Geceyle gündüz adeta onun saçlarıyla yüzünün bir örneğiydi.
Pek güzeldi, pek hoştu.
İyiliği, Tanrı’dan korkup
çekinmesi de bu güzelliğine, bu hoşluğuna eşti.
Güzellikle bütün dünyaya bir
bayrak olmuş, her tarafta şöhret kazanmıştı.
Alımlıydı, alımlığıyla
beraber tatlıydı da.
O güzelin saçlarının her kılında elliden fazla kıvrım, büklüm
vardı, belki atmış tane.
Gözüyle kaşı, Sad’
Çekinme, nun olduğuna nass-ı
kaatıı delil (Yüz güzelliğine delil) getir.
İnciler saçan akikini (Göz) açtı mı serkeşleri Hızır’ın abıhayatıyla
öldürüldü.
Sedef, sanki onun gülümseyen
dudaklarıydı da dişleri de sedefini içindeki inciler.
İnci dişleri,
gülümseyen Lâl’linin içinde parlar dururdu.
Çene topağı, gümüşten bir elmaydı adeta.
O elma yüzünden bir bölük
halk, dertlere düşmüştü, o da onlar gibi canından bezmişti.
Sözle inciler saçanlar, ona “
Merhume” adını takmışlardı, öyle çağırırlardı onu.
Öyle bir kadındı ki dönüp
duran felek, onu aslan gibi erlerden sayardı.
Kadının kocası haccetmek
üzere sefere çıkacaktı.
Bir küçük kardeşi vardı.
Fakat pek kötü bir adamdı.
Adeta adamlıktan dışarı bir
herifti.
Ona karısını görüp
gözetmesini, ihtiyacı olursa para vermesini tembih etti.
Bu tembihleri yapıp hacca
gitti.
Kardeşi de onun bu buyruğunu
kabul etti.
Hükmüne canla başla uydu.
Kardeşinin karısını görüp
gözetti.
Gece gündüz onun işiyle
meşgul oldu.
Her an, ona yeni bir şey
bulur, yollardı.
Günün birinde kadını nasılsa
gördü.
Perde ardından o gönüller
yakan güzelin yüzü, gözüne ilişti.
Gönlü elden çıktı, baş aşağı
yıkıldı.
Hayır, yanlış söyledim, ne
hale geldi, nasıl anlatayım?
O gönüller alan güzelin
tuzağına öylesine tutuldu ki.
Akliyle alt üst, bir hayli
güreşti ama her an, aşkı biraz daha kızışmaktaydı.
Kadından murat alamıyor, işi
düzenine giremiyor, onun için de bir an bile kendisine gelemiyordu.
Aşk üstün olunca
akıl alt oldu.
Derhal kadına halini açtı.
Onu zorla, para ile ağlayıp
sızlanarak kendisine ram etmeye (Yaklaştırmaya)
çalıştı.
Fakat kadın, onu horlayıp
defetti.
Dedi ki:
Tanrı’dan utanmaz mısın?Kardeşine böyle mi hürmet edersin sen?
Dinin diyanetin böyle midir
senin?
Kardeşinin emanetine böyle mi
riayet edersin?Yürü, tövbe et, Tanrı’ya dön, bu kötü düşünceden vazgeç.
Adam, kadına, bu sözlerin
faydası yok dedi, beni herhalde hoşnut etmelisin.
Yoksa derdinden vazgeçer de
sana öyle bir kötülük ederim ki halk içinde rezil, rüsvay olursun.
Şimdi seni helak eder,
başına, seni mahvedecek bir iş açarım.
Kadın dedi ki:
Beni mahvedeceğinden hiç
korkum yok.
Bu cihanda helak olmam, o
cihanda helak olmamdan yeğdir.
O kötü herif, kadın, bu hali
kardeşine anlatır diye korktu.
Kendisinden böyle bir şeyi
defetmek için derhal gidip para ile dört adam tuttu.
O nursuz pirsiz herifler de
bu kadın kötülükte bulundu, zina etti diye
tanıklıkta bulundular.
Kadı, şahadetlerini kabul
edip kadının taşlanarak öldürülmesini emretti.
Kadıncağızı sahraya çıkarıp
yol başına götürdüler.
Halk, dört yandan taşlamaya
koyuldu.
Kadına sayısız taşlar atıldı.
Artık ölmüştür dediler.
Halk ibret alsın diye orada
öylece bırakıp gittiler.
Biçare kadın, ovada topraklar
içinde kanlara batmış bir halde kaldı.
Gece geçip sabah olunca
birazcık kendine geldi.
Ağlayıp inleyerek feryat
etmede, nergis gibi gözlerinden erguvana benzer yüzünü lale gibi kanlı
gözyaşları dökmekteydi.
Sabah çağı, bir çöl Arab’ı,
devesine binmiş, bir yerden gelmekteydi.
O feryadı duyup kendinden
geçti.
Deveden inip kadına doğru
gitti.
Kadına, sen kimsin ki adeta
bir ölüsün, fakat yaşıyorsun.Bu ne hal? Diye sordu.
Kadın ben hastayım,
dermansızım dedi.
Arap ben seni iyileştiririm
diyerek hemencecik onu devesine bindirdi, evine götürdü.
Gece gündüz onunla uğraştı
nihayet o gönüller aydınlatan güzel iyileşti.
Yeni baştan güzelleşmeye,
güzelliği artmaya, âşıklara haldaş, sırdaş olacak hale gelmeye başladı.
Narçiçeğine benzeyen yüzü
yine tazeleşti.
Zünnara (Örme kemer) benzeyen
saçları yine halkalandı.
Katı taşın içinden lâl nasıl
çıkarsa o da taşların altından öyle çıktı.
Arap onun güzelliğini görünce
nihayet kanına gireceğini anladı.
Yüzünün aşkıyla kendinden
geçti.
Derdinden bedenindeki gömlek
kefen kesildi.
Kadına “ Gel, benim helalim
ol.
Öldüm, beni vuslatınla
dirirt” dedi.
Kadın dedi ki:
Benim kocam var.
Nasıl olur da başka bir kocaya
varabilirim?
Fakat sevgi, haddini aşınca Arap, kadını gizlice kendisine çağırdı.
Kadın:
A dinden baş çeken” dedi.Adil Tanrı’nın hışmından korkmuyor musun?
Beni Allah rızası için
baktın, iyileştirdin.
Şimdi aşağılık şeytanın
emrine uyuyorsun ha!
Mademki bir hayırda bulundun,
ziyan etme hayrını.
İman Kâbe’sini (Gönlü, kalbi) yıkmaya kalkışma.
Ben, bu çeşit bir teklife
razı olmadığımdan neler çektim, ne taşlar, topaçlar yedim.
Şimdi sen de bana böyle bir
teklifte bulunuyorsun.
Bilmiyor musun ki ben, dini
pak bir kadınım?
Beni yüz parça etsen tertemiz
vücuduma yine bir leke gelmez.
Bırak.Bir anlık şehvete uyup ebedi azabı satın alma!
Arap, o temiz yaratılışlı
kadının doğruluğunu görüp onu, kendisine kızkardeş edindi.
O düşünceye düştüğüne pişman
oldu.
Çünkü o iş, şeytan işiydi.
Arab’ın zenci bir kölesi
vardı.
Bir yerdeydi, ansızın çıka
geldi.
Kadının yüzünü görünce
gönlünü kaptırdı.
Gönlü ve canı yandı, bedeni
de mahvoldu gitti.
Gönlü, kadının vuslatını
diledi ama bu dileğe ulaşmasına imkan yoktu.
Kadına:
“ Ben geceyim, sen de ay’a
benziyorsun.
Neden benimle beraber olmayı
istemezsin? Dedi.
Kadın dedi ki:
“ Buna imkân yok.Efendi de benden bu dilekte bulundu, bir hayli ısrar etti.
O, ay yüzlü biriyken
vuslatıma nail olamadı da sen nereden bunu elde edeceksin a kara yüzlü!”
Köle:
“ Beni mahrum ediyorsun ama
sen beni bu dertten kurtarmadıkça benden kurtulamazsın.
Sana öyle ercesine bir düzen
düzerim ki hemencecik bir yerden, bu yurttan ayrılır, avare olur gidersin”
dedi.
Kadın:
“ Ne korkum var” dedi.“ Dilediğini yap, öleceğimi bile bilsem takdir edilmiş derim, düşünmem, ürkmem bile.
Köle, ona pek kızdı.
Sevgisiyle o haldeydi, şimdi
bu hale döndü, ateş kesildi.Bir gece kızgınlığından, kininden kalktı, Arab’ın karısının güzel bir çocuğu vardı.
