7 Aralık 2012 Cuma

MEVLANA VE RAHİP

Kostantiye ülkesinde (Doğu Roma, İstanbul) bilgin bir rahip vardı.
Mevlana’nın ilmini, yumuşaklığını ve alçak gönüllülüğü işitmiş, ona âşık olmuştu.

Bunun için kalkıp Mevlana’yı görmek üzere Konya’ya geldi.
Şehrin rahipleri onu karşılayıp izazda (Aziz kılma, saygı gösterme, ikram etme, ağırlama) bulundular.

Bu doğru rahip, o hazretin ziyaretini rica etti.
Tesadüfen yolda karşılaştılar.

Rahip üç defa Hüdevendiğar’a secde etti.
Secdeden başını kaldırdığı vakit Mevlana’nın da secdede olduğunu gördü.

Derler ki, Mevlana hazretleri rahibin önünde otuz üç defa baş koydu.
Rahip feryat edip elbiselerini yırttı ve

“ Ey dinin sultanı, benim gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu ne alçak gönüllülük ve kendini hor görmektir? “ dedi.

Mevlana “ Ne mutlu o kimseye ki Tanrı onu malla, güzellikle, şerefle ve saltanatla rızıklandırdı ve o kimse de bu malı ile cömertlik yaptı, güzelliği ile iffet sahibi, şerefi ile alçak gönüllü ve saltanatı ile de adalet sahibi oldu” hadisini buyuran bizim sultanımızdır.

Tanrı kullarına nasıl alçak gönüllülük göstermeyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmeyeyim.

Eğer bunu yapmazsam, neye ve kime yararım” dedi.

Şiir:

“ Tanrı yolunun güneşi olan ve nefsini zelil (hor, hakir, alçak, aşağılayan) eden kimseye ne mutlu, dedi.

Onun kulluğu sultanlıktan iyidir, çünkü ben daha hayırlıyım sözü şeytanın ağzından çıkmış bir sözdür”

Bunun üzerine zavallı rahip derhal arkadaşlarıyla beraber iman getirerek mürit oldu ve ferece (Pardösü) giydi.

Mevlana Hazretleri mübarek medresesine geldiği vakit Sultan Veled hazretlerine ve arkadaşlara:

“ Bahaddin, bugün zavallı bir rahip bizim miskinliğimizi elimizden kapmaya niyet etti.

Fakat Tanrı’ya hamd olsun, Tanrı’nın uygulaması ve Peygamber efendimizin yardımı ile biz bu miskinlik ve küçüklükte ona galip geldik.

Çünkü o tevazu (alçak gönüllülük), küçüklük ve miskinlik, Müslümanlara Hazreti Mustafa’dan miras kalmıştır.

Öyle bir devletin nisabı (aslı, esası) yalnız onun ümmetinin miskinlerinin nasibidir ( Payı, hissesi, elde edilebilen şey, Allah’ın kısmet ettiği şey).

                                       ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
MİSKİN

Varlıktan sıyrılan, bütün anlamı ile yok olan, kendisinde hiçbir varlık tanımayan, mahiyet sahibi dervişe denir.

Peygamberimiz “ Allah’ım, beni miskin olarak yaşat, miskin olarak öldür ve miskinler zümresiyle haşret (topla)!” diye buyurmuştur.

Neler öğrendik:

Saygı ve hürmet gösterene aynı şekilde karşılık vermemiz gerektiğini öğrendik.

Tanrı bize mal verdiyse cömertlik yapmamız gerektiğini öğrendik.
Tanrı bize güzellik verdiyse temiz ve namuslu olmak gerektiğini öğrendik.

Tanrı bize şeref verdiyse alçak gönüllü olmak gerektiğini öğrendik.
Tanrı bize saltanat verdiyse adaletli olmak gerektiğini öğrendik.

“Ben” le başlayan (Ben bilirim, ben hayırlıyım, ben kuvvetliyim Vb.) her şeyin şeytanın tarzı olduğunu öğrendik.

Bizi zorlayan nefsimizin farkında olarak nefsin üzerimizde tüm hâkimiyetini en az seviyeye indirmemiz gerektiğini öğrendik.

Çünkü o tevazu (alçak gönüllülük), küçüklük ve miskinlik, Müslümanlara Hazreti Mustafa’dan miras kalmıştır.

Öyle bir devletin nisabı (aslı, esası) yalnız onun ümmetinin miskinlerinin nasibidir ( Payı, hissesi, elde edilebilen şey, Allah’ın kısmet ettiği şey).

Alçak gönüllü olarak, kendini küçük göstermek suretiyle ve varlıklıyım demekten kendimizi temizlemiş olarak davranırsak, Müslüman olarak Peygamberimiz Hazreti Mustafa’dan mirasına sahip çıkmalıyız.

Bu davranış biçimini beğendiği için Allah’ın Müslümanlara vermiş ve bu ululuğu sevinçle yaşamayı Müslümanlara armağan etmiştir.

                                 *
RAVLİ

Popüler Yayınlar