Eski dostlardan biri
anlatmıştır:
Bir Cuma günü Mevlana Kale
Mescidinde vaaz ediyordu.
Meclis çok hararetli idi.
Birçok ileri gelen adamlar da
orda idiler.
Mevlana ayetlerin
inceliklerinde harikalar gösteriyor, ayetlere uygun şiirler, hikâyeler,
misaller yağdırıyordu.
Her taraftan takdir sesleri,
aferinler ayyukun tepesine çıkıyordu.
Meddahlar rubailer
söylüyorlardı, güzel sesli okuyucular sesleriyle herkesi sinirliyorlardı.
Yalnız bir fakih (din ve şeriat bilgini) kalbindeki illetten (hastalık) ötürü:
“Vaizlerin çoğu Kuran’dan
zemin ve zamana uygun birkaç ayet seçerler ve onları mukriler (Kuran okuyan ve öğreten veya ezberleten) okurlar,
vaizler de o hususta hazırlanarak her kitap ve tefsirden garip sözler sayarlar.
Bu da halkın hoşuna gider,
asıl manaları sel gibi akıtmaya ve latifeler yaratmağa muktedir ve her fende
mahir olan vaizler hafızların bedaheten (apaçık)
okudukları herhangi bir ayeti alır, onun derinliklerine dalar ve acayip
faydaları ile dünya bilginlerine kendilerini sevdirirler” dedi.
Mevlana bulunduğu istiğrak
âleminden (Tanrısal düşünceye dalmış bir haldeyken)
bu fakihe dönerek
“Haydi, bakalım, Kuran’ı Macit’ten aklına gelen bir sureyi
oku da acayiplikler gör” dedi.
Sultan, emirler ve diğer halk
onun bu işaretine hayran kaldılar.
O manasız fakih “Ve’d Duha” (sure
93) suresini okudu.
Mevlana Hazretleri “Tanrı’nın
has kulları kalplerin casuslarıdır.
Onların sohbetine ulaştığın
vakit gönül huzuru ve tam bir doğrulukla bulun ki ebedi saadetten nasipsiz
kalmayasın” dedi.
Şiir:
“Ey süvariyle yarış eden
inatçı piyade!
Başını kurtaramayacaksın.
Ayağını tut.
(Yanlışta
ilerleme)”
“Ey fare!
Sen kendin gibi farelere inat
et ve karşı gel.
Farenin deve ile sözü olmaz.
(Deve
ile farenin adım uzunluğu ve gezdikleri yer farklıdır, fare deve ile başa
çıkamaz)”
Buyurduktan sonra “Ve’d Duha”
suresini tefsir (yorum) etmeğe ve incelemeye
başladı.
O kadar mana ve ince şeyler
beyan etti ki, anlatılamaz.
Bu toplantı akşam namazına
yakın bir zamana kadar sürdü.
Mevlana ise hala “Ve’d Duha”
nın yemin vav ı (vav ı kasem) hakkında garip ve
nadir şeyler anlatıyordu.
Toplantıda bulunanların hepsi
mest oldular.
O sırada bu münkir (inkârcı) olan fakih ayağa kalktı, başını açıp
elbiselerini yırttı, ağlaya sızlaya gelip minberin basamağını öptü, tam bir
itikatla ve doğrulukla Mevlana’nın kulu ve müridi oldu.
O gün bütün ileri gelenler
mürit oldular.
Umumi bir kıyamet koptu.
Bunun Mevlana’nın mescitteki
son vaazı olduğunu söylerler.
Bundan sonra vaaz etmediler.
Başka bir şekilde vaaz ve
takrirle (sağlamlaştırma) meşgul oldular.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B.
YAYINLARI 489
***
Duha kuşluk vakti
demektir.
Surede ahir zaman
Peygamberinin hususiyetlerinden biri yani yetim oluşu ele alınır ve kendisi
teselli edilir.
Bismillahirrahmanirrahim
1, 2, 3 Kuşluk vaktine ve
sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana
darılmadı.
4. Gerçekten senin için
ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
5. Pek yakında Rabbin sana
verecek de hoşnut olacaksın.
6. O, seni yetim bulup
barındırmadı mı?
7. Şaşırmış bulup da yol
göstermedi mi?
8. Seni fakir bulup zengin
etmedi mi?
9. Öyleyse yetimi sakın ezme.
10. El açıp isteyeni de sakın
azarlama.
11. Ve Rabbinin nimetini
minnet ve şükranla an.
*
Neler öğrendik.
1.
Bilgili
olabiliriz ama bizden daha iyi bilenlerin var olduğunu bilmeliyiz.
2.
Her şeye hileli,
oyun düzülmüş, kandırmaya, aldatmaya yönelik hazırlanmış bir düzen olarak
bakmamalıyız.
3.
Tanrı’nın has
kullarının kalbinden geçeni bildiğini öğrendik.
4.
Ebedi saadetten
nasipsiz kalmamak için Tanrı’nın has kullarının sohbetine ulaştığın vakit gönül
huzuru ve tam bir doğrulukla bulunmamız gerektiğini öğrendik.
5.
Tanrı’nı
yarattıklarında her cinsin faklı büyüklükleri, ilerleyişleri ve yararlandıkları
alanları olduğunu öğrendik ve kendimizi herkesle aynı sanmak cahilliğinden
kurtarmak gerektiğini öğrendik.
6.
Başkasıyla boy ölçüşmeye
kalkmanın yanlış olduğunu öğrendik.
7.
Yanlışa düştüğün
zaman o yerden çekip gitmemek gerektiğini, yanlışını kabul edip af dilemen
gerektiğini öğrendik.
8.
Senden daha üstün
bilgili olana teslim olarak saygılar sunmanı ve gönülden tam bir doğrulukla
bağlanman gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren,
Dilsiz, kulaksız
konuşulanların duyulduğunu öğrendik.
Bu yolda belirli bir mesafe
alan önce öngörüsü artar, sonra gönülden geçenleri duyar olur.
Hiçbir şey saklı
kalmayacağında hüsnü (iyi) niyetli olmalısın.
*
NİYET
Kastetmek, karar vermek,
kalbin bir şeye yönelmesi, ne yapacağını bilerek yapmak anlamına gelir.
Niyetle kişinin kalbindeki
tercihi söz konusudur.
Bu nedenle niyet, ancak
sahibinin açıklaması veya davranış haline dönüştürülmesiyle belli olur.
Niyet her şeyin özü ve
başıdır; adeta amellerin ruhu gibidir.
Yapılan ameller niyetine göre
değer kazanır.
Hz. Peygamber” Ameller
niyetlere göredir.
Her kişi için niyet ettiğinin
karşılığı vardır.
Kimin hicreti Allah ve Resulü
için ise, o Allah ve Resulü için hicret etmiştir.
Kim de, dünyalık elde etmek
veya bir kadınla nikâhlanmak niyetiyle hicret etmişse, hicreti bunlaradır”
buyurmuştur. (Buhari, İman, 41- Müslim, İmare,155)
Kişinin ibadet veya iyilik
kastıyla yapmış olduğu mubah (Yapılmasında günah ve
sevap olmayan) şeyler kendisine sevap kazandırır, aksine gösteriş veya
başka dünyalık bir amaç uğruna yapılan ibadetler de makbul değildir.
Bu nedenle niyet, ibadetlerde
şart koşulmuştur.
İbadetlerde niyet ise,
kişinin ne yaptığını ve hangi niyetle yaptığını bilmesi şeklindedir.
Bu niyetin dil ile yapılması
ise, sünnet olarak kabul edilmiştir.
(DR.
İbrahim PAÇACI çalışması. D.İ.B. Dini Kavramlar Sözlüğü)
*
RAVLİ