Mevlana’nın ilmini, yumuşaklığını ve alçak gönüllülüğü işitmiş, ona âşık olmuştu.
Bunun için kalkıp Mevlana’yı
görmek üzere Konya’ya geldi.
Şehrin rahipleri onu
karşılayıp izazda (Aziz kılma, saygı gösterme, ikram etme, ağırlama)
bulundular.
Bu doğru rahip, o hazretin
ziyaretini rica etti.
Tesadüfen yolda
karşılaştılar.
Rahip üç defa Hüdevendiğar’a
secde etti.
Secdeden başını kaldırdığı
vakit Mevlana’nın da secdede olduğunu gördü.
Derler ki, Mevlana hazretleri
rahibin önünde otuz üç defa baş koydu.
Rahip feryat edip
elbiselerini yırttı ve
“ Ey dinin sultanı, benim
gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu ne alçak gönüllülük ve
kendini hor görmektir? “ dedi.
Mevlana “ Ne mutlu o kimseye
ki Tanrı onu malla, güzellikle, şerefle ve saltanatla rızıklandırdı ve o kimse
de bu malı ile cömertlik yaptı, güzelliği ile iffet sahibi, şerefi ile alçak
gönüllü ve saltanatı ile de adalet sahibi oldu” hadisini buyuran bizim sultanımızdır.
Tanrı kullarına nasıl alçak
gönüllülük göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim.
Eğer bunu yapmazsam, neye ve
kime yararım” dedi.
Şiir:
“ Tanrı yolunun güneşi olan
ve nefsini zelil (hor, hakir, alçak, aşağılayan) eden kimseye ne mutlu, dedi.
Onun kulluğu sultanlıktan
iyidir, çünkü ben daha hayırlıyım sözü şeytanın ağzından çıkmış bir sözdür”
Bunun üzerine zavallı rahip
derhal arkadaşlarıyla beraber iman getirerek mürit oldu ve ferece (Pardösü) giydi.
Mevlana Hazretleri mübarek
medresesine geldiği vakit Sultan Veled hazretlerine ve arkadaşlara:
“ Bahaddin, bugün zavallı bir
rahip bizim miskinliğimizi elimizden kapmaya niyet etti.
Fakat Tanrı’ya hamd olsun, Tanrı’nın
uygulaması ve Peygamber efendimizin yardımı ile biz bu miskinlik ve küçüklükte
ona galip geldik.
Çünkü o tevazu (alçak
gönüllülük), küçüklük ve miskinlik, Müslümanlara Hazreti Mustafa’dan miras
kalmıştır.
Öyle bir devletin nisabı
(aslı, esası) yalnız onun ümmetinin miskinlerinin nasibidir ( Payı, hissesi,
elde edilebilen şey, Allah’ın kısmet ettiği şey).
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
MİSKİN
Varlıktan sıyrılan, bütün
anlamı ile yok olan, kendisinde hiçbir varlık tanımayan, mahiyet sahibi dervişe
denir.
Peygamberimiz “ Allah’ım,
beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve miskinler zümresiyle haşret
(topla)!” diye buyurmuştur.
Neler öğrendik:
Saygı ve hürmet gösterene
aynı şekilde karşılık vermemiz gerektiğini öğrendik.
Tanrı bize mal verdiyse
cömertlik yapmamız gerektiğini öğrendik.
Tanrı bize güzellik verdiyse
temiz ve namuslu olmak gerektiğini öğrendik.
Tanrı bize şeref verdiyse
alçak gönüllü olmak gerektiğini öğrendik.
Tanrı bize saltanat verdiyse
adaletli olmak gerektiğini öğrendik.
“Ben” le başlayan (Ben
bilirim, ben hayırlıyım, ben kuvvetliyim Vb.) her şeyin şeytanın tarzı olduğunu
öğrendik.
Bizi zorlayan nefsimizin
farkında olarak nefsin üzerimizde tüm hâkimiyetini en az seviyeye indirmemiz
gerektiğini öğrendik.
Çünkü o tevazu (alçak
gönüllülük), küçüklük ve miskinlik, Müslümanlara Hazreti Mustafa’dan miras
kalmıştır.
Öyle bir devletin nisabı
(aslı, esası) yalnız onun ümmetinin miskinlerinin nasibidir ( Payı, hissesi,
elde edilebilen şey, Allah’ın kısmet ettiği şey).
Alçak gönüllü olarak, kendini
küçük göstermek suretiyle ve varlıklıyım demekten kendimizi temizlemiş olarak
davranırsak, Müslüman olarak Peygamberimiz Hazreti Mustafa’dan mirasına sahip
çıkmalıyız.
Bu davranış biçimini
beğendiği için Allah’ın Müslümanlara vermiş ve bu ululuğu sevinçle yaşamayı
Müslümanlara armağan etmiştir.
*
RAVLİ