Hocanın biri namaz vaktidir, diye seslendi.
Mevlâna kendi âlemine
dalmıştı.
Biz hep kalktık, akşam
namazına durduk.
Bir kaç kere baktım gördüm
ki, imam ve bütün cemaat arkamızı kıbleye çevirmişiz.
Namazı bitirmeye
uğraşıyorduk, kıbleden yüz çevirmiş olarak sazcıların arasına geldim.
Bana şöyle bir fikir geldi:
Bunlar ne garip insanlar ki
ezelden ebediden doğmuş bir güneşten habersizdirler.
Ezel ve ebed nedir ki!
Bunların her ikisi de senin
sıfatındır.
Bunlar daha dün meydana
çıktı.
Zamanın başına ezel dediler,
kuyruğuna da ebed adını koydular. Ezel nedir, ebed ne?(M.287)
Bir Güneş doğdu, bütün âlemi
nur kapladı.
Ayın, Güneşin sözü mü olur?
Bu halkın O