Alemi süsleyen Musa,
Tanrıya, bana kendi dostlarından birini göster dedi.
Yüzünü göreyim, gözüm aydın
olsun. Bu istekle gönlüm yanıp kakılmada.
Tanrıdan hitap geldi:
Bizim dert ehli doğru kulumuz
var, filan ovadadır.
Kapımızın has kullarındandır
o.
Gece gündüz, bizim yolumuzda
yürür.
Kelim (Allah’la konuşan) onu
görmek üzere yola çıktı.
Oraya vardı.
Bir de baktı ki o adam kendi
âlemine dalmış.
Başının altına yarım bir
kerpiç koymuş, üstüne de ancak dizine kadar gelen bir çuval çekmiş.Üstünü önden, arttan binlerce karınca, binlerce arı ve sinek üşüşmüş.
Musa, ona selam verip bir şey istiyorsan söyle dedi.
Adam, ey Tanrı elçisi dedi,
tez bana testinden bir yudum sucağız ver.
Musa testiyi almak üzere
giderken bir an içinde o susuzun canı çıktı, öldü gitti.
Musa, suyu getirince onu,
kuru yer üstünde can vermiş buldu.
Tanrı kelimi bu hale şaşırdı.
Kefen bulmak, mezarını kazıp
gömmek üzere kalktı.
Geri dönünce bir de baktı ki
bir aslan gelip onu parçalamış, kalbini, karnını yemiş sömürmüş, doymuş.
Bu dertle Musa’nın gönlü
coştu, kabardı.
O adam yüzünden derdi, bir
hayli fazlalaştı.
Dile gelip dedi ki:
Ey sırları bilen Tanrı! Bir gülü yüzlerce incelikle ve dikkatle besler, yetiştirirsin.
Bu sırrı nerden anlayacağız?
Senin sırrına ne gönül erer, ne can bu sırrı bulur.
Tanrıdan Musa’nın can
kulağına şu cevap geldi:
Daima ona biz su verirdik.
Her vakit ki gibi bu sefer de
o kendi ciğerciğini yiyen susuza bizim su vermemiz daha hoş.
Daima onu biz giydirirdik.
Nasıl olur da Musa’nın eli
karışır?
Şimdi bir vasıta kendini
gösterdi.
Etti ama neden yabancıya
iltifat ediyor?
Bizim gibisinden beslenip
yetiştikten sonra neden başkasından bir şey ister?
Araya yabancı ayakbastı.
Biz de onu ebedi olarak
aradan kaptık, götürdük.
*Fakat o çulla kerpiç
parçasının hesabını apaydın bir halde vermedikçe,
*Andolsun yüceliğimize,
bizden bir kıl kadar bile koku alamaz, bir yandan bile kokumuzu bulamaz.
Buna imkân yok.
*
Azizim! Onunla iş görmek
kolay değil. Onunla ancak gönülden, candan konuşulabilir.
Onunla can ve gönülden
konuştuktan sonra artık o makamda dünyaya ait şeyler söylemek mümkündür
doğrusu.
Bir adam, can âlemine ayak
bastıktan sonra hiçbir kimseye erlikle öğünemez, er sayılmaz o.
Feleği bile onun safında er
sayma.
Çark vurup duran dönek bir
kocakarıdır o.
*Her şeye yüzlerce bağla
bağlanırsın asıl bağlanman lazım yere nasıl bağlanabilirsin ki?
Seni burada bunca timsah
çekip durdukça (Parçalamaya uğraştıkça) göklere nice yükselecek, orada nasıl
makam tutacaksın?
Yeryüzünün zinciri, ayağında
oldukça nerden gökyüzüne yükselecek, orasını yurt edineceksin?
Sevgin köpeklere iken, gökyüzündekiler,
sana nerden meyledecekler?
Amel defterini yazanların,
arılık ve kutluluk yurdunda bir avuç toprak parçasıyla düşüp kalkmaları layık
mıdır?
Ululara uygun bir yüz,
apteshaneyi yurt edinenler görebilirler mi hiç?
Ne her can o sırra yol bulabilir,
ne herkes o makama erişir oğlum!
Dünyaya binlerce can gelir
ama içlerinden ancak biri bu sırra erer.
***
İLAHİNAME. FERİDÜDDİN-İ ATTAR
M.E. B. YAY. 392
*
Allah yolunda olan
başkasından bir şey istemez. Dilencilik yoktur.
Sadaka, fitre, zekât almazlar.
Sadece hediye alırlar.
*
Hikâye: Çok zengin biri ölüyor.
Çocukları kebire gelen sorgu meleklerinin ne yaptıklarını merak ediyorlar.
