7 Aralık 2011 Çarşamba

ŞEYH SELAHADDİN VE KUTUNUN İÇİNDEKİNİ BİLMESİ

Dostların büyüklerinden nakledilmiştir ki:

Selçuklu sultanı Alâeddin Keykubad’ın oğlu Rum (Anadolu) sultanı İzzeddin Keykavus (Tanrı onların burhanlarını ’Akıl ve tecrübe’ nurlandırsın) saltanatının başlangıcında Mevlana’nın veliliğinin büyüklüğünden habersizdi.

Saltanat gururu gözünü bürümüştü.
Bir gün veziri olan Sahip Şemseddin’e:

“Niçin böyle, daima Mevlana’nın hizmetine gidip geliyorsun.
Ona niçin bu kadar saygı ve sevgi gösteriyorsun da diğer büyüklerden yüz çeviriyorsun.

Onda zamanımızın şeyhlerinde olmayan ne gibi şeyler gördün?
Onun diğer bilgin ve fakirlere üstünlüğü nedendir?
Diye itirazda bulundu.

Sahip Şemseddin sultana cevap vermek için birçok deliller ve Mevlana’nın veliliği, kerameti ve asaletini akli deliller ve nakli hüccetlerle (Şahit ve senetlerle) aydınlattı.

Öyle ki nihayet sultanın kalbinde de Mevlana’ya karşı tam bir iradet ve sevgi uyandı.
Onun ziyaretine gitmek istedi.

Sultan o gün tesadüfen Konya sahrasındaki Fılubat köşkünde has adamları ile birlikte işrete dalmıştı.

Bir aralık sultan kalktı.
Orada bulunan gölü temaşa (seyretmek) koyuldu.

Birdenbire bir yılan yavrusu gördü.
Hemen yakalayıp yenine soktu, haznedardan altın bir hokka (İçine mürekkep konulan kutu) istedi.

Gizlice o yılan yavrusunu hokkanın içine koyduktan sonra ağzını mühürleyip kesesine koydu.

İşret ( Eğlence) meclisine döndükten ve aradan bir müddet geçtikten sonra hokkayı çıkarıp emirlerine ve vezirlerine gösterip:

“ Bu hokkayı bana, İstanbul tekfuru, birçok hediyelerle birlikte gönderiyor ve o:
“ Eğer sizin dininiz hak ise bilginleriniz bu hokkada ne olduğunu söylerler, ben de haraç vermeği üzerime alırım diyor “ dedi.

Devletin ve milletin ileri gelenleri, bu mühürlü hokkanın sırrı karşısında şaşırdılar.

Bunun üzerine Sultan İzzeddin, Pervane’nin bu hokkayı alıp içinde ne olduğunu bildirmeleri için, Konya’nın bütün şeyhlerine, bilginlerine ve kadılarına göstermesini emretti ve:

“ Bu bilginler, hakkındaki itikadımızın doğruluğunun iki misli olması için bu mühürlü hokkada ne olduğunu söylesinler.

Mademki bu bilginler, dinimizin ulularıdırlar ve şu kadar da idrarat (Varlık) ve başka gelir ellerine geçiyor, o halde bu müşkülü çözmeleri lazımdır “ dedi.

Hepsi bu saklı tutulmuş sırrı ve bu mühürlü hokkanın ne olduğunu bildirmekten aciz kaldılar.

Nihayet Sahip Şemseddin, sultanla birlikte Mevlana’nın ziyaretine gitmeği ve bu sırrı onun çözmesini uygun gördü ve bu zamanda, göze görünen ve görünmeyen bütün müşkülleri çözenin Mevlana olduğunu söyledi.

Bütün emirlerin, sultanın hilesinden haberleri yoktu.
Hepsi kalktılar, atlara binip Mevlana’nın ziyaretine geldiler.

O gün bütün halk Mevlana’nın meclisinde hazır bulunurdu.
İslam sultanı bu altın hokkayı o din sultanının önüne koyduğu vakit, Şeyh Selahaddin, Mevlana’nın yanında murakabe halinde oturuyordu.

Mevlana:
“ Şeyhimiz bu hokkanın sırrını açıklasın “ diye emir buyurdu.

Şeyh Selahaddin baş koyduktan sonra:
“ Ey İslam sultanı!
Bu biçare (çaresiz) hayvanı niçin bu hokkaya hapsettin.
Bu yılan yavrusunu niçin yanına aldın, Tanrı erlerini sınamak, insanlıktan uzaktır.

Hele senin ziyaretiyle şereflendiğin bu Tanrı eri, bu gök hokkalarının bütün sırlarını ve yer âleminin bütün zerrelerini ve bütün yaratılışın gizliliklerini tam manasıyla vakıftır (Haberi olan) “

Dedikten sonra feryat ve figan ile kalkıp semaa başladı ve sultan da başını açarak bütün adamları ile birlikte mürit ve kul oldular.
Sahip Şemseddin’e de şükraneler verdi.

Mevlana’ya olan saygısı arttı ve bu âlemde onun gibi bir sultan ve vukuflu arif (Mükemmel derecede anlayan, bilen, bilgili, haberli olan) olmadığını kabul edip tenhada:

“ Müritlerin bu kadar kuvvet ve kudreti olduktan sonra öyle ulu bir kişinin ululuğunu kim anlayabilir ve onun temiz sırrına kim vakıf olabilir?” dedi.      

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    İnsanların görerek ve yaşayarak inandıklarını öğrendik.
2.    İnsanların sırları, gizlikleri, gizlenmişleri bilene mürit olarak bağlandıklarını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Bizi imtihan edene, sınayana kızmamamız gerekir.
Bizde ne olduğunu herkes kendince bir usulle anlamaya çalışmaktadır.

Büyüklerimizin sözlerinden ve yaşanmışlıklarından bu gün kolayca kimin ne olduğunu anlıyoruz.
Ancak hepsi bu değil ki!

Büyüklerimize kalbimizi sevgiyle, saygıyla bağlayıp yaklaştıkça daha başka ne derece büyük olduğunu anlayacağız.

Onlar büyüklerimdir peki biz de onlar gibi neden olmayalım?

Onların izlediği yolu takip edersek, işaretlerine dikkat eder yola devam edersek elbette ki onlar gibi olamasak bile o yolda olmanın mutluluğunu, heyecanını yaşarız, büyüklerimizin yardımını görürüz.

Hikâye:
Bir deve kervanı çökmüş dinlenirken deve yerde hızlı gitmeye çalışan topal bir karıncayı görmüş.

Deve: “ Nereye böyle acele gidiyorsun demiş “
Karınca da: “ Hac için Kâbe’ye gidiyorum “ demiş.

Deve: “ Adımların küçük, ayağın topal, üstelikte yol uzun, senin varmana ömrün yetmez demiş.
Karınca: Bu dediğini ben de biliyorum ama bu uğurda ve bu yolda öldü diyerek anılmak istiyorum “ demiş.

Deve: Bu kervan Mekke’ye gidiyor, bir kılıma tutun da seni götüreyim “ demiş.

Böylece karınca muradına ermiş.
                                    *
RAVLİ

Popüler Yayınlar