22 Aralık 2011 Perşembe

HÜSAMEDDİN ÇELEBİ VE İKİ TEKKEYE ŞEYH OLMASI


Velilerin makbulü ve değerli dost Sıraceddin Hoca Nefiseddin (Tanrı ona rahmet etsin) rivayet etmiştir ki:

Mevlana’nın zamanında, büyük bir şeyh vardı.
O iki hankahta (Tekke) şeyhti.
Bu şeyh öldü.

Emir-i Kebir (Büyük emir) Taceddin Mutez, Ziyaeddin Vezir’in hanikahının, Çelebi Hüsameddin’in adına takrir edilmesini (yerleştirme) ve bu hususta sultandan ferman alınmasını uygun gördü.

Sultandan bu ferman çıktıktan sonra büyük bir toplantı yapıp eşi benzeri olmayan bir posta oturma töreni tertip etti.

Ziyaeddin vezirin hankahının (Tekke) Çelebiye verildiğini Mevlana’ya bildirdiler.
Mevlana, bütün dostlarla birlikte kalkıp yola koyuldu.

Nefiseddin bu olayı şöyle anlattı:
Ben Çelebi’nin seccadesini omzuma almıştım.
Mevlana, hemen onu benden alıp kendi omzuna koydu.

Hankaha girilince, Mevlana, seccadenin sofanın başköşesine yayılmasını emretti.

O zamanın zorbalarından ve zindanlık rintlerin başlarından olan Ahi Ahmed de bu törende hazırdı.

Bu adam yaratılışındaki taassup(Taraftarlık), kin ve garazdan dolayı Çelebinin o hankahta (Tekkede) şeyh olmasını istemiyordu.

Birdenbire yerinden kalkarak seccadeyi toplayıp birinin eline verdi ve:
“ Ben bu adamı bu havalide şeyhliğe kabul etmiyorum” dedi.

Bunun üzerine herkes birbirine girdi.
Ahi Türk’ün ve Ahi Beşlşare’nin büyük babalarına mensup olan Ahi Kayser, Ahi Çoban, Ahi Muhammed-i Sebzvari (Veya Seyyidavari) vs. ahiler kılıçlara ve bıçaklara sarıldılar ve müritler arasında bulunan emirler, küstah rindleri öldürmek üzerine yürüdüler.

Bir fitnedir koptu.
Gönlü yaralı dervişler:
“ Fitne (Bozgunculuk, karışıklık) uykudadır, onu uyandırana Tanrı lanet etsin “ sözünü dilleri ile tekrar ettiler.

“ Fitne katilden daha şiddetlidir “
(Haşr suresi 2) ayeti gereğince bir kıyamettir koptu.

Mevlana hiçbir şey demiyordu.
Sonra:
“ Bu eşek kuyruğu insanlar, neden böyle nankörlük ediyor, böyle zahmetsiz bir nimet karşısında gaflet gösteriyor, cehaletlerinden, hiddetlerinden ve gururlarından ötürü büyüklük davasına kalkıyor, isyan ediyor, taşkınlık gösteriyor ve “ Evlerini                    kendi ve müminlerin elleriyle yıkıyorlar “
(Haşr suresi 2) ayeti gereğince can evlerini kendi elleri ile yıkıyor ve cüret gösteriyorlar.

Bu taassuplarının (Tutuculuk, taraftarlık) çok sürmeyeceği, hepsinin ettiklerinden arta kalıp feleğin ayakları altına düşecekleri ve bizim tarikatımızın da bütün tarikatların öncüsü olacağı muhakkaktır.” Buyurdu.

Nitekim denmiştir:
ŞİİR:

“ Senin aşkın sonra geldi ise de,
Öncekilerden daha ziyade ( Arma, çoğalma, bol, fazla) oldu.

Tanrı sana tevkii (Fermana mühür koyan)” Sonra gelen birinciler gibi..” şeklinde yazmıştır.”

Peygamber (Selam onun üzerine olsun):
“ Biz son gelen ilkler… Buyurmuştur.

Kuran’da:
“ İmanda birinciliği alanlar, işte onlar, Tanrı’ya en yakın olanlardır.”
(Vakıa suresi 10-12) buyurmuştur “ dedi ve sonra:

“ Hatırıma bir hikâye geldi:
Fakih Ebu’l-leys-i Semarkand’i (Tanrı rahmet etsin) bir müddet Semerkand’dan ayrılmıştı.

Yirmi yıl din tahsiliyle meşgul oldu.
Birkaç yıl Beytullah’ın civarında kaldı.

Birçok dostları vardı.
Onun nefesinden feyiz (Bolluk, bereket) alan talihli tilmizleri (Öğrenci) dünyanın her tarafına yayıldı.

Nihayet, bir gün müritleri ve yetişmiş olan şakirtleri (Stajyer öğrenci) ile, dedelerinin ve babalarının mezarlarını ziyaret etmek, dostlarını ve akrabalarını bulup görüşmek ve akrabalık hakkını ödemekle sevaba nail olmak için Semarkand’e hareket etti.

Semerkand şehrinin kenarına geldikleri vakit, abdest tazelemek için yanındakilere durmalarını emretti.

Fakih kalkıp, ırmağın kenarına gitti, abdest tazelemek istedi.
Orada bir takım kadınların çamaşır yıkadığını gördü.

Birdenbire ihtiyar bir kadın, fakihi görünce tanıdı ve yüksek sesle:
“ Bizim Ebulleysciğimiz gelmiş, koşun akrabalarına haber verin” diye bağırdı.

Fakih de süratle arkadaşlarının yanına geldi ve onlara:
“ Hemen yükleri yükleyiniz de Şam tarafına doğru geçip gidelim,
Semerkand bizim kalacağımız yer değildir.” Dedi.

Yanında bulunanların hepsi şaşa kaldı ve ondan böyle acele ile gitmek isteyişinin sebebini sordular.

O da:
“ Bu halk bizi hala küçük bir Ebulleyscik gözüyle görüyor, hakaretle bakıyor ve değer vermiyor.

Onlar, bilgisiz görüşleri yüzünden günahkâr oluyorlar.
Çünkü bilginlere, ariflere şeyhlere saygı göstermek, onları büyük görmek vacip (Zorunlu) olan şeyhlerdendir.

Onlara izzet, Tanrı elçisine izzet (Saygı göstermek) de Tanrı’ya izzet demektir.
Nitekim buyurmuştur:
ŞİİR:

“ Ey varlığı bir damla meniden hâsıl (Ortaya çıkan görünen) olan!
Sakın bilginlere karşı büyüklük ve benlik davasında bulunma.

Çünkü Medineli elçi:
“ Bir bilgine ikram eden, bana eder” buyurmuştur.

Fakihe çocukluğunda anası ve babası Bu’lleysek diye çağırır ve onu okşarmış ve bilgisiz bigânelerin (İlgisiz) bu merhamet “K” sinin sırrından bir haberi yoktu ve tasgir Kaf harfini (Küçültme, ufalama) tahkir (Hakaret etme, hor görme) için zannederdi.

( Yani: Çocuğunu söverek, küçülterek -cak, -cek, -ceğiz, -cağız gibi ekler koyup sevenlerin aslında çocuğa hakaret etmekte olduklarının, kalplerini kırdıklarını bilgisiz olduklarından yanlışa düştüklerini anlatıyor)

İblise yaraşan öyle bir bakışın büyük zararı vardır.
Dostlara ve hemşerilere zarar vermek insanlığa yakışmaz ve bu hareket hiçbir mezhep ve şeriata uygun düşmez “ dedi.

Sonra, Mevlana Hazretleri bir feryat koparıp yalınayak hankahtan (Tekkeden) dışarı çıktı.

Büyükler ve şeyhler arkasından koştularsa da (Döndürmek) mümkün olmadı.

Günahkâr, Tanrı kapısından reddedilmiş ve kovulmuş olan Ahi Ahmed’i büyüklerin ve emirlerin şefaatiyle (Aracılığıyla) kulluğa kabul etmeyip:

“ O bizim cinsimizden değildir “dedi.

Bir daha o zavallının yöresinden geçmedi.
O talihsiz de, o uğursuzluk içinde öldü.

Onun gençlerinin (Cevanan) ve rindlerinin çoğu Mevlana’nın kulu ve müridi oldular.

Muhipler (Sevgi besleyen dostlar) onun bu terbiyesizliğini İslam sultanının kulağına ulaştırdılar.
Sultan, onu öldürmek istedi.
Fakat Mevlana Hazretleri razı olmadı ve bir daha onu büyüklerin toplantı ve mahfillerine (Toplantı yerlerine) sokmadılar.

Hepsi onu Samiri gibi La Misasi “ Dokunmayınız” diye çağırıyorlardı ve diyorlardı.
(Taha suresi 97:
“ Musa: Defol! Dedi, artık hayatın boyunca sen “ Bana dokunmayın!” diyeceksin.)

(Rivayete göre, Hz. Musa’nın “ Artık hayatın boyunca sen: Bana dokunmayın! Diyeceksin” şeklindeki bedduasından sonra Samiri, hakikaten, ağır bir bulaşıcı hastalığa yakalanmış ve ömrü boyunca insanlardan uzak durmak zorunda kalmıştır.)

ŞİİR:
“ Azizleri, beşer olarak gördükçe,
Bu şekildeki bakışın İblisten miras kaldığını bil.

Ey inatçı!
Eğer sen İblisin oğlu değilsen,
O halde o köpeğin mirası sana nasıl kaldı.
(Mesnevi 1. cilt 243/3962-3963)

Ahi Ahmed’in oğlu ve Konya’nın gürbüzlerinden (Kahraman, anlayışlı, genç irisi) olan Ahi Ali tam bir samimiyetle Sultan Veled Hazretlerinin müridi ve makbullerinden olmuştu.

Sonunda Çelebi Hüsameddin Hazretleri, Hem Hankah-ı Ziya ve hem Hankah-ı Lala da tam bir bağımsızlıkla ulu bir şeyh oldu ve öyle bir olgunluğa ve kuvvete ulaştı ki, Tanrı’nın yakını olan melekler ve Tanrı elçileri onun hal ve derecelerini kıskanıp, onunla sohbet etmek ve yüzünü görmek istiyorlardı.

Peygamber (Selam onun üzerine olsun) :
“ Tanrı’nın öyle kulları vardır ki, peygamberler ve şehitler onların Tanrı’ya olan yakınlıklarına ve bulundukları mevkie gıpta ederler” buyurmuştur.

Mesnevide de bu hususta şöyle varit (Ulaşan) olmuştur:

“ O, Tanrı’nın yüceliği ile öyle dolmuştur ki,
Tanrı’nın elçileri ve melekleri (AL-i Hakk) bile ona yol bulamaz.
(Mesnevi 1.cilt 243/3952)

Tanrı tarafından gönderilen bir peygamber,
Bir melek,
Bir ruh da bize erişemez.
“ Ey akıl sahipleri bunu düşünün.”

                                        ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ Şark İslam Klasikleri 29
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Neler öğrendik:
1.    Fitnenin şeytanın işi olduğunu öğrendik.
2.    Kendi bilgimize ve konumumuza güvenip, inanıp, bizden daha üstün biri yoktur diyerek ortaya çıkmamızın yanlış olacağını ve kovulan olacağını öğrendik.
3.    Tanrı erlerine karşı gelmekten sakınmamız gerektiğini öğrendik.
4.    Tanrı erinin Tanrı yüceliğinin kuvvetiyle dolu olduğunu öğrendik.
5.    Ben demekten ve ben merkezli davranmaktan temizlenmemiz gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

İblis oyununa alet olanlara dikkat etmeliyiz.
Fitnenin çıkarıcısı, bir parçası olmamaya dikkat etmemiz, öncelikle ben demekten vazgeçerek uyanık olmalıyız.
                             *
RAVLİ

Popüler Yayınlar