17 Mayıs 2013 Cuma

KOCASI SEFERE GİDEN NAMUSLU KADIN

Pek güzel bir kadın vardı.
Geceyle gündüz adeta onun saçlarıyla yüzünün bir örneğiydi.

Pek güzeldi, pek hoştu.
İyiliği, Tanrı’dan korkup çekinmesi de bu güzelliğine, bu hoşluğuna eşti.

Güzellikle bütün dünyaya bir bayrak olmuş, her tarafta şöhret kazanmıştı.
Alımlıydı, alımlığıyla beraber tatlıydı da.

O güzelin saçlarının her kılında elliden fazla kıvrım, büklüm vardı, belki atmış tane.
Gözüyle kaşı, Sad’la Nun’a (Arap harfleri) benzerdi.

Çekinme, nun olduğuna nass-ı kaatıı delil (Yüz güzelliğine delil) getir.
İnciler saçan akikini (Göz) açtı mı serkeşleri Hızır’ın abıhayatıyla öldürüldü.

Sedef, sanki onun gülümseyen dudaklarıydı da dişleri de sedefini içindeki inciler.
İnci dişleri, gülümseyen Lâl’linin içinde parlar dururdu.

Çene topağı, gümüşten bir elmaydı adeta.
O elma yüzünden bir bölük halk, dertlere düşmüştü, o da onlar gibi canından bezmişti.

Sözle inciler saçanlar, ona “ Merhume” adını takmışlardı, öyle çağırırlardı onu.
Öyle bir kadındı ki dönüp duran felek, onu aslan gibi erlerden sayardı.

Kadının kocası haccetmek üzere sefere çıkacaktı.
Bir küçük kardeşi vardı.

Fakat pek kötü bir adamdı.
Adeta adamlıktan dışarı bir herifti.

Ona karısını görüp gözetmesini, ihtiyacı olursa para vermesini tembih etti.
Bu tembihleri yapıp hacca gitti.

Kardeşi de onun bu buyruğunu kabul etti.
Hükmüne canla başla uydu.

Kardeşinin karısını görüp gözetti.
Gece gündüz onun işiyle meşgul oldu.

Her an, ona yeni bir şey bulur, yollardı.
Günün birinde kadını nasılsa gördü.

Perde ardından o gönüller yakan güzelin yüzü, gözüne ilişti.
Gönlü elden çıktı, baş aşağı yıkıldı.

Hayır, yanlış söyledim, ne hale geldi, nasıl anlatayım?
O gönüller alan güzelin tuzağına öylesine tutuldu ki.

Akliyle alt üst, bir hayli güreşti ama her an, aşkı biraz daha kızışmaktaydı.
Kadından murat alamıyor, işi düzenine giremiyor, onun için de bir an bile kendisine gelemiyordu.

Aşk üstün olunca akıl alt oldu.
Derhal kadına halini açtı.

Onu zorla, para ile ağlayıp sızlanarak kendisine ram etmeye (Yaklaştırmaya) çalıştı.
Fakat kadın, onu horlayıp defetti.

Dedi ki:
Tanrı’dan utanmaz mısın?
Kardeşine böyle mi hürmet edersin sen?

Dinin diyanetin böyle midir senin?
Kardeşinin emanetine böyle mi riayet edersin?
Yürü, tövbe et, Tanrı’ya dön, bu kötü düşünceden vazgeç.

Adam, kadına, bu sözlerin faydası yok dedi, beni herhalde hoşnut etmelisin.
Yoksa derdinden vazgeçer de sana öyle bir kötülük ederim ki halk içinde rezil, rüsvay olursun.

Şimdi seni helak eder, başına, seni mahvedecek bir iş açarım.
Kadın dedi ki:

Beni mahvedeceğinden hiç korkum yok.
Bu cihanda helak olmam, o cihanda helak olmamdan yeğdir.

O kötü herif, kadın, bu hali kardeşine anlatır diye korktu.
Kendisinden böyle bir şeyi defetmek için derhal gidip para ile dört adam tuttu.

O nursuz pirsiz herifler de bu kadın kötülükte bulundu, zina etti diye    tanıklıkta bulundular.
Kadı, şahadetlerini kabul edip kadının taşlanarak öldürülmesini emretti.

