Daima Mevlana’nın verdiği
şevkin ateşi içinde yanıyordu.
Tesadüfen Kayseri’ye gitmek
istedi.
Sultan onu ret edemezdi,
Çünkü o kadın seçkin ve metin
rey (karar vermede özgür) sahibi bir kadındı.
Fakat Gürcü Hatun Mevlana
Hazretlerinin ayrılığı ateşinin yüküne tahammül edemezdi.
O zamanda resim yapmada
ikinci bir Mani (Nakkaşlığı ile meşhur) bir ressam vardı.
Kendi sanatı hakkında “ Mani
bizim resmimiz karşısında aciz kalır” derdi.
Buna Aynuddevle-i Rumi
derlerdi.Sultan Mevlana’nın resmini bir kâğıda çizmesi için ona hediyeler verdi.
Yollarda Gürcü Hatun’a can yoldaşı olması için resmin son derece de güzel yapılmasının icap ettiğini söyledi.
Sonra Aynuddevle-i Rumi
birkaç memurla (emin) beraber bu meseleyi bildirmek üzere Mevlana Hazretlerine
geldi.
Baş koyup uzakta ayakta
durdu.
Aynuddevle-i Rumi daha ağzını
açmadan Mevlana “ Yapabilirsen ne ala” dedi.
Ressam birkaç tabaka mahzeni
kâğıt getirerek kalemi eline aldı ve Mevlana’ya döndü.
Mevlana ayakta duruyordu.
Ressam bir defa bakıp yüzünü çizmekle meşgul oldu.
Bir yaprak üzerine son derece
güzel bir resim yaptı.
İkinci sefer tekrar baktı
fakat Mevlana’nın önce görmüş olduğu şekli değişmişti.
Başka bir kâğıt üzerine bir
resim daha yaptı.
Çevresini tamamladıktan sonra
şeklin yine başka türlü olduğunu gördü.
Bunun üzerine yirmi tabaka
üzerine çeşit-çeşit resimler çizdi, fakat her bakışında resmin başka bir şekle
büründüğünü gördü.
Hayrette kaldı, nara atıp
kendinden geçti ve kalemleri kırıp acizler gibi secde etti.
Bu sırada Mevlana bu gazele
başladı:
“ Ah! Ben ne renksiz ve
belirsizim.
Ben kendimi olduğum gibi
görebilsem.
Sırlarını ortaya koy
diyorsun.
(Fakat) benim bulunduğum
yerde yer yok.
Benim ruhum nasıl sakin olur.
Ben böyle ruh içerisinde
sakinim.
Benim denizim battı ve
hayret!
Benim içimde ne kadar sonsuz
bir deniz var”
Aynuddevle-i Rumi böylece ağlayıp
dışarı çıktı.
Kâğıtları Gürcü Hatun’a
götürdüler.
Gürcü Hatun bütün bu
şekilleri sandığa koyup seferde ve hazarda beraber taşıdı.
Mevlana hazretlerinin şevki (görme
arzusu) ona galebe (üstün) ettiği vakit, Mevlana derhal onun gözü önünde
tecessüm (göz önüne geliyor) ediyor ve bununla sükûnet buluyordu.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
Mevlana hazretlerini rengi
olmadığını yani bizim tanımlayabileceğimiz bir renge sahip olmadığını öğrendik.
Mevlana hazretlerinin sabit
bir şekli olmadığını, her şekle girebildiğini öğrendik.
Mevlana Hazretlerinin kendini
ben şuyum diye tanımlayamadığını öğrendik.
Mevlana Hazretlerin yer ve
şekil olmayan âlemde olduğunu ve yaşadığını öğrendik.
Her şey denize battığı halde
Mevlana Hazretlerinin içinde denizin battığını öğrendik.
Mevlana Hazretlerinin
içindeki sonsuz denizde denizlerin bile battığını öğrendik.
Sevdiğimiz birini özlediğimiz
zaman onun cismi vücut bulup görünür olduğunu ve biz de seyrederek özlem
giderdiğimizi öğrendik.
Renksizlik:
Değişik renklerde mask
yapılmış jelâtin kâğıtlarını hazırla.
Bir yüze parlak bir ışık
altında birer-birer koy.
Her koyduğun jelâtin ile
kişinin yüzünün renginin değiştiğini göreceksin.
En sonunda da beyaz
diyebileceğimiz renksiz bir renk ortaya çıktığını göreceksin.
Bunu aklının anlaması için
misal olarak verdim.
Şimdi bu maskların nurdan
almış oldukları renk ve ışık ile olduğunu düşünürsen o yüzün ne renk olduğunu
tanımlayamazsın.
Ressam Mevlana Hazretlerinin
yüzündeki nur perdelerini geçip esas yüzünü görmesi için onun hakikatini
bilmesi gerekiyor.
Ressamda da bu ilim olmadığı
için bu kadar görebilir
Bakışında dikkatin arttığı ve
derinleştiğinde başka renkler görürsün.
Gördüğüm bu dersin o renk
değişir daha güzeli kendini gösterir.
Tamam, bu dediğin an değişir
ve daha güzeli gelir ki bir tanımlama yapamazsın.
İşte yaren kalp gözüyle
bakışınla şekilsiz ama şekil var gibi, renk yoktur ama renk var gibi yokluk
âleminde seyreder hayretlere dalarsın.
Başka birine anlatmak
istediğinde hangi birini anlatacaksın ki susar ve o zevkin tadını çıkarırsın.
Tanrı âlemine dalmış, yokluk
âleminde yaşayanın ancak birkaç mısra ile bize bu âlemin var olduğunu ve
bizlerin bu âlemde yaşam sürmemiz için heveslendirdiğini anlıyoruz.
Yokluk âleminde olan kişinin
koca denizleri içinde yok ettiğini öğreniyor ve anlıyoruz.
Mevlana Hazretlerinin “GEL”
dediği yer burası.
Ruhumuzun kuvvetini ve
imkânını olduğunu ve bunun layık olduğu âlemde yaşaması gerektiğini
öğreniyoruz.
Yokluk âleminde Tek tanrı
vardır başka bir şey yoktur bu gerçeğini görür ve yaşarsın.
Dünyadaki hizmetin için
varlık âlemine tekrar gönderilirsin.
Hazreti Mevlana’nın yol
göstermesi kılavuzluğuyla nasibimizi almamız gerektiğinin farkına varıyoruz.
Ruhum sıkılıyor dediğin
zaman, ruhun layık olduğu yerde olmadığı, bedene hapsettiğin ve nefsinin emrine
verdiğin için bunalırsın, sıkılırsın, psikopat olursun.
Her şey yerinde olduğu zaman
güzeldir ve sakindir.
Sakinliğin yoksa ey yaren!
Bazı şeylerin yeri yerinde
değildir de ondan.
*
RAVLİ