sende bu
hal yoktu ki, bunları söyleyebileyim.
Ali benim için bir cemaatin
Bidat'çi dediğini söylüyordu.
Bidatçidir dedikleri
doğrudur, dedim.
Çünkü bir aralık namazda
onların dış görüşlerine göre ağır davranıyordum, bundan dolayı bana böyle
söylüyorlar...
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1.
İyi huylu
dostlarla muhabbet etmenin bizi kötü düşüncelerden uzaklaştıracağını öğrendik.
2.
Geçimi sağlamak
için bir sanat öğrenmemiz gerektiğini öğrendik.
3.
Dostumuzun arkasından
konuşanların bizi birbirimizden ayırmak için kıskançlıklarından konuştuklarını
öğrendik.
4.
Doğru insanları
Allah’ın üstün makama getirdiğini öğrendik.
5.
Gözetlemek
suretiyle yanlışı gören kişinin de aynı yanlışı yapmış hükmünde olacağını
öğrendik.
6.
Başkasının
sövgüsünü bize anlatanın aslında bize sövüyor olduğunu öğrendik.
7.
Kıskançlığın
iyilik yapma yarışında olduğu zaman iyi olduğunu öğrendik.
8.
Tanrı erlerine
soğuk davrananların aslında onlara iyilik ettiğini, Tanrı erinin o kişinin
eğitiminden, doğru yola sokmak uğraşısından kurtardığını öğrendik.
9.
Kitabın yol
gösteren, yolu aydınlatan kişi olduğunu öğrendik.
10.
Bizi kurtaracak
kişinin Allah kulunun yani Allah’a sevgiyle bağlanan insan olduğunu öğrendik.
11.
Allah kulunun
diğer insanlar arasında olduğunu ama herkesin göremediği gizlilik içinde
olduğunu öğrendik.
12.
Hayırlı ve aydın
Kadir gecesi gibi, Allah kullarının
insanlarından gizlenmiş olduğunu öğrendik.
13.
Allah doğru
adamın sözlerini doğru çıkardığını öğrendik.
14.
Allah kuluna
yaklaşanın, temas kuranların günahlarının döküldüğünü öğrendik.
15.
Şems
hazretlerinin sözlerini kendimize söylemiş gibi kabul etmemiz gerektiğini
öğrendik.
16.
Dostun sözünü
anlamamız gerektiğini, anlamıyorsak karanlık düşüncelerimizin anlayışımız ile
birbirine karışmış olduğunu öğrendik.
17.
Karanlık düşüncenin
bizi dosttan ayırmak isteyen şeytanın verdiği vesveseler, kuşkular, endişeler
olduğunu öğrendik.
18.
Ahret rızıklarını
bu dünyada almaya başlayanların günahlarının affedilmiş olduklarını öğrendik.
19.
Allah kulunun
askeri olmadan fetihler yaptığını öğrendik.
20.
Allah kulunun
Hakkın terbiyesinde olarak kuvvetin son kademesinde olduklarını öğrendik.
21.
Tanrı erlerinin
çok kötü ortama düşseler bile zarar görmeyeceklerini öğrendik.
22.
Yahudilerin ne
erkek ne de dişi gibi davranamadıklarını, nasıl davranacağı belli olmayan
insanlar olduklarını öğrendik.
23.
Peygamber
halifelerinin birbiri ile olan ilişkisinin devlet işi olduğundan kişisel
davranış olarak yorumlanamayacağını öğrendik.
24.
Olgunluğun sonuna
kadar gelenlerin hep iyilik yapar olması gerekmediğini öğrendik.
25.
Bilgisizleri yola
koymak için bazılarına iyilikle bazılarını da zorlukla davranılması gerektiğini
öğrendik.
26.
Dostluk
düşmanlığa, düşmanlığın dostluğa dönebileceği ihtimaline göre sınırlı
davranışlar içinde aşırı gitmekten çekinmemiz gerektiğini öğrendik.
27.
Doğduğumuzdan bu
güne bulunduğumuz toplumun tesiriyle kendimize yaraşır bir benlik
bulamadığımızdan, ikinci bir hayat olan Allah kulu olarak vaat edilen güzel
hayata kavuşabileceğimizi öğrendik.
28.
Dert ortağı
olacak kişi ile dost olmamız gerektiğini öğrendik.
29.
Mümin olanları
güzel bir hayat yaşantısı beklediğini öğrendik.
30.
Allah kulunun nur
ile gördüğünden dostunu da düşmanını da tanıyıp onlara uygun davrandıklarını,
Allah’ın verdiği gücü kullandıklarını öğrendik.
31.
Tanrı erinin
yaptığını anlayamadığımızdan onu anlayıncaya kadar hakkında konuşmadan,
düşünmeden anlayacak duruma gelene kadar kendimize zaman kazandırmamız
gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Karanlık düşünce
(Gerçekliğini tanımadığımız, tanımlayamadığımız düşünce) ile anlayış gücü
(Algılayıp, önemseyerek yarar için muhafaza etmek):
Anlayış yolu:
Ayırt etmek ve
ayıklamak>>>>>Fikir üretmek>>>>>>>
Öğrenilenin doğru olduğunu
gerçekleştirmek>>>>>>>>
Gizlenmiş bilgileri fark edip
öğrenmek>>>>>>>>>
Üstü örtülmüş olanın örtüsünü
kaldırmak>>>>>>>
Şüphelerden arınmak>>>>>>>
Okuduğunu görmüş gibi kabul
ederek gerçekleştirmek>>>>>>>>
Dünyaya ait olan aklın son
sınırına gelmek>>>>>>
Ruh hastalığı olan
büyüklenmekten kurtulmak>>>>>>>
İç dinleyişe geçerek kalbe
gelen sözleri değerlendirmek>>>>>>>
Vahy ile gelen sözleri
anlamaya çalışmak>>>>>>
Manaya
erişmek>>>>>>>
Uygunluk aramak (Yer, zaman,
kişi)>>>>>
Doğru kişi ile
paylaşmak>>>>>>
Etki ve yetki sınırını
belirlemek>>>>>>>
Aklı ve istekleri terk
etmek>>>>>>>
Bilgi
toplamak>>>>>>>
Düşünce
oluşturmak>>>>>
Düşüncenin bütünlükte
değerinin saptanması>>>>>
Düşüncenin başka alanda
kullanabilir durumda olmasını sağlamak>>>>>>>>
Uygulamak ve sonucun
görülmesidir.
*
RAVLİ