Keyhusrev, Cemsizcesine
oturmuş (Süleyman peygamber gibi), güneşe karşı
da Cem’in kadehini koymuş.
Onda yedi iklim sırlarını
seyretmede, yedi yıldızın hareketlerini o kadehten takip etmedeydi.
Cem kadehinde iyiye, kötüye
ait olup ta ona görünmeyen, onca gizli olan hiçbir şey yoktu.
Cem’in kadehini de görmek,
bütün âlemi bir anda bir uğurdan seyretmek istedi.
Bütün âlemi görüp duruyordu
ama kadehte Cem’in kadehini göremiyordu.
O sırrı anlamak için bir hayli
didindi, uğraştı ama bir türlü gözünün önündeki perde açılmadı.
*Nihayet kadehte bir yazı
belirdi:
Diyordu ki:
Bizde bizi nasıl görebilirsin
sen.
*Biz kendimizden tamamen fani
olduk.
Artık bizim suretimizi toprak
âleminde kim görebilir.
Bizden beden de geçti, can
da.
Ne adımız kaldı, ne sanımız.
Ne görürsen sensin, biz
değiliz.
Çünkü biz, artık bir kere
daha görünmeyiz.
Her şeyi bizimle görebilirsin
ama arada bizi görmenin imkânı yoktur.
Varlığımız bir zerre olsaydı
o zerre henüz kendi varlığına güvenir, onunla ululanır, aldanırdı.
Fakat kimsecikler ebediyen
varlığımızdan bir zerre bile göremezler. Güneş, zerreden birazcık olsun
ayrılmaz ki.
Kendinden haber almayı
istiyorsan varlığından geç, kendinden geçip öl, kendine bakma.
Gözbebekleri küçüktür ama
onlar, senden önce ölmüşler, varlıklarından geçmişlerdir.
Onun için bir zerre miktarı
olsun kendi yüzlerini göremezler.
Var oldukça ölümlerini
seçmişler, kabullenmişlerdir.
Bu yüzden, ululanıp
kendilerini görmezler.
Ölüler de kendilerini asla
göremezler ya.
Ölümde hayat istiyorsan hayat
hayalini ölüm bilmelisin.
Ebedi bir surete nail olmak
istiyorsan öyle bir suret, ancak suretsizlikte bulunabilir.
Bizim gibi olmak istersen
bize benzemelisin.
Varlığını terk et, kendinde
yok ol.
Bu alemde insana yokluktan
bir kale gerek, yoksa her yandan yaralanırsın.
Keyhusrev, bu sırrı anlayınca
saltanatının elinden çıktığını gördü.
Saltanat yurdunun, yokluktan
başka bir yer olmadığını, dünyada kalıcılığın da olmadığını iyice anladı.
Varlık ovasının, kendisi için
aşılmaz bir set olduğunu anladı, yokluk kaftanını sırtına geçirdi.
Erler gibi kalıcı olmayan
dünyayı terk etti.
Şahadet getirip yokluk
dayanağında uyudu gitti.
Lohrasp oradaydı.
Onu
huzuruna çağırıp yerine geçirdi, padişah yaptı.
Kendisi de bir mağaraya
girdi, kadehi de beraber götürdü.
Karlar altında gömülü kaldı,
bir daha namı nişanı belirmedi.
Batan kişinin eseri olmaz.
Kıyıda oturanların ondan
haberleri bile yoktur.
Sen de bir girdabın ta
içindesin.
Uykudasın da uyuduğundan
haberin yok.
Sen, bize oranla güneşin
karşısında bir buz parçası yahut suyun üstünde bir avuç toprak gibisin.
Gemisiz olarak denize atıldın
mı deniz, neysen sana onu söyler.
***
İLAHİNAME. FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.E. B. YAY.
392
*
Cem’in (sihirli) kadehi:
Dördüncü İran Şahı Cemşid’in
şarabı bulan kişi olduğunu, bir adı da Cam-ı Keyhusrev, Cam-ı Cemşid olan üstü
yedi satır yazıyla süslü kadehine bakıp geleceği görebildiğini anlatır.
Divan şiirimizde Cam-ı Cem
dünyanın gerçeklerini gösteren, gizlerini (Varlığı ya
da kimi yönleri açığa vurulmak istenmeyen şey, sır) açığa çıkaran bir
güç simgesi övülmüş, ölçülü ve kafiyeli olarak şiirleştirilmiştir.
Lohrasp, Keyhüsrev’in
veziriymiş.
Keyhüsrevin oğlu olmadığı
için padişahlığı buna bırakmış.
*
Yaren;
Kâinatın sırlarını
seyredebilirsin, bütün hareketleri görebilirsin, padişah olup hükmedebilirsin.
Ama Yaratanı göremezsin.
Nuh Aleyhisselâm Tanrı’yı görmek istedi ama göremedi.
Yalnız peygamberimize
Miraç’ta izin verildi ve yaratanı olduğu gibi gördü.
Peygamberimize yaradan
Miraç’ta ne ister ve dilersen vereyim dediğinde, peygamberimiz bana
verdiklerini ümmetime (Muhammed peygambere inananların
tümü) de ver dedi.
Yaradan vereceğim dedi.
Peygamberimiz bu yolu ‘’ Ölmeden önce ölünüz’’ hükmünce bu yolu gösterdi.
Kendinden yok olmalısın.
Adından, şanından geçmelisin.
Canını, kalbini, gönlünü
yaratana vermelisin.
Yaratanda kendini yok etmelisin..
Bir zerre bile varlık
olmamalıdır.
Bir zerre bile varsa, önem
taşırsa, büyüklenme olur.
Büyüklenen kendini göremez.
Ebedi suret istiyorsan,
suretsizlikte bulabilirsin.
*
Dünya kalıcı değildir.Varlık senin yolunu kapatan duvardır.
Büyüğüm dersin ama bir tane,
bir damla olduğunu anlamalısın.
*
RAVLİ