11 Aralık 2017 Pazartesi

MEVLANA VE KALP CASUSLUĞU

Eski dostlardan biri anlatmıştır:

Bir Cuma günü Mevlana Kale Mescidinde vaaz ediyordu.
Meclis çok hararetli idi.

Birçok ileri gelen adamlar da orda idiler.
Mevlana ayetlerin inceliklerinde harikalar gösteriyor, ayetlere uygun şiirler, hikâyeler, misaller yağdırıyordu.

Her taraftan takdir sesleri, aferinler ayyukun tepesine çıkıyordu.
Meddahlar rubailer söylüyorlardı, güzel sesli okuyucular sesleriyle herkesi sinirliyorlardı.

Yalnız bir fakih (din ve şeriat bilgini) kalbindeki illetten (hastalık) ötürü:
“Vaizlerin çoğu Kuran’dan zemin ve zamana uygun birkaç ayet seçerler ve onları mukriler (Kuran okuyan ve öğreten veya ezberleten) okurlar, vaizler de o hususta hazırlanarak her kitap ve tefsirden garip sözler sayarlar.

Bu da halkın hoşuna gider, asıl manaları sel gibi akıtmaya ve latifeler yaratmağa muktedir ve her fende mahir olan vaizler hafızların bedaheten (apaçık) okudukları herhangi bir ayeti alır, onun derinliklerine dalar ve acayip faydaları ile dünya bilginlerine kendilerini sevdirirler” dedi.

Mevlana bulunduğu istiğrak âleminden (Tanrısal düşünceye dalmış bir haldeyken) bu fakihe dönerek
“Haydi, bakalım,   Kuran’ı Macit’ten aklına gelen bir sureyi oku da acayiplikler gör” dedi.

Sultan, emirler ve diğer halk onun bu işaretine hayran kaldılar.
O manasız fakih “Ve’d Duha” (sure 93) suresini okudu.

Mevlana Hazretleri “Tanrı’nın has kulları kalplerin casuslarıdır.
Onların sohbetine ulaştığın vakit gönül huzuru ve tam bir doğrulukla bulun ki ebedi saadetten nasipsiz kalmayasın” dedi.

Şiir:
“Ey süvariyle yarış eden inatçı piyade!
Başını kurtaramayacaksın.
Ayağını tut.
(Yanlışta ilerleme)”

“Ey fare!
Sen kendin gibi farelere inat et ve karşı gel.
Farenin deve ile sözü olmaz.
(Deve ile farenin adım uzunluğu ve gezdikleri yer farklıdır, fare deve ile başa çıkamaz)”

Buyurduktan sonra “Ve’d Duha” suresini tefsir (yorum) etmeğe ve incelemeye başladı.
O kadar mana ve ince şeyler beyan etti ki, anlatılamaz.

Bu toplantı akşam namazına yakın bir zamana kadar sürdü.
Mevlana ise hala “Ve’d Duha” nın yemin vav ı (vav ı kasem) hakkında garip ve nadir şeyler anlatıyordu.

Toplantıda bulunanların hepsi mest oldular.
O sırada bu münkir (inkârcı) olan fakih ayağa kalktı, başını açıp elbiselerini yırttı, ağlaya sızlaya gelip minberin basamağını öptü, tam bir itikatla ve doğrulukla Mevlana’nın kulu ve müridi oldu.

O gün bütün ileri gelenler mürit oldular.
Umumi bir kıyamet koptu.

Bunun Mevlana’nın mescitteki son vaazı olduğunu söylerler.
Bundan sonra vaaz etmediler.
Başka bir şekilde vaaz ve takrirle (sağlamlaştırma) meşgul oldular.  

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
                                      ***
Duha kuşluk vakti demektir.
Surede ahir zaman Peygamberinin hususiyetlerinden biri yani yetim oluşu ele alınır ve kendisi teselli edilir.

Bismillahirrahmanirrahim
1, 2, 3 Kuşluk vaktine ve sükûna erdiğinde geceye yemin ederim ki Rabbin seni bırakmadı ve sana darılmadı.
4. Gerçekten senin için ahiret dünyadan daha hayırlıdır.
5. Pek yakında Rabbin sana verecek de hoşnut olacaksın.
6. O, seni yetim bulup barındırmadı mı?
7. Şaşırmış bulup da yol göstermedi mi?
8. Seni fakir bulup zengin etmedi mi?
9. Öyleyse yetimi sakın ezme.
10. El açıp isteyeni de sakın azarlama.
11. Ve Rabbinin nimetini minnet ve şükranla an.
                                           *

Neler öğrendik.
1.    Bilgili olabiliriz ama bizden daha iyi bilenlerin var olduğunu bilmeliyiz.
2.    Her şeye hileli, oyun düzülmüş, kandırmaya, aldatmaya yönelik hazırlanmış bir düzen olarak bakmamalıyız.
3.    Tanrı’nın has kullarının kalbinden geçeni bildiğini öğrendik.
4.    Ebedi saadetten nasipsiz kalmamak için Tanrı’nın has kullarının sohbetine ulaştığın vakit gönül huzuru ve tam bir doğrulukla bulunmamız gerektiğini öğrendik.
5.    Tanrı’nı yarattıklarında her cinsin faklı büyüklükleri, ilerleyişleri ve yararlandıkları alanları olduğunu öğrendik ve kendimizi herkesle aynı sanmak cahilliğinden kurtarmak gerektiğini öğrendik.
6.    Başkasıyla boy ölçüşmeye kalkmanın yanlış olduğunu öğrendik.
7.    Yanlışa düştüğün zaman o yerden çekip gitmemek gerektiğini, yanlışını kabul edip af dilemen gerektiğini öğrendik.
8.    Senden daha üstün bilgili olana teslim olarak saygılar sunmanı ve gönülden tam bir doğrulukla bağlanman gerektiğini öğrendik.

İşte böyle yaren,
Dilsiz, kulaksız konuşulanların duyulduğunu öğrendik.
Bu yolda belirli bir mesafe alan önce öngörüsü artar, sonra gönülden geçenleri duyar olur.

Hiçbir şey saklı kalmayacağında hüsnü (iyi) niyetli olmalısın.
                                         *
                       
NİYET
Kastetmek, karar vermek, kalbin bir şeye yönelmesi, ne yapacağını bilerek yapmak anlamına gelir.
Niyetle kişinin kalbindeki tercihi söz konusudur.

Bu nedenle niyet, ancak sahibinin açıklaması veya davranış haline dönüştürülmesiyle belli olur.

Niyet her şeyin özü ve başıdır; adeta amellerin ruhu gibidir.
Yapılan ameller niyetine göre değer kazanır.

Hz. Peygamber” Ameller niyetlere göredir.
Her kişi için niyet ettiğinin karşılığı vardır.
Kimin hicreti Allah ve Resulü için ise, o Allah ve Resulü için hicret etmiştir.

Kim de, dünyalık elde etmek veya bir kadınla nikâhlanmak niyetiyle hicret etmişse, hicreti bunlaradır” buyurmuştur. (Buhari, İman, 41- Müslim, İmare,155)

Kişinin ibadet veya iyilik kastıyla yapmış olduğu mubah (Yapılmasında günah ve sevap olmayan) şeyler kendisine sevap kazandırır, aksine gösteriş veya başka dünyalık bir amaç uğruna yapılan ibadetler de makbul değildir.

Bu nedenle niyet, ibadetlerde şart koşulmuştur.
İbadetlerde niyet ise, kişinin ne yaptığını ve hangi niyetle yaptığını bilmesi şeklindedir.
Bu niyetin dil ile yapılması ise, sünnet olarak kabul edilmiştir.

(DR. İbrahim PAÇACI çalışması. D.İ.B. Dini Kavramlar Sözlüğü)
                                              *

RAVLİ

Popüler Yayınlar