Diyorlar ki:
Kim babamızın mezardaki
durumundan haber verirse babamızın malının yarısını vereceğiz.
Sadece ipi olan bir hamal ben
talibim diyor.
Mezarı genişçesine
kazıyorlar.
Hamalın nefes alabilmesi için
delik bırakıyorlar.
Mezarı bir güzel
kapatıyorlar.
Ertesi sabah halk gelip
mezarı açınca hamal kaçmaya başlıyor.
Delirdi diyorlar.
Yakalıyorlar ve soruyorlar:
Ne oldu anlat.
Neden kaçıyorsun.
Vaat ettiğimizi vereceğiz
diyorlar.
Hamal:
Mezar kapandıktan sonra iki
melek geldi. Bir kişi için geldik ama bir kişi daha varmış.
Ölen zaten bizim elimizde.
Bu diri olanı sorgulayalım
diyorlar.
Benim yanımdaki hamal ipinden
solular sormaya başladılar.
O ipi almak için nereden
kazandın?
Kimden aldın?
Kaça aldın?
Ne taşıdın?
Gibi sorular sormaya
başladılar.
Siz mezarı açıncaya kadar o
ipin hesabını vermeye çalışıyordum diyor.
O ölen adamın çocukları tamam
gel babamızın malının yarısını verelim diyorlar.
Hamal:
Ekmek kazandığım bir
ipin hesabını bu kadar sorduklarına göre, sizin vereceğiniz malın hesabını kim
bilir ne kadar sürer diye kabul etmez.
*
Can özü temsil ederCan emanettir.
Hayat unsurudur.
Hayat can ile devam eder.
Saftır, geniştir, kuşatma
özelliği vardır.
Vücuda komuta eder.
Kıymetli olduğundan gizlidir.
Aşkın alevlendiği yerdir.
Can, büyük bir şehirdir.
Gönül onun içinde küçük bir
kaledir.
Can, kendini istekler ile
hareketlenir, isteklerle kendini gösterir.
Göğe çıkmak isteği yoksa hak
nuru verilmemiştir, insandan doğmuştur ama şeytanın ta kendisi kesilir.
Can uçar göğe çıkar veya
perde arkasında kalır.
Can önce hayvani verilir,
sonra akıl, iman nuruyla şereflendirilir.
Nurda yok olan can yokluktan
sonra nurda varlığa ulaşır
Her can ayrıdır. Şekil suret aynıdır.
Canda rahmani ve şeytani iki güç vardır.
Birbiri ile mücadele eder.
İman canı aydınlatır, huzura
ve mutluluğa kavuşturur.
Sevgilinin âlemi, can
âlemidir.
Canı, Allah kendi isteğinle
bedeninden özgür bırakasın diye verdi.
Aşığın sermayesidir. o
sevgiliye verir, sevgilisi alır.
Cana doğru yol alırsan, tanrı
sırlarından haberin olur.
Aşağıdaki uzuvlar üzerine
anlaşılması için anlam yüklenmiştir.
Can gözü:
Tanrının gerçeğini (yüzünü)
gören iç gözdür. Nefis saflaşırsa bu göz açılır.
Kolaycı kişilerin görüşüne
kapalıdır.
Marifet ve hakikat makamında
olanlar görür.
Gönül gözü; gayb âlemini,
Lâhut âlemini, Ceberut âlemini, ruhlar âlemini, mana âlemini, emir âlemini,
mücerret âlemini, misal âlemini. Şeriat ve tarikat makamında olanların
kabiliyetine göre görürler.
Kalp gözü, kulağı ilahi âlemi
görür ve dinler.
Can kulağı: marifet ve
hakikat sırrını duyan kulaktı.
Marifet:
Her işe tahammül eden, helal
ve güzel istekte bulunan, şeriat ve tarikatı ayakta tutan, dünyaya değer
vermeyen, ahreti seçen, kendini değersiz görmek, sırları bilmek.
Hakikat:
Alçak gönüllülük, iyiyi
kötüyü tanımak, el uzatmama. Kanaat etmek.
Malını Hak yolunda harcamak.
Kimseyi incitmemek, fakirliği
inkâr etmemek, Allah’a yolculuk etmek.
Şeriat, tarikat, marifet ve
hakikat makamlarını bilmek ve uygulamak.
Can dudağı:
Vahdet tadını ve zekini
almak.
Vahdet: Görünen çoktur ama içte birdir.
Çoklukta birlik gizlidir.
Gözündeki perdeleri kaldıran
kişi Hakkın birliğini görecektir.
*
RAVLİ