Gidip o çocuğu beşikte kesti,
öldürdü.
Kanlı palayı da götürüp
kadının yastığının altına koydu, gizledi.
Bu suretle çocuğu, kadının
öldürdüğünü anlatmak istiyordu.
Seher çağı zavallı
yavrucağın anası, süt vermek için uyanınca başını kesilmiş gördü, dertli
yüreğinden bir feryat kopardı.
Aleme bir feryattır saldı,
ikiye ayrılmış saçlarını kesip beline bağladı.
Bu işi kim işledi, böyle
suçsuz bir masumu kim canından etti diye araştırdılar.
Kadının yastığı altında kanlı
bir pala bulundu.
Hepsi bu işi kadın yaptı.
O masumu böyle ağlatıp
inleterek öldüren be nâbekardır (Evli olup kocası yanında olmayan)dedi.
Köleyle çocuğun anası, onu
öyle bir dövdüler ki anlatmaya imkân yok.
Arap gelip dedi ki:
“ A kadın, ben sana ne
kötülük ettim ki sonunda benim ay parçası yavrumu öldürdün, suçsuz bir masumun
kanına girmeden korkmadın?
Kadın:
“ Kardeş” dedi.“ Bunu âlemde kim görmüş, kim işitmiştir.
Tanrı sana aklı onun için verdi ki onunla bir işi düşünüp taşınarak yapasın, akıldan bir fayda elde edesin.
A temiz kişi!
Akıl gözüyle bir bak.Sen, bana bunca iyiliklerde bulundun.
Beni Tanrı rızası için kardeş edindin, bana birçok lütuflar ettin.
Ona karşılık bu mudur?
Bir düşün.
Çocuğunu öldürmemle hürmetim,
itibarım mı artacak?
Arap, akıllı adamdı.
O da kadının dediği şeyleri
düşünmüştü zaten.
Anladı ki kadının kabahati
yok.
Fakat artık orada oturması da
mümkün değil.
Dedi ki:
“ Ne olduysa oldu.
Bundan sonra seni görmeyi
gönül istemez.Karım bunu senden biliyor.
Seni gördükçe daima oğlunu
hatırlayacak.
Her an derdi tazelenecek,
yası haddinden aşacak.
Sana kötü sözler söyleyecek,
seni hoş tutmayacak.
Ben iyi tutsam bile o iyi
muamele etmeyecek.İyisi mi artık sen buradan git.
Ona gizlice üç yüz dirhem (Gümüş para) verdi.
Bunu kendine yol nafakası yap” dedi.
Kadın parayı alıp yola düştü.
Dertli kadıncağız yolda adeta
paramparça olmuş, perişan bir halde giderken uzaktan bir köy belirdi.
Yol kenarında bir darağacı
kurulmuştu.
İnsanlar her yandan gelmişler,
darağacının dibinde toplanmışlardı.
O gün meğerse bir genci,
gönlü kanlara bulanmış, ciğeri yanmış bir halde asacaklarmış.
Kadın adamın birine “:
“Bu kimdir, suçu ne, söyle
bana” dedi.
Adam dedi ki:
“Köy, bir emirin hası, emir
de zulümde eşsiz bir herif.
Bu köyde adet budur, kim
haraç vermezse bu zalim, onu darağacına çektirir.Şimdi bu genci de asacaklar işte”
Kadın:
“Muhtaç olduğu para, vermeye mecbur olduğu
haraç ne kadar acaba?” dedi.Bu yıldan yıla belli olur.
Şimdi onun mecbur olduğu
haraç, tam üç yüz dirhem dediler.
Kadın, gönlünden hadi bakalım
dedi, merhametliysen şimdi onu canla başla satın
al!
Sen taşlanmadan, darağacına
asılmadan canını kurtardın.
Şimdi canla başla onu
darağacından kurtar!
Onlara:
“ Bu parayı verirsem” dedi.“ Onu bana bağışlarlar mı?”.
Adamlar:
“ Derhal” dediler.
Onlara hemencecik üç yüz
dirhemi verdi.
O genç de dertten, beladan
kurtuldu.
Kadın parayı verip yollara
düştü.
Çocuk da darağacına
çekilmekten kurtulunca ok gibi kadının ardından seğirtti.
