Bir gün Mevlana hazretleri
Yokluk (görünmeyen âlem),
İnkisar (beddua)
ve
Tevazu (alçak gönüllülük) hakkında vaazda bulunuyor, akli,
nakli ve keşfi deliller getiriyordu.
Şöyle ki:
Çam fıstığı, servi, şimşir ve
kavak gibi meyvesiz ağaçların başları daima yukarıdadır.
Bunların dalları da yukarıya
doğru uzar.
Meyveli ağaçların, meyveli
oldukları vakit bütün dalları aşağı doğru sarkar, alçakgönüllü ve zelil
olurlar.
Bu yüzden Peygamberimiz (selam ve saygı onun üzerine olsun) son derece
alçakgönüllü idi.
Çünkü onun vücudunun ağacı
eskiler ve yenilerin meyvesini toplamıştı.
Hiç şüphesiz Peygamberler ve
velilerden daha alçak gönüllü, hâki (hikâye eden),
fakir ve sabırlı idi.
Nitekim o, “Ben halka boyun
eğmek ve onlara iyi davranmakla emredildim.
Hiçbir Peygamber benim kadar
eziyete maruz kalmamıştır” buyurmuştur.
Mübarek başını yardıkları ve
mübarek dişlerini kırdıkları vakit sonsuz olan keremi yüzünden
“ Ey Tanrım, kavmime doğru
yolu göster.
Çünkü onlar hakikati görmüyorlar.” Buyurdu.
Diğer peygamberler de her
zaman kendi topluluklarına lanetler ettiler.
Peygamberimizden daha çok hiç
kimse insanların selametini istememiştir.
Çünkü selamet dilemekle
Tanrı’nın elçisini hiç kimse geçmemiştir.
Şiir:
“İnsanoğullarının hamuru
topraktandır.
Eğer insan toprak gibi
alçakgönüllü olmazlarsa insanoğlu değildir.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B.
YAYINLARI 489
***
Alçak gönüllü:
Daha aşağı olanları
kendisiyle eşit tutan ya da kendi değerini olduğundan aşağı gösteren kişi
davranışıdır.
Kibirsiz.
Gösterişsiz.
Neler öğrendik:
1.
Alçak gönüllü
olanlar meyveleri toplar.
2.
Sunuş hareketi
yukarıdan aşağı doğru yönündedir.
3.
Olgunlaşama süreci
aşağıdan yukarı olur, olgunlaşma tamamlanınca kişi başkasına sunacağı meyveler
vermeye başlayınca aşağı doğru eğilir ki faydalanmak isteyenler ulaşabilsin
diye.
4.
Herkes
olgunlaşmış olanı alır, ham olanı olgunlaşsın diye kendi haline bırakır.
5.
Halkın gerçeği,
doğru yolu göremediğini anladık.
6.
Halka doğru yolu
sabırla göstermek gerektiğini öğrendik.
7.
Gerçeği görmek
için Tanrı’nın yardım istemenin gerektiğini öğrendik.
8.
Tanrı yardımı
gelmesi için de kendimizi alçak gönüllü olmaya hazırlamamız gerektiğini öğrendik.
9.
Peygamber
efendimize alçak gönüllü olmasını Tanrı emrettiğini ve bu güzel huyla bizlere
örnek olduğunu öğrendik.
10.
Halktan gelen
eziyete katlanmamızı ve iyilikle cevap vermemiz gerektiğini ve Tanrı’dan yardım
istememiz gerektiğini, bu yardımın gelmesi için de sabırla beklememiz
gerektiğini öğrendik.
*
Hatıra:
Antalya Oyak sitesi yanında
küçük bakkal dükkânı işletirken.
İki mezarlık görevlisi geldi.
Yüzleri hayretler içindeydi.
“ Hayırdır ne oldu da böyle
oldunuz” diye sordum.
“17 Ağustos 1999 depreminde
ölen iki kişi geldi.
Ailesinden çok az kişi olduğu
halde mezara indirmek işi bize düştü.
Tabut açıldığında dayanılmaz
bir koku başladı.
Cenazenin başında hiç kimse
kalmadı, kokudan dolayı uzaklaştılar.
Kusmak için kendimizi zor
tutuyorduk.
Bir de dar bir alan olan
mezarda o kokunun yoğunlaşmasıyla kusarız da cenazenin temizlenip tekrar
kefenlenmesi gerekeceğinden işin uzatılmasını da istemiyorduk.
Cenazeyi mezara indirir
indirmez toprağa koyduk ki o fena koku kalmadı.
Nasıl olur da bu kokuyu
toprak anında etkisiz hale getirir diye anlamaya çalışıyoruz” dediler.
İşte böyle rağmen kokusundan
kimsenin yanına yaklaşamadığı cesedi toprak, fena kokusundan kurtarıp hemen onu
kendi varlığına, özüne kattığını görüyor, anlıyoruz.
İşte böyle yaren,
Bunu iyi anlamalıyız.
Yakın akrabalarının bile
uzaklaştığı durumlarda toprak gibi onu kötülüklerden arındırarak yeniden
bünyene katmalısın.
Yani kaçmak, uzaklaşmak, yok
saymak gibi olan bir durumda korkakça davranma, bana bulaşmasın, ismim
kirlenmesin, adım bu kişiyle anılmasın demek yerine özüne katarak senden olan
biri yapmalısın.
Yanlışlar içindeki bir kişiye
neden doğru yolu göstermiyorsun?
Neden, fenalıklara bulaşmış,
yalnızlık ve çaresizlik kalmış birisini kurtarmıyorsun?
Yaren bu yaklaşımında çok
dikkatli olmalısın, sen doğruları öğretirken, özünden bir şeyler verirken
fenalığın tesirinde kalıp yolunu kaybetmeyesin!
Düzelmek isteyeni
düzeltebilirsin.
Doğru yolu arayana doğru yolu
gösterebilirsin
Kendi yanlışlığını doğru zannedene
kontrol edebileceğin, sana zarar veremeyecek bir mesafeden izleyip ona
hissettirmeden doğru olanı göztermelisin.
*
Babam Müftü Fehmi Bayraşa’nın
dedem Hacı Ali Dede ile ilgili anlatılan hatırası (Her ikisi de nur içinde
olsunlar)
1: Hikâye.
Afyonkarahisar Mevlevi
tekkesine bir genç gelir.
Tekkenin Aşçıbaşısı (Şeyhten sonra ki adamdır, tekkenin bütün işlerini yapar,
dervişliğe kabul eder ve yetiştirir) Hacı Ali Dede’ye derviş olmak
istediğini bildirir.
Genç “Beş vakit namazımı
kılarım, orucumu tutarım, Allah’ın emrettiklerini yaparım, onun için derviş
olmak istiyorum” der.
Hacı Ali Dede de “ Sen ibadetine ve işine devam et, ara sıra da sohbetimize gel”
diyerek dervişliğe kabul etmez.
2. Hikâye:
Afyonkarahisar Mevlevi
Tekkesine bir orta yaşlı gelir.
Hacı Ali Dede’ye “ Ben
eşkıyalık yaptım, tövbe etmeye ve doğru yol tutmaya geldim” der.
Dede bir tokat vurur.
Eşkıya hiç tepki vermeden
saygıyla verilecek hükmü bekler.
Sonra dede sen derviş
olursun, biz de sana yardım ederiz der ve sarılır, çileye alır.
(Çile: 1001 gün uf bile kendi kendine demeden tekkede hizmet
etmektir, uf derse veya pişmanlık veya sevgisiz bir şey yaparsa sıfır kabul
edilerek o kişi yeni baştan 1001 gün hizmete tekrar başlar.)
*
RAVLİ