Kadıncağızı sahraya çıkarıp yol başına götürdüler.
Halk, dört yandan taşlamaya koyuldu.

Kadına sayısız taşlar atıldı.
Artık ölmüştür dediler.

Halk ibret alsın diye orada öylece bırakıp gittiler.
Biçare kadın, ovada topraklar içinde kanlara batmış bir halde kaldı.

Gece geçip sabah olunca birazcık kendine geldi.
Ağlayıp inleyerek feryat etmede, nergis gibi gözlerinden erguvana benzer yüzünü lale gibi kanlı gözyaşları dökmekteydi.

Sabah çağı, bir çöl Arab’ı, devesine binmiş, bir yerden gelmekteydi.
O feryadı duyup kendinden geçti.

Deveden inip kadına doğru gitti.
Kadına, sen kimsin ki adeta bir ölüsün, fakat yaşıyorsun.
Bu ne hal? Diye sordu.

Kadın ben hastayım, dermansızım dedi.
Arap ben seni iyileştiririm diyerek hemencecik onu devesine bindirdi, evine götürdü.

Gece gündüz onunla uğraştı nihayet o gönüller aydınlatan güzel iyileşti.
Yeni baştan güzelleşmeye, güzelliği artmaya, âşıklara haldaş, sırdaş olacak hale gelmeye başladı.

Narçiçeğine benzeyen yüzü yine tazeleşti.
Zünnara (Örme kemer) benzeyen saçları yine halkalandı.

Katı taşın içinden lâl nasıl çıkarsa o da taşların altından öyle çıktı.
Arap onun güzelliğini görünce nihayet kanına gireceğini anladı.

Yüzünün aşkıyla kendinden geçti.
Derdinden bedenindeki gömlek kefen kesildi.

Kadına “ Gel, benim helalim ol.
Öldüm, beni vuslatınla dirirt” dedi.

Kadın dedi ki:
Benim kocam var.

Nasıl olur da başka bir kocaya varabilirim?
Fakat sevgi, haddini aşınca Arap, kadını gizlice kendisine çağırdı.

Kadın:
A dinden baş çeken” dedi.
Adil Tanrı’nın hışmından korkmuyor musun?

Beni Allah rızası için baktın, iyileştirdin.
Şimdi aşağılık şeytanın emrine uyuyorsun ha!

Mademki bir hayırda bulundun, ziyan etme hayrını.
İman Kâbe’sini (Gönlü, kalbi) yıkmaya kalkışma.

Ben, bu çeşit bir teklife razı olmadığımdan neler çektim, ne taşlar, topaçlar yedim.

Şimdi sen de bana böyle bir teklifte bulunuyorsun.
Bilmiyor musun ki ben, dini pak bir kadınım?

Beni yüz parça etsen tertemiz vücuduma yine bir leke gelmez.
Bırak.
Bir anlık şehvete uyup ebedi azabı satın alma!

Arap, o temiz yaratılışlı kadının doğruluğunu görüp onu, kendisine kızkardeş edindi.

O düşünceye düştüğüne pişman oldu.
Çünkü o iş, şeytan işiydi.

Arab’ın zenci bir kölesi vardı.
Bir yerdeydi, ansızın çıka geldi.

Kadının yüzünü görünce gönlünü kaptırdı.
Gönlü ve canı yandı, bedeni de mahvoldu gitti.

Gönlü, kadının vuslatını diledi ama bu dileğe ulaşmasına imkan yoktu.
Kadına:

“ Ben geceyim, sen de ay’a benziyorsun.
Neden benimle beraber olmayı istemezsin? Dedi.

Kadın dedi ki:
“ Buna imkân yok.
Efendi de benden bu dilekte bulundu, bir hayli ısrar etti.

O, ay yüzlü biriyken vuslatıma nail olamadı da sen nereden bunu elde edeceksin a kara yüzlü!”

Köle:
“ Beni mahrum ediyorsun ama sen beni bu dertten kurtarmadıkça benden kurtulamazsın.

Sana öyle ercesine bir düzen düzerim ki hemencecik bir yerden, bu yurttan ayrılır, avare olur gidersin” dedi.

Kadın:
“ Ne korkum var” dedi.
“ Dilediğini yap, öleceğimi bile bilsem takdir edilmiş derim, düşünmem, ürkmem bile.

Köle, ona pek kızdı.
Sevgisiyle o haldeydi, şimdi bu hale döndü, ateş kesildi.
Bir gece kızgınlığından, kininden kalktı, Arab’ın karısının güzel bir çocuğu vardı.

Gidip o çocuğu beşikte kesti, öldürdü.
Kanlı palayı da götürüp kadının yastığının altına koydu, gizledi.

Bu suretle çocuğu, kadının öldürdüğünü anlatmak istiyordu.

Seher çağı zavallı yavrucağın anası, süt vermek için uyanınca başını kesilmiş gördü, dertli yüreğinden bir feryat kopardı.

Aleme bir feryattır saldı, ikiye ayrılmış saçlarını kesip beline bağladı.
Bu işi kim işledi, böyle suçsuz bir masumu kim canından etti diye araştırdılar.

Kadının yastığı altında kanlı bir pala bulundu.
Hepsi bu işi kadın yaptı.

O masumu böyle ağlatıp inleterek öldüren be nâbekardır  (Evli olup kocası yanında olmayan)dedi.

Köleyle çocuğun anası, onu öyle bir dövdüler ki anlatmaya imkân yok.
Arap gelip dedi ki:

“ A kadın, ben sana ne kötülük ettim ki sonunda benim ay parçası yavrumu öldürdün, suçsuz bir masumun kanına girmeden korkmadın?

Kadın:
“ Kardeş” dedi.
“ Bunu âlemde kim görmüş, kim işitmiştir.
Tanrı sana aklı onun için verdi ki onunla bir işi düşünüp taşınarak yapasın, akıldan bir fayda elde edesin.

A temiz kişi!
Akıl gözüyle bir bak.
Sen, bana bunca iyiliklerde bulundun.
Beni Tanrı rızası için kardeş edindin, bana birçok lütuflar ettin.
Ona karşılık bu mudur?
Bir düşün.

Çocuğunu öldürmemle hürmetim, itibarım mı artacak?
Arap, akıllı adamdı.

O da kadının dediği şeyleri düşünmüştü zaten.
Anladı ki kadının kabahati yok.

Fakat artık orada oturması da mümkün değil.
Dedi ki:

“ Ne olduysa oldu.
Bundan sonra seni görmeyi gönül istemez.
Karım bunu senden biliyor.

Seni gördükçe daima oğlunu hatırlayacak.
Her an derdi tazelenecek, yası haddinden aşacak.

Sana kötü sözler söyleyecek, seni hoş tutmayacak.
Ben iyi tutsam bile o iyi muamele etmeyecek.
İyisi mi artık sen buradan git.

Ona gizlice üç yüz dirhem (Gümüş para) verdi.
Bunu kendine yol nafakası yap” dedi.

Kadın parayı alıp yola düştü.
Dertli kadıncağız yolda adeta paramparça olmuş, perişan bir halde giderken uzaktan bir köy belirdi.

Yol kenarında bir darağacı kurulmuştu.
İnsanlar her yandan gelmişler, darağacının dibinde toplanmışlardı.

O gün meğerse bir genci, gönlü kanlara bulanmış, ciğeri yanmış bir halde asacaklarmış.
Kadın adamın birine “:

“Bu kimdir, suçu ne, söyle bana” dedi.
Adam dedi ki:

“Köy, bir emirin hası, emir de zulümde eşsiz bir herif.
Bu köyde adet budur, kim haraç vermezse bu zalim, onu darağacına çektirir.
Şimdi bu genci de asacaklar işte”

 Kadın:
 “Muhtaç olduğu para, vermeye mecbur olduğu haraç ne kadar acaba?” dedi.
Bu yıldan yıla belli olur.

Şimdi onun mecbur olduğu haraç, tam üç yüz dirhem dediler.
Kadın, gönlünden hadi bakalım dedi, merhametliysen şimdi onu canla başla satın al!

Sen taşlanmadan, darağacına asılmadan canını kurtardın.
Şimdi canla başla onu darağacından kurtar!

Onlara:
“ Bu parayı verirsem” dedi.
“ Onu bana bağışlarlar mı?”.

Adamlar:
“ Derhal” dediler.

Onlara hemencecik üç yüz dirhemi verdi.
O genç de dertten, beladan kurtuldu.

Kadın parayı verip yollara düştü.
Çocuk da darağacına çekilmekten kurtulunca ok gibi kadının ardından seğirtti.

Kadının yüzünü uzaktan görünce canı ağzına geldi, feryadı göklere ulaştı.
Aklı başından gitti.

“ Beni neden darağacından azletti” diyordu.
Darağacında can verseydim çekeceğim dert, yine bu ay yüzlünün aşkına benzemezdi.
Bu, ondan daha beter!

Kadına bir hayli sözler söyledi, yalvardı yakardı ama fayda etmedi.
Kadın ateş değildi, o duman, nasıl olur da ondan çıkardı?

Kadınla bir hayli gitti, ağlayıp sızladı.
Fakat utangaçlıktan başka eline bir şeycikler girmedi.

Kadın ona dedi ki:
“ Bana böyle mi riayet ediyorsun?

Ben sana bunu yaptım, canını kurtardım.
Şimdi bu mu mükâfatım?”

Genç:
“ Gönlümü de aldın, canımı da.
Nasıl olur da senden ayrılabilir, bir an olsun baş çevirebilirim?” dedi.

Kadın dedi ki:
“ Benden vazgeçmezsen sen bilirsin.
Fakat şunu iyi bil ki bir kıl ucu kadar bile vuslatıma nail olamazsın.”

Bir hayli gittiler, söylediler, işittiler.
Nihayet ikisi de bir deniz kıyısına vardılar.

Kıyıda bir büyük gemi vardı.
İçi malla, tüccarlarla doluydu.

O genç, kadından ümidi kesince tacirlerden birini çağırdı.
Dedi ki:

“ Ay parçası gibi bir halayığım var.
İsyankârlıktan başka suçu yok.

Onun gibi asi görmedim.
Nice bir onun isyanını çekip duracağım!

Eşi yok.
Yok, ama kötü huyundan da hiç memnun değilim doğrusu.
Bir hayli uğraştım, savaştım ama artık niceye dek çekeyim?
Usandım ben.
Dilersen sana satayım.

Kadın tacire “Sakın dedi, beni alma.
Kocam var.

Hürüm ben.
Bu adamın elinden neler çektim.
Nasıl feryada geldim?” bilmezsin.

Tacir, kadının sözlerini işitmedi bile.
Yüz dinara onu satın aldı.

Yüz çeşit hareketle gemiye bindirdi.
Gemi de derhal hareket etti.

Satın alan tacir, kadının boyunu, bosuna, yüzünü, gözünü peçesinin altından görünce candan âşık oldu.

O deniz ortasında gönlü coştu, coştu, köpürdü.
Şehvet timsahı azdı, azdı, kabardı.

Kadına yaklaşıp saldırdı.
Kadın bağırdı:

“ Ey halk, feryadıma yetişin!
Siz Müslüman’sanız, ben de Müslüman’ım.

Sizin imanınız var, benim de imanım var.
Ben hürüm, kocam var.

Doğru tanığım da bu anda ancak Allah.
Sizin de ananız, kız kardeşiniz vardır.

Sizin de perde ardında kızınız vardır.
Birisi,, onlar hakkında böyle bir kötülük düşünse elbette haliniz perişan olur.

Onlara böyle bir şey yapılmasını istemezsiniz de neden bana böyle bir şey yapılmasına razı oluyorsunuz?

Garibim, kadınım, yoksulum, hor hakirim.
Zayıf, aciz, hasta ve perişanım.

Bu, yanan canımı daha fazla incitmeyin.
Bu günün önünde bir de yarın var muhakkak!”

Kadın güzel sözlü, güzel özlü olduğundan gemi halkının yüreği yandı, ona acıdılar.
Hepsi birden ona dost oldular, o dertli kadıncağızı korumaya başladılar.

Fakat kim yüzünü görürse yüzlerce gönülle ona aşık oluyordu.
Nihayet gemidekilerin hepsi birden ona aşık oldu.

Birbirlerine bir hayli ondan bahsettiler.
O aşkı, bir hayli müddet ondan gizlediler.

Her gönülde ona bir iştiyak (Özlem) olduğundan nihayet hep birden birleştiler.
Ansızın kadını ortaya alacaklar, zorla diledikleri şeyi yapacaklardı.

Kadın, o şom (Uğursuz) kişilerin halinden haberdar olunca gönlünün kanıyla denizi kanla buladı adeta.

“Ey sırları bilen Tanrı diye dilini açtı, beni bu kişilerin şerrinden sakla.
İki âlemde  (Madde ve maneviyat) de senden başka kimsem yok.
Bu kafalardan şu hevesi çıkar! 
Kadirsin (Gücün yeter), dilersen bana ölümü nasip edersin.
Zaten ölüm, bu yaşayıştan daha iyidir.
Bugün beni ya kurtar yahut da öldür.
Bu yanıp yakılmaya tahammülüm yok benim.
Beni ne vakte kadar kanlara bulayacaksın?
Benden daha hor, benden daha başı aşağıda bir kimseyi bulamıyor musun?”
Bu sözleri söyleyip kendinden geçti.
Deniz, kadının derdinden dalgalandı.
O yanan suyun içinden bir ateştir çıktı.
Deniz adeta cehennem gibi apaydın bir hale geldi.
Gemidekileri bir an içinde hep birden yaktı, yandırdı, silip süpürdü gitti!
Hepsi de bir an içinde kül oluverdi.
Fakat bütün mallar kaldı, onlara bir şey olmadı.
Bir uçtan bir yeldir zuhur etti, gemiyi kıyıdaki bir şehre doğru sürdü.
Kadın, o külü gemiden attı.
Erler gibi bir erkek elbisesi giyindi.
Halkın aşkından kurtulmak için erkek kıyafetine girdi, o kıyafetle başını yüceltmek istedi.
Şehirden bir hayli halk geldi.
Ay gibi bir oğlan gördüler.
Yapayalnız bir gemiye oturmuş, yanında da dünyalarca mal, denk, denk bağlanmış yığılmış.
O güneş yüzlüden bu hali sordular.
Bu kadar malla yapayalnız nasıl geldin dediler.
Onlara padişah gelmedikçe halimi kimseye söylemem dedi.
Padişaha, bu gün pek gönül aydınlatıcı, pek güzel bir çocuk geldi.
Yapayalnız, bir gemi dolusu da mal var, beraber getirmiş, halini söylemiyor.
Ahvalini anlatmak için seni istiyor.
Gemiye ve gemideki mallara ait sana söyleyecek sözleri var, dediler.
Padişah bu hale şaştı.
Yola düşüp o, zamanede ay gibi güzel kadının yanına vardı.
Akıllı padişah, onun ahvalini sorup soruşturdu.
Kadın dedi ki:
Biz çokluktuk.
Gemiye bindik.
Bir hayli yol aldık, yürüdük.
Gemidekiler, beni görünce hepsi de şehvetle aşık oldular.
Tanrı’ya dua ettim.
Tanrı duamı kabul etti, o bir avuç kötü düşüncelinin şerrini def etti.
Bir ateş zuhur etti, hepsini yaktı.
Beni kurtardı, canımı aydınlattı.
Bir bak da gör.
Şuracıkta hepsi de durmada.
Fakat adam namına bir şey yok, kapkara kömür.
Ben bundan bir ibret aldım, bana bu yeter.
Ben dünya malını istemem.
Hepsini al, sayısız mal bu.
Yalnız senden bir dileğim var benim.
Bana bugün şu deniz kıyısında ibadet için gönüller aydınlatan bir mabet yaptır.
Emret, kötü, iyi, hiç kimsenin benimle alışverişi olmasın.
Kısmet oldukça burada oturayım, gece gündüz Tanrı’ya ibadet edeyim.
Padişahla asker, onun sözlerini duyup kerametleriyle makamlarını görünce hep birden öyle bir inandılar ki hükmüne aykırı hareket oldular.
Oraya öyle bir mabet yaptırdı ki görsen Kâbe dersin.
Kadın oraya gidip ibadete başladı.
Ömrünü kanaatle geçirmeye koyuldu.
Padişah, ecel tuzağına düşünce vezirlerle askerlerini çağırdı.
Onlara dedi ki:
“ Bana şu fikir uygun gelmede:
Dünyadan yüz çevirince bu zahit genç yerime geçsin, size hükmetsin, padişah olsun.
Onun yüzünden halk da rahata kavuşsun.
Ey kavim, bu vasiyetimi tutun.”
Bu sözleri söyleyip pak canını teslim etti.
Yeryüzü, onu içine aldı, gizledi.
Vezirler halk ve beyler, hep bir araya gelip beraberce o kadının yanına gittiler, ahvali anlattılar, padişahın vasiyetini söylediler.
Ona dilediğin hükmü buyurabilirsin.
Çünkü padişahlık senin dediler.
Kadın, saltanata rağbet bile etmedi.
Zahit, nasıl olur da cihana hükmeder, padişah olur?
Dediler ki:
“ Ey Tanrı’ya ibadet eden, cihana hükmet.
Bu bahaneler ne vakte dek sürecek?
Kadın:
“ Mademki çaresiz bunu kabul etmem lazım.
Peki.
Fakat bana ay parçası gibi bir kadın lazım.
Bana eş ve helal olacak bir kız gerek.
Yalnızlıktan usanç geliyor bana” dedi.
Ulular, ona padişahım dediler, bizim hangimizin kızını istiyorsan iste.
Kadın, onlara, yüz kız yollayın dedi, ama hepsi analarıyla beraber gelsin de ben hepsini göreyim, içlerinden dilediğimi seçeyim.
Ulular, gönül isteğiyle hemen o gün yüz tane gönül aydınlatan güzel kız gönderdiler.
Kızlar, analarıyla huzura vardılar.
Utançlarından adeta kendilerinden geçerek geldiler.
Kadın onlara kendini gösterdi.
Kadın olduğunu anlattı:
“ Padişahlık, kadına nasıl yaraşır?
Bu sözü kocalarınıza söyleyin de beni de bu ağır yükten kurtarın artık” dedi.
Kadınlar, şaşırmış bir halde yola düştüler, büyüklere hali anlattılar.
Küçük, büyük, bunu duyan herkes, kadının haline şaşırıp kaldı.
Bu sefer, kadını bir kadın göndererek mademki sen ulu veli ahdimizsin dediler, bize birisini padişah yap.
Yok, buna imkân bulunmazsa ercesine padişahlık et.
Kadın, padişahlık etmesi için makbul kişilerden birini seçti, sonra yine ibadetiyle meşgul oldu.
Kendi eliyle birisini padişah yaptı da saltanat için yerinden bile kımıldamadı.
                                             *
Oğul!
Sen bir ekmek için âlemi alt üst erdesin.
Oysa bu kadınken saltanat için yerinden bile kımıldamadı.
Erkeklerden bir tane böylesini bul da göster bakayım.
Kadının şöhreti âleme yayıldı.
Herkes filan yerde birisi var, ona benzer duası makbul birisi yok.
Bir kadın ama erkekler içinde bile onun nefesine sahip, onun gibi ağzı dualı biri bulunmaz.
Nice inmeli, onun nefesiyle iyileşti, yürüdü, ayağı tuttu diye herkes, adını şanını işitti.
Âleme adı şanı yayıldı.
Kimse onun eşini, benzerini bilmiyordu.
O kadının kocası hacdan gelince hiçbir yerde karısının yüzünü görmedi.
Bir de baktı ki evine sahip olan kalmamış.
Evi barkı yıkılmış.
Kardeşi de kör olmuş, şaşkın bir halde kalakalmış.
Ne eli oynuyor, ne ayağı.
Kötürüm olmuş, oturduğu yere yığılmış!
Gecesini gündüzünü o kadının derdi tutmuş, cehennem azabı eteğine sarılmış!
Gâh kardeşinin hakkı canını yakmada, gâh dermansız derdinden yanıp yakılmada,
Kardeşi karısını sorunca söze başlayıp dedi ki:
Bir sipahiyle zina etti.
Şaşılacak şey şu ki bir topluluk şahitlikte bulundu.
Kadı, bu şahitliği duyunca taşlanmasına hükmetti.
Horlukla taşladılar.
Sen sağ ol, o geçip gitti.
O dosttan ayrılmış er, bu sözü duyunca karısının hem ölümüne, hem de kötülüğüne pek üzüldü.
Hem ağlıyor, hem de dövünüyordu.
Bir bucağa çekilip yas tutmaya koyulmuştu.
Kardeşini de öyle perişan bir halde, dilinden başka bir azası tutmaz görünce dedi ki:
“ Ey elden ayaktan kalmış kişi!
Ben şimdi duydum, falan yerde gün gibi meşhur bir kadın varmış.
Tanrı yanında duası makbulmüş.
Nice körlerin, duasıyla gözleri açılmış.
Nice aciz inmeler, himmetiyle yürümüşler.
Dilersen seni oraya götüreyim.
Belki o kadın seni yürütür, derdine derman olur.
Kardeşinin gönlü, bu sözden hoşlandı.
Aman durma dedi, hemen gidelim.
Ben elden çıktım.
Eğer beni istiyorsan çaresini bul.
O iyi kalpli adamın bir eşeği vardı.
Kardeşini eşeğe bağlayıp yola çıktı.
Yolda tesadüf bu ya, mukaddermiş, bir gece vakti o Araba rastladılar.
Arap pek cömertti.
İkisini de o gece evinde konukladı.
Konuşurken nereye gidiyorsunuz? Dedi.
Adam dedi ki:
Bir şey naklettiler.
Zahit bir kadın varmış, duasıyla birçok körlerin gözleri açılmış, hastalar iyi olmuşlar.
Verdiği muskayla, ettiği dua ile dertlere derman oluyormuş.
Bu benim kardeşim.
Hastalandı, kendisini inme indi, gözleri kör oldu.
O kadına götüreyim de belki duasıyla iyileşir, eli ayağı tutar, gözleri açılır, görür.
Arap dedi ki:
Bir zaman önce buraya pek akıllı bir kadın gelmişti.
Kölem, onu adamakıllı dövdü.
Onun yomsuzluğundan kendisine inme indi, gözleri kör oldu.
Ben de şimdi sizinle onu götüreyim bari.
Belki de duasının bereketiyle iyileşir.
Hep beraber yola düştüler.
Bir hayli konaklık yol aldılar.
Bir köye gelip konakladılar.
Hani bir genci darağacına çekiyordular ya, o köye vardılar işte.
Orada bir oda vardı, orada misafir oldular.
Oda, tam o kervana layık bir odaydı, sahibi de cefacı gençti.
Gençti ama ne tuhaf!
Kötürüm olmuş, yatalak bir haldeydi.
Ne gözü görüyordu, ne eli, ne ayağı tutuyordu.
Birbirlerine halimiz bu dediler, metaımız bu, gamımız da bu.
Mademki bu yolu elde ettik, burada konaklayalım bari.
Gencin bir anası vardı.
O iki elsiz, ayaksızı görünce, dertlerini, uğradıkları belayı sordu.
Onlar da hallerini anlattılar.
Kadıncağız bir hayli ağlayıp dedi ki:
Benim de bu ikisine benzer bir oğlum var.
Ben de sizinle geleyim.
O da yerinden davrandı.
Oğlunu bir katıra bağladı.
Üçü de beraberce yola düzüldüler.
Nihayet bir seher çağı o kadının huzuruna vardılar.
Seher çağı, devlet sabahı nefes almıştı.
Zahit kadın, halvetinden dışarı çıktı.
Uzaktan kocasını gördü, sevincinden secdeye kapandı.
Bir hayli ağladı, şimdi utancımdan dedi, nasıl dışarı çıkayım?
Kocama ne yapayım?
Yahut ne diyeyim?
 Yüzümü göstermeye kudretim yok.
Biraz geri bakınca o üç kişiyi, canının kanına düşman olan o üç adamı gördü.
İçinden hah dedi, işte bu bana kâfi.
Kocam, şahitleri kendisiyle beraber getirdi.
Bu üçünün pek suçlu olduğuna elleriyle ayakları şahit,
Her üçünün de gözlerini görmekteyim.
Ne isteyeyim, ne diyeyim ben?
Bana bu şahitler yeter ey Tanrım!
Kadın geldi, kocasının yüzüne baktı, fakat kendi yüzünde bir peçe vardı.
Dedi ki:
Ne istiyorsun?
O ilahi er cevap verdi:
Buraya bir dua istemeye geldim.
Gözleri kör olmuş, belalara uğramış bir hastam var.
Kadın, bu adam günahkâr dedi, günahını söylerse bu çaresiz dertten kurtulur.
Yok, söylemezse öyle kör, kötürüm kalır.
Hacı, kardeşine:
“ Neden böyle aciz bir hale geldin, dermana muhtaç oldun?
Günahını söyle de kurtul.
Yoksa gamla eş olur böyle kalırsın.
Kardeşi dedi ki:
Yüz yıl derde, mihnete düşüp çekmek, bunu söylemekten daha iyi bence!
Bir hayli ısrar ettiler.
Nihayet baştan sonuna kadar yaptıklarını anlattı.
İşte ben dedi, bu suç yüzünden böyle kötürüm olup kaldım.
Artık sen beni ister öldür, ister bağışla.
Kardeşi bir müddet düşündü.
Bu hal ona çok ağır geldi ama gönlünden, karım ölmüş gitmiş.
Bari kardeşimi kurtarayım dedi.
Nihayet onu bağışladı.
Kadın da dua etti, derhal onu yüzlerce beladan kurtardı.
Ayağı yürümeye, eli tutmaya, gözleri görmeye başladı.
Ondan sonra o Arap, köleden, suçunu doğruca söylemesini istedi.
Köle beni öldürsen dedi, yine suçumu söylemem.
Bunun üzerine Arap, doğru söyle dedi, bu gün benden korkmana lüzum yok.
Ben seni affettim zaten.
Neden korkuyor, niçin bahaneler buluyorsun?
Hâsılı köle de sırrı açıkça söyledi.
Çocuğunu beşikte ben öldürdüm.
O katillikte kadının hiçbir suçu yoktu.
Kendi şom (Uğursuz) fiilimin cezasına uğradım, dedi.
Kadın onun da doğruluğunu görünce dua etti, hem gözleri açıldı, gördü, hem de dileği kabul oldu.
O kocakarı da oğlunu getirdi.
O da günahını söyledi.
Bir kadın derdime çare bulmuş, beni darağacından satın almış ölümden kurtarmıştı.
Kadın, canımı satın aldı da ben tuttum, onu sattım diye hikayeyi kısa anlattı.
Kadın ona da dua etti.
O genç de bir anda gördü, yürüdü.
Ondan sonra hepsini dışarı çıkardı, kocasına sen dur dedi.
Onun karşısında yüzündeki peçeyi açtı.
Adam kadının yüzünü görünce bir nara attı, kendinden geçti.
Kendine gelince kadın, yanına gelip ne oldu sana dedi, neden birden nara atarak yerlere düştün?
Adam, bir karım vardı dedi, seni o sandım.
Her tarafın tıpkı tıpkısına o, arada kıl kadar bile bir fark yok sanki.
Sözde, yüzde, boyda, yürüyüşte tıpkı osun sen.
Eğer toprakta çürümemiş olsaydı bu dertli adam, sana karım derdi!
Karısı dedi ki:
Ey er!
Müjde olsun sana ki o kadın, ne yanlış bir harekette bulundu, ne zina etti.
O kadın benim işte.
Kendimi din yoluna teslim ettim.
Ne taşla öldürüldüm, ne de öldüm.
Tanrı, beni birçok zahmetlerden kurtardı.
Lütfuyla nihayet bu bucağa eriştirdi.
Şimdi de, Tanrı’ya her an yüzlerce hamd olsun, bana bunu kısmet etti, beni sana kavuşturdu.
Adam topraklara kapanıp secde etti.
Dilini açıp ey pak Tanrı dedi!
Dilim sana nasıl şükretsin?
Bu, gönlümün bile haddi değil, canımın bile harcı değil.
Gidip yoldaşlarını çağırdı.
Hikâyeyi anlattı.
İyi, kötü o macerayı nakletti.
Hâsılı bir coşkunluk, bir feryattır koptu, her dilden ta göklere dek yüceldi.
Köle de, kardeşi de, o genç de utandılar ama sevindiler de.
Çünkü önce o kadın, onları utandırmıştı ama sonunda onları iyi etmiş, onlara hakkını helal eylemişti.
Kadın, kocasını padişah yaptı, Arab’a da vezirlik verdi.
O yapının temelini kutlulukla kurdu.
Kendisi yine oracıkta ibadetine koyuldu.
  İLAHİNAME1.FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.E. B. YAY. 392
(Bu kitabı evinde bulundurmanı önemle öneririm)
                               *
RAVLİ
 

 

Popüler Yayınlar