Kadının yüzünü uzaktan
görünce canı ağzına geldi, feryadı göklere ulaştı.
Aklı başından gitti.
“ Beni neden darağacından
azletti” diyordu.
Darağacında can verseydim
çekeceğim dert, yine bu ay yüzlünün aşkına benzemezdi.Bu, ondan daha beter!
Kadına bir hayli sözler
söyledi, yalvardı yakardı ama fayda etmedi.
Kadın ateş değildi, o duman,
nasıl olur da ondan çıkardı?
Kadınla bir hayli gitti,
ağlayıp sızladı.
Fakat utangaçlıktan başka
eline bir şeycikler girmedi.
Kadın ona dedi ki:
“ Bana böyle mi riayet
ediyorsun?
Ben sana bunu yaptım, canını
kurtardım.
Şimdi bu mu mükâfatım?”
Genç:
“ Gönlümü de aldın, canımı
da.Nasıl olur da senden ayrılabilir, bir an olsun baş çevirebilirim?” dedi.
Kadın dedi ki:
“ Benden vazgeçmezsen sen
bilirsin.Fakat şunu iyi bil ki bir kıl ucu kadar bile vuslatıma nail olamazsın.”
Bir hayli gittiler,
söylediler, işittiler.
Nihayet ikisi de bir deniz
kıyısına vardılar.
Kıyıda bir büyük gemi vardı.
İçi malla, tüccarlarla
doluydu.
O genç, kadından ümidi
kesince tacirlerden birini çağırdı.
Dedi ki:
“ Ay parçası gibi bir
halayığım var.
İsyankârlıktan başka suçu
yok.
Onun gibi asi görmedim.
Nice bir onun isyanını çekip
duracağım!
Eşi yok.
Yok, ama kötü huyundan da hiç
memnun değilim doğrusu.Bir hayli uğraştım, savaştım ama artık niceye dek çekeyim?
Usandım ben.
Dilersen sana satayım.
Kadın tacire “Sakın dedi,
beni alma.
Kocam var.
Hürüm ben.
Bu adamın elinden neler
çektim.Nasıl feryada geldim?” bilmezsin.
Tacir, kadının sözlerini
işitmedi bile.
Yüz dinara onu satın aldı.
Yüz çeşit hareketle gemiye
bindirdi.
Gemi de derhal hareket etti.
Satın alan tacir, kadının
boyunu, bosuna, yüzünü, gözünü peçesinin altından görünce candan âşık oldu.
O deniz ortasında gönlü
coştu, coştu, köpürdü.
Şehvet timsahı azdı, azdı,
kabardı.
Kadına yaklaşıp saldırdı.
Kadın bağırdı:
“ Ey halk, feryadıma yetişin!
Siz Müslüman’sanız, ben de
Müslüman’ım.
Sizin imanınız var, benim de
imanım var.
Ben hürüm, kocam var.
Doğru tanığım da bu anda
ancak Allah.
Sizin de ananız, kız
kardeşiniz vardır.
Sizin de perde ardında
kızınız vardır.
Birisi,, onlar hakkında böyle
bir kötülük düşünse elbette haliniz perişan olur.
Onlara böyle bir şey
yapılmasını istemezsiniz de neden bana böyle bir şey yapılmasına razı
oluyorsunuz?
Garibim, kadınım, yoksulum,
hor hakirim.
Zayıf, aciz, hasta ve
perişanım.
Bu, yanan canımı daha fazla
incitmeyin.
Bu günün önünde bir de yarın
var muhakkak!”
Kadın güzel sözlü, güzel özlü
olduğundan gemi halkının yüreği yandı, ona acıdılar.
Hepsi birden ona dost
oldular, o dertli kadıncağızı korumaya başladılar.
Fakat kim yüzünü görürse
yüzlerce gönülle ona aşık oluyordu.
Nihayet gemidekilerin hepsi
birden ona aşık oldu.
Birbirlerine bir hayli ondan
bahsettiler.
O aşkı, bir hayli müddet
ondan gizlediler.
Her gönülde ona bir iştiyak (Özlem) olduğundan nihayet hep birden birleştiler.
Ansızın kadını ortaya
alacaklar, zorla diledikleri şeyi yapacaklardı.
Kadın, o şom (Uğursuz)
kişilerin halinden haberdar olunca gönlünün kanıyla denizi kanla buladı adeta.
İki âlemde (Madde ve maneviyat)
de senden başka kimsem yok.
Bu kafalardan şu hevesi
çıkar!
Kadirsin (Gücün yeter),
dilersen bana ölümü nasip edersin.
Zaten ölüm, bu yaşayıştan
daha iyidir.
Bugün beni ya kurtar yahut da
öldür.
Bu yanıp yakılmaya tahammülüm
yok benim.
Beni ne vakte kadar kanlara
bulayacaksın?
Benden daha hor, benden daha
başı aşağıda bir kimseyi bulamıyor musun?”
Bu sözleri söyleyip kendinden
geçti.
Deniz, kadının derdinden
dalgalandı.
O yanan suyun içinden bir
ateştir çıktı.
Deniz adeta cehennem gibi
apaydın bir hale geldi.
Gemidekileri bir an içinde
hep birden yaktı, yandırdı, silip süpürdü gitti!
Hepsi de bir an içinde kül
oluverdi.
Fakat bütün mallar kaldı,
onlara bir şey olmadı.
Bir uçtan bir yeldir zuhur
etti, gemiyi kıyıdaki bir şehre doğru sürdü.
Kadın, o külü gemiden attı.
Erler gibi bir erkek elbisesi
giyindi.
Halkın aşkından kurtulmak
için erkek kıyafetine girdi, o kıyafetle başını yüceltmek istedi.
Şehirden bir hayli halk
geldi.
Ay gibi bir oğlan gördüler.
Yapayalnız bir gemiye
oturmuş, yanında da dünyalarca mal, denk, denk bağlanmış yığılmış.
O güneş yüzlüden bu hali
sordular.
Bu kadar malla yapayalnız
nasıl geldin dediler.
Onlara padişah gelmedikçe
halimi kimseye söylemem dedi.
Padişaha, bu gün pek gönül
aydınlatıcı, pek güzel bir çocuk geldi.
Yapayalnız, bir gemi dolusu
da mal var, beraber getirmiş, halini söylemiyor.
Ahvalini anlatmak için seni
istiyor.
Gemiye ve gemideki mallara
ait sana söyleyecek sözleri var, dediler.
Padişah bu hale şaştı.
Yola düşüp o, zamanede ay
gibi güzel kadının yanına vardı.
Akıllı padişah, onun ahvalini
sorup soruşturdu.
Kadın dedi ki:
Biz çokluktuk.
Gemiye bindik.
Bir hayli yol aldık, yürüdük.
Gemidekiler, beni görünce
hepsi de şehvetle aşık oldular.
Tanrı’ya dua ettim.
Tanrı duamı kabul etti, o bir
avuç kötü düşüncelinin şerrini def etti.
Bir ateş zuhur etti, hepsini
yaktı.
Beni kurtardı, canımı
aydınlattı.
Bir bak da gör.
Şuracıkta hepsi de durmada.
Fakat adam namına bir şey
yok, kapkara kömür.
Ben bundan bir ibret aldım,
bana bu yeter.
Ben dünya malını istemem.
Hepsini al, sayısız mal bu.
Yalnız senden bir dileğim var
benim.
Bana bugün şu deniz kıyısında
ibadet için gönüller aydınlatan bir mabet yaptır.
Emret, kötü, iyi, hiç
kimsenin benimle alışverişi olmasın.
Kısmet oldukça burada
oturayım, gece gündüz Tanrı’ya ibadet edeyim.
Padişahla asker, onun
sözlerini duyup kerametleriyle makamlarını görünce hep birden öyle bir
inandılar ki hükmüne aykırı hareket oldular.
Oraya öyle bir mabet yaptırdı
ki görsen Kâbe dersin.
Kadın oraya gidip ibadete
başladı.
Ömrünü kanaatle
geçirmeye koyuldu.
Padişah, ecel tuzağına
düşünce vezirlerle askerlerini çağırdı.
Onlara dedi ki:
“ Bana şu fikir uygun
gelmede:
Dünyadan yüz çevirince bu
zahit genç yerime geçsin, size hükmetsin, padişah olsun.
Onun yüzünden halk da rahata
kavuşsun.
Ey kavim, bu vasiyetimi
tutun.”
Bu sözleri söyleyip pak
canını teslim etti.
Yeryüzü, onu içine aldı,
gizledi.
Vezirler halk ve beyler, hep
bir araya gelip beraberce o kadının yanına gittiler, ahvali anlattılar,
padişahın vasiyetini söylediler.
Ona dilediğin hükmü
buyurabilirsin.
Çünkü padişahlık senin
dediler.
Kadın, saltanata rağbet bile
etmedi.
Zahit, nasıl olur da cihana
hükmeder, padişah olur?
Dediler ki:
“ Ey Tanrı’ya ibadet eden,
cihana hükmet.
Bu bahaneler ne vakte dek
sürecek?
Kadın:
“ Mademki çaresiz bunu kabul
etmem lazım.
Peki.
Fakat bana ay parçası gibi
bir kadın lazım.
Bana eş ve helal olacak bir
kız gerek.
Yalnızlıktan usanç geliyor
bana” dedi.
Ulular, ona padişahım
dediler, bizim hangimizin kızını istiyorsan iste.
Kadın, onlara, yüz kız
yollayın dedi, ama hepsi analarıyla beraber gelsin de ben hepsini göreyim,
içlerinden dilediğimi seçeyim.
Ulular, gönül isteğiyle hemen
o gün yüz tane gönül aydınlatan güzel kız gönderdiler.
Kızlar, analarıyla huzura
vardılar.
Utançlarından adeta kendilerinden
geçerek geldiler.
Kadın onlara kendini
gösterdi.
Kadın olduğunu anlattı:
“ Padişahlık, kadına nasıl
yaraşır?
Bu sözü kocalarınıza söyleyin
de beni de bu ağır yükten kurtarın artık” dedi.
Kadınlar, şaşırmış bir halde
yola düştüler, büyüklere hali anlattılar.
Küçük, büyük, bunu duyan
herkes, kadının haline şaşırıp kaldı.
Bu sefer, kadını bir kadın
göndererek mademki sen ulu veli ahdimizsin dediler, bize birisini padişah yap.
Yok, buna imkân bulunmazsa
ercesine padişahlık et.
Kadın, padişahlık etmesi için
makbul kişilerden birini seçti, sonra yine ibadetiyle meşgul oldu.
Kendi eliyle birisini padişah
yaptı da saltanat için yerinden bile kımıldamadı.
*
Oğul!
Sen bir ekmek için âlemi alt
üst erdesin.
Oysa bu kadınken saltanat
için yerinden bile kımıldamadı.
Erkeklerden bir tane
böylesini bul da göster bakayım.
Kadının şöhreti âleme yayıldı.
Herkes filan yerde birisi
var, ona benzer duası makbul birisi yok.
Bir kadın ama erkekler içinde
bile onun nefesine sahip, onun gibi ağzı dualı biri bulunmaz.
Nice inmeli, onun nefesiyle
iyileşti, yürüdü, ayağı tuttu diye herkes, adını şanını işitti.
Âleme adı şanı yayıldı.
Kimse onun eşini, benzerini
bilmiyordu.
O kadının kocası hacdan
gelince hiçbir yerde karısının yüzünü görmedi.
Bir de baktı ki evine sahip
olan kalmamış.
Evi barkı yıkılmış.
Kardeşi de kör olmuş, şaşkın
bir halde kalakalmış.
Ne eli oynuyor, ne ayağı.
Kötürüm olmuş, oturduğu
yere yığılmış!
Gecesini gündüzünü o kadının
derdi tutmuş, cehennem azabı eteğine sarılmış!
Gâh kardeşinin hakkı canını
yakmada, gâh dermansız derdinden yanıp yakılmada,
Kardeşi karısını sorunca söze
başlayıp dedi ki:
Bir sipahiyle zina etti.
Şaşılacak şey şu ki bir
topluluk şahitlikte bulundu.
Kadı, bu şahitliği duyunca
taşlanmasına hükmetti.
Horlukla taşladılar.
Sen sağ ol, o geçip gitti.
O dosttan ayrılmış er, bu
sözü duyunca karısının hem ölümüne, hem de kötülüğüne pek üzüldü.
Hem ağlıyor, hem de
dövünüyordu.
Bir bucağa çekilip yas
tutmaya koyulmuştu.
Kardeşini de öyle perişan bir
halde, dilinden başka bir azası tutmaz görünce dedi ki:
“ Ey elden ayaktan kalmış
kişi!
Ben şimdi duydum, falan yerde
gün gibi meşhur bir kadın varmış.
Tanrı yanında duası
makbulmüş.
Nice körlerin, duasıyla
gözleri açılmış.
Nice aciz inmeler, himmetiyle
yürümüşler.
Dilersen seni oraya
götüreyim.
Belki o kadın seni yürütür,
derdine derman olur.
Kardeşinin gönlü, bu sözden
hoşlandı.
Aman durma dedi, hemen
gidelim.
Ben elden çıktım.
Eğer beni istiyorsan çaresini
bul.
O iyi kalpli adamın bir eşeği
vardı.
Kardeşini eşeğe bağlayıp yola
çıktı.
Yolda tesadüf bu ya,
mukaddermiş, bir gece vakti o Araba rastladılar.
Arap pek cömertti.
İkisini de o gece evinde
konukladı.
Konuşurken nereye
gidiyorsunuz? Dedi.
Adam dedi ki:
Bir şey naklettiler.
Zahit bir kadın varmış, duasıyla
birçok körlerin gözleri açılmış, hastalar iyi olmuşlar.
Verdiği muskayla, ettiği dua
ile dertlere derman oluyormuş.
Bu benim kardeşim.
Hastalandı, kendisini inme
indi, gözleri kör oldu.
O kadına götüreyim de belki
duasıyla iyileşir, eli ayağı tutar, gözleri açılır, görür.
Arap dedi ki:
Bir zaman önce buraya pek
akıllı bir kadın gelmişti.
Kölem, onu adamakıllı dövdü.
Onun yomsuzluğundan kendisine
inme indi, gözleri kör oldu.
Ben de şimdi sizinle onu
götüreyim bari.
Belki de duasının bereketiyle
iyileşir.
Hep beraber yola düştüler.
Bir hayli konaklık yol
aldılar.
Bir köye gelip konakladılar.
Hani bir genci darağacına
çekiyordular ya, o köye vardılar işte.
Orada bir oda vardı, orada
misafir oldular.
Oda, tam o kervana layık bir
odaydı, sahibi de cefacı gençti.
Gençti ama ne tuhaf!
Kötürüm olmuş, yatalak bir
haldeydi.
Ne gözü görüyordu, ne eli, ne
ayağı tutuyordu.
Birbirlerine halimiz bu
dediler, metaımız bu, gamımız da bu.
Mademki bu yolu elde ettik,
burada konaklayalım bari.
Gencin bir anası vardı.
O iki elsiz, ayaksızı
görünce, dertlerini, uğradıkları belayı sordu.
Onlar da hallerini
anlattılar.
Kadıncağız bir hayli ağlayıp
dedi ki:
Benim de bu ikisine benzer
bir oğlum var.
Ben de sizinle geleyim.
O da yerinden davrandı.
Oğlunu bir katıra bağladı.
Üçü de beraberce yola
düzüldüler.
Nihayet bir seher çağı o
kadının huzuruna vardılar.
Seher çağı, devlet sabahı
nefes almıştı.
Zahit kadın, halvetinden
dışarı çıktı.
Uzaktan kocasını gördü,
sevincinden secdeye kapandı.
Bir hayli ağladı, şimdi
utancımdan dedi, nasıl dışarı çıkayım?
Kocama ne yapayım?
Yahut ne diyeyim?
Yüzümü göstermeye kudretim yok.
Biraz geri bakınca o üç
kişiyi, canının kanına düşman olan o üç adamı gördü.
İçinden hah dedi, işte bu
bana kâfi.
Kocam, şahitleri kendisiyle
beraber getirdi.
Bu üçünün pek suçlu olduğuna
elleriyle ayakları şahit,
Her üçünün de gözlerini
görmekteyim.
Ne isteyeyim, ne diyeyim ben?
Bana bu şahitler yeter ey
Tanrım!
Kadın geldi, kocasının yüzüne
baktı, fakat kendi yüzünde bir peçe vardı.
Dedi ki:
Ne istiyorsun?
O ilahi er cevap verdi:
Buraya bir dua istemeye
geldim.
Gözleri kör olmuş, belalara
uğramış bir hastam var.
Kadın, bu adam günahkâr dedi,
günahını söylerse bu çaresiz dertten kurtulur.
Yok, söylemezse öyle kör,
kötürüm kalır.
Hacı, kardeşine:
“ Neden böyle aciz bir hale
geldin, dermana muhtaç oldun?
Günahını söyle de kurtul.
Yoksa gamla eş olur böyle
kalırsın.
Kardeşi dedi ki:
Yüz yıl derde, mihnete düşüp
çekmek, bunu söylemekten daha iyi bence!
Bir hayli ısrar ettiler.
Nihayet baştan sonuna kadar
yaptıklarını anlattı.
İşte ben dedi, bu suç
yüzünden böyle kötürüm olup kaldım.
Artık sen beni ister öldür,
ister bağışla.
Kardeşi bir müddet düşündü.
Bu hal ona çok ağır geldi ama
gönlünden, karım ölmüş gitmiş.
Bari kardeşimi kurtarayım
dedi.
Nihayet onu bağışladı.
Kadın da dua etti, derhal onu
yüzlerce beladan kurtardı.
Ayağı yürümeye, eli tutmaya,
gözleri görmeye başladı.
Ondan sonra o Arap, köleden,
suçunu doğruca söylemesini istedi.
Köle beni öldürsen dedi, yine
suçumu söylemem.
Bunun üzerine Arap, doğru
söyle dedi, bu gün benden korkmana lüzum yok.
Ben seni affettim zaten.
Neden korkuyor, niçin
bahaneler buluyorsun?
Hâsılı köle de sırrı açıkça
söyledi.
Çocuğunu beşikte ben
öldürdüm.
O katillikte kadının hiçbir
suçu yoktu.
Kendi şom (Uğursuz) fiilimin cezasına uğradım, dedi.
Kadın onun da doğruluğunu
görünce dua etti, hem gözleri açıldı, gördü, hem de dileği kabul oldu.
O kocakarı da oğlunu getirdi.
O da günahını söyledi.
Bir kadın derdime çare
bulmuş, beni darağacından satın almış ölümden kurtarmıştı.
Kadın, canımı satın aldı da
ben tuttum, onu sattım diye hikayeyi kısa anlattı.
Kadın ona da dua etti.
O genç de bir anda gördü,
yürüdü.
Ondan sonra hepsini dışarı
çıkardı, kocasına sen dur dedi.
Onun karşısında yüzündeki
peçeyi açtı.
Adam kadının yüzünü görünce
bir nara attı, kendinden geçti.
Kendine gelince kadın, yanına
gelip ne oldu sana dedi, neden birden nara atarak yerlere düştün?
Adam, bir karım vardı dedi,
seni o sandım.
Her tarafın tıpkı tıpkısına o,
arada kıl kadar bile bir fark yok sanki.
Sözde, yüzde, boyda,
yürüyüşte tıpkı osun sen.
Eğer toprakta çürümemiş
olsaydı bu dertli adam, sana karım derdi!
Karısı dedi ki:
Ey er!
Müjde olsun sana ki o kadın,
ne yanlış bir harekette bulundu, ne zina etti.
O kadın benim işte.
Kendimi din yoluna teslim
ettim.
Ne taşla öldürüldüm, ne de
öldüm.
Tanrı, beni birçok
zahmetlerden kurtardı.
Lütfuyla nihayet bu bucağa
eriştirdi.
Şimdi de, Tanrı’ya her an
yüzlerce hamd olsun, bana bunu kısmet etti, beni sana kavuşturdu.
Adam topraklara kapanıp secde
etti.
Dilini açıp ey pak Tanrı
dedi!
Dilim sana nasıl şükretsin?
Bu, gönlümün bile haddi
değil, canımın bile harcı değil.
Gidip yoldaşlarını çağırdı.
Hikâyeyi anlattı.
İyi, kötü o macerayı
nakletti.
Hâsılı bir coşkunluk, bir
feryattır koptu, her dilden ta göklere dek yüceldi.
Köle de, kardeşi de, o genç
de utandılar ama sevindiler de.
Çünkü önce o kadın, onları
utandırmıştı ama sonunda onları iyi etmiş, onlara hakkını helal eylemişti.
Kadın, kocasını padişah
yaptı, Arab’a da vezirlik verdi.
O yapının temelini kutlulukla
kurdu.
Kendisi yine oracıkta
ibadetine koyuldu.
İLAHİNAME1.FERİDÜDDİN-İ ATTAR
M.E. B. YAY. 392
(Bu kitabı evinde
bulundurmanı önemle öneririm)
*
RAVLİ