7 Aralık 2012 Cuma

MEVLANA VE RESİM

Zamanın kraliçesi, dünyanın hanımı ve sultanın karısı olan Gürcü Hatun (Tanrı rahmet etsin) hanedanın (Mevlana hanedanının) muhiplerinden (sevgiyle bağlı) ve has müritlerindendi.

Daima Mevlana’nın verdiği şevkin ateşi içinde yanıyordu.
Tesadüfen Kayseri’ye gitmek istedi.

Sultan onu ret edemezdi,
Çünkü o kadın seçkin ve metin rey (karar vermede özgür) sahibi bir kadındı.

Fakat Gürcü Hatun Mevlana Hazretlerinin ayrılığı ateşinin yüküne tahammül edemezdi.

O zamanda resim yapmada ikinci bir Mani (Nakkaşlığı ile meşhur) bir ressam vardı.

Kendi sanatı hakkında “ Mani bizim resmimiz karşısında aciz kalır” derdi.
Buna Aynuddevle-i Rumi derlerdi.

Sultan Mevlana’nın resmini bir kâğıda çizmesi için ona hediyeler verdi.
Yollarda Gürcü Hatun’a can yoldaşı olması için resmin son derece de güzel yapılmasının icap ettiğini söyledi.

Sonra Aynuddevle-i Rumi birkaç memurla (emin) beraber bu meseleyi bildirmek üzere Mevlana Hazretlerine geldi.

Baş koyup uzakta ayakta durdu.
Aynuddevle-i Rumi daha ağzını açmadan Mevlana “ Yapabilirsen ne ala” dedi.

Ressam birkaç tabaka mahzeni kâğıt getirerek kalemi eline aldı ve Mevlana’ya döndü.

Mevlana ayakta duruyordu.
Ressam bir defa bakıp yüzünü çizmekle meşgul oldu.

Bir yaprak üzerine son derece güzel bir resim yaptı.
İkinci sefer tekrar baktı fakat Mevlana’nın önce görmüş olduğu şekli değişmişti.

Başka bir kâğıt üzerine bir resim daha yaptı.
Çevresini tamamladıktan sonra şeklin yine başka türlü olduğunu gördü.

Bunun üzerine yirmi tabaka üzerine çeşit-çeşit resimler çizdi, fakat her bakışında resmin başka bir şekle büründüğünü gördü.

Hayrette kaldı, nara atıp kendinden geçti ve kalemleri kırıp acizler gibi secde etti.
Bu sırada Mevlana bu gazele başladı:

“ Ah! Ben ne renksiz ve belirsizim.
Ben kendimi olduğum gibi görebilsem.

Sırlarını ortaya koy diyorsun.
(Fakat) benim bulunduğum yerde yer yok.

Benim ruhum nasıl sakin olur.
Ben böyle ruh içerisinde sakinim.

Benim denizim battı ve hayret!
Benim içimde ne kadar sonsuz bir deniz var”

Aynuddevle-i Rumi böylece ağlayıp dışarı çıktı.
Kâğıtları Gürcü Hatun’a götürdüler.

Gürcü Hatun bütün bu şekilleri sandığa koyup seferde ve hazarda beraber taşıdı.

Mevlana hazretlerinin şevki (görme arzusu) ona galebe (üstün) ettiği vakit, Mevlana derhal onun gözü önünde tecessüm (göz önüne geliyor) ediyor ve bununla sükûnet buluyordu.

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Neler öğrendik:

Mevlana hazretlerini rengi olmadığını yani bizim tanımlayabileceğimiz bir renge sahip olmadığını öğrendik.

Mevlana hazretlerinin sabit bir şekli olmadığını, her şekle girebildiğini öğrendik.

Mevlana Hazretlerinin kendini ben şuyum diye tanımlayamadığını öğrendik.

Mevlana Hazretlerin yer ve şekil olmayan âlemde olduğunu ve yaşadığını öğrendik.

Her şey denize battığı halde Mevlana Hazretlerinin içinde denizin battığını öğrendik.

Mevlana Hazretlerinin içindeki sonsuz denizde denizlerin bile battığını öğrendik.

Sevdiğimiz birini özlediğimiz zaman onun cismi vücut bulup görünür olduğunu ve biz de seyrederek özlem giderdiğimizi öğrendik.

Renksizlik:
Değişik renklerde mask yapılmış jelâtin kâğıtlarını hazırla.

Bir yüze parlak bir ışık altında birer-birer koy.
Her koyduğun jelâtin ile kişinin yüzünün renginin değiştiğini göreceksin.

En sonunda da beyaz diyebileceğimiz renksiz bir renk ortaya çıktığını göreceksin.

Bunu aklının anlaması için misal olarak verdim.
Şimdi bu maskların nurdan almış oldukları renk ve ışık ile olduğunu düşünürsen o yüzün ne renk olduğunu tanımlayamazsın.

Ressam Mevlana Hazretlerinin yüzündeki nur perdelerini geçip esas yüzünü görmesi için onun hakikatini bilmesi gerekiyor.

Ressamda da bu ilim olmadığı için bu kadar görebilir
Bakışında dikkatin arttığı ve derinleştiğinde başka renkler görürsün.

Gördüğüm bu dersin o renk değişir daha güzeli kendini gösterir.

Tamam, bu dediğin an değişir ve daha güzeli gelir ki bir tanımlama yapamazsın.

İşte yaren kalp gözüyle bakışınla şekilsiz ama şekil var gibi, renk yoktur ama renk var gibi yokluk âleminde seyreder hayretlere dalarsın.

Başka birine anlatmak istediğinde hangi birini anlatacaksın ki susar ve o zevkin tadını çıkarırsın.

Tanrı âlemine dalmış, yokluk âleminde yaşayanın ancak birkaç mısra ile bize bu âlemin var olduğunu ve bizlerin bu âlemde yaşam sürmemiz için heveslendirdiğini anlıyoruz.

Yokluk âleminde olan kişinin koca denizleri içinde yok ettiğini öğreniyor ve anlıyoruz.

Mevlana Hazretlerinin “GEL” dediği yer burası.
Ruhumuzun kuvvetini ve imkânını olduğunu ve bunun layık olduğu âlemde yaşaması gerektiğini öğreniyoruz.

Yokluk âleminde Tek tanrı vardır başka bir şey yoktur bu gerçeğini görür ve yaşarsın.

Dünyadaki hizmetin için varlık âlemine tekrar gönderilirsin.

Hazreti Mevlana’nın yol göstermesi kılavuzluğuyla nasibimizi almamız gerektiğinin farkına varıyoruz.

Ruhum sıkılıyor dediğin zaman, ruhun layık olduğu yerde olmadığı, bedene hapsettiğin ve nefsinin emrine verdiğin için bunalırsın, sıkılırsın, psikopat olursun.

Her şey yerinde olduğu zaman güzeldir ve sakindir.
Sakinliğin yoksa ey yaren!

Bazı şeylerin yeri yerinde değildir de ondan.

                               *
RAVLİ

Popüler Yayınlar