25 Aralık 2011 Pazar

HÜSAMEDDİN ÇELEBİ VE MEME EMMEK

Bir gün Muineddin Pervane (Tanrı rahmet etsin) büyük bir toplantı tertip etmiş ve memleketin bütün büyüklerini ve ileri gelenlerini çağırmıştı.

O gün Mevlana Hazretleri manalar saçmaya başlamamış ve hiçbir kelime söylememişti.
 Hüsameddin Çelebi’yi de bu toplantıya daha davet etmemiştiler.

Pervane bunu ferasetiyle (Öngörü, anlayışlılık) anladı.
Kendi kendine:

“ Çelebiyi mutlak çağırmak lazımdır” dedi ve Mevlana:
“ İyi olur, çünkü hakikatlerin memesinden manalar sütünü emip çıkaran odur.” Buyurdu.

ŞİİR:
“ Bu söz, can memesinde (bulunan) bir süttür.
Emen olmazsa o kolaylıkla çıkıp akmaz “ (Mesnevi)

Çelebi Hazretleri bütün arkadaşlarıyla gelince, Pervane onları karşılamaya koştu ve Çelebi Hazretlerinin elini birkaç defa öpüp başına koydu ve mumu kendisine tuttu.

Mevlana Çelebiyi görünce hemen yerinden fırladı ve ona:
“ Merhaba!
Benim canım.
İmanım.
Cüneyt’im.
Nurum.
Efendim.
Tanrının sevgilisi.
Peygamberlerin maşuku (Aşık oldukları sevgili) “ diye iltifatlarda bulundu.

Çelebi de mütemadiyen yerlere kapandı.
Dostlar feryat ettiler.

Pervanenin içinden:
“ Acaba Mevlana’nın buyurdukları bu sıfatlar Çelebi Hüsameddin de var mıdır?
Yoksa Mevlana tekellüfte (Gösteriş yapma) mi bulunuyor? Diye geçti.

Hemen Çelebi Hazretleri Pervanenin elini sıkıca yakalayıp ona:
“ Muineddin, bu sıfatlar bende yoksa da mademki Mevlana buyurmuştur, öyledir ve bende, dediğinden yüz kat daha fazla mevcuttur.

O, derhal, yok olan hali var edip vermeye, müridin canında artırmaya ve bir inayet nazarıyla (İyilik yapma, yardım etme bakışı) insanı hidayete (Hak yoluna, doğru yola) ulaştırmaya ve kemale (Olgunluğa, erdeme) erdirmeye kadirdir “ dedi.

ŞİİR:
“ Ey oğul fakirin (Yalnız Tanrı’ya muhtaç olan) işi bir nazara (Bir bakışa) bağlıdır.
O bir nazar, seni esir âlemine kadar ulaştırır.”

(Esir âlemi: Kâinatı dolduran ve bütün cisimlere etki eden, fizikçilere ışık, ısı ve elektrik gibi şeylere hizmet gördüğü var sayılan, tartısız, elastiki ve akıcı hafif bir cisimlerin olduğu âleme denir.
Mucizelerin, kerametlerin kaynağıdır.
Tanrı’nın Tanrı erine bu âlemi emrine verdiği zaman görünür olur.)

Mesela görünüşte bu saraylar, bu köşkler bundan önce yoktu.
Bu nimetlerin, bu toplulukların hiç varlığı yoktu.

Bunların hepsi sizin iradeniz ve arzunuzla var olup hazırlandılar.
Tanrı’nın sadık velilerinin inayeti de aynı tesire haizdir.

Onlar, dünyanın mutlak hâkimidirler.
Kime verirlerse verirler.

Kime inayet ve merhamette bulunurlarsa, onların dine ve dünyaya ait maksatları hâsıl olur.
Tanrı’ya yakınlık ve mahremiyete (Gizli olanı görmeye, tanımaya, anlamaya, kullanmaya) nail olurlar, bütün olgun ve kerim erlerin nazarında gıpta edilecek bir hale gelirler “ buyurdu.

Bunun üzerine Pervane, Çelebi’nin ayaklarına kapandı.
Sakalını onun mübarek ayaklarına sürdü ve Çelebi mecliste aşağı tarafa oturdu.

Bunu gören Mevlana Hazretleri de sedirden inip onun yanına oturdu.
Orada bulunan büyük adamlar da sedirlerden inip aşağı oturdular.

Böylece meclisin özenilen yerleri boş kaldı.
Mecliste bulunan bazı kıskançlar:

“ Böyle ulu bir kişi niçin aşağı oturuyor ve meclisin böyle alt üst olmasına sebep oluyor.
Çünkü burada herkesin yeri tayin olunmuştur “ dediler.

Bunun üzerine Mevlana, heyecana gelerek:
“ Onlar için ne fark var?
Ha aşağıda oturmuşlar, ha yukarıda.

Onlar çerag (Aydınlık veren mum, fitil) gibidirler.
Eğer bir çerag yukarı bulunmak isterse, o, bunu kendisi için değil, başkalarının,    onun nurundan faydalanmaları maksadından ister.

Çerag aşağıda da olsa yukarıda da olsa yine çeragdır.
Çerag ne demek? O ebedi bir güneştir.

Eğer o ulu kişiler, dünyada yüksek bir mevkie geçmek istiyorlarsa, bunu, halkta, onların yüceliğini görecek göz bulunmadığı için yapıyorlar.

Onlar, dünya ehlini, kendi gerçek yüceliğini anlayabilsinlar ve ahret tuzağına düşmesinler diye dünya tuzağı ile avlamak isterler.

( Dünyayı sevenlerin kendi yüceliğinin farkına varıp anlamaları, ahretin yalnız cennet ve cehennemle sırırlı olduğunu sananların bu tuzak içinde kalmamaları için dünya örnekleri ile uyandırdıklarını öğrendik)

Nitekim Mustafa Hazretleri (Tanrı’nın selat ve selamı onun üzerine olsun), Mekke’yi ve diğer ülkeleri bunlara muhtaç olduğu için zapt etmedi.

Belki buraları, herkese dirlik, ışık ve basiret vermek için zapt etti.
“ Bu almaya değil, vermeğe alışmış bir eldir”

O ulu kişiler, halkı onlardan bir şey almak için değil, bir şey vermek için aldatırlar.” Buyurduktan sonra birdenbire Semaa kalktı, kaba kuşluğa kadar Semaa daldılar.

Böylece ayakları çıplak olduğu halde, Sema ederek mübarek medreseye gitti.
Üç gün üç gece orada sema etti.
Hayli yücelik taslanan münkirler ona kul ve mürit oldular.

                                         ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                         ***
İşte böyle yaren,

Bu yolda olursak önce bunlara sahip olandan yararlanacağımızı, sonra çevremizi yararlandıracağımızı öğrendik anladık.
                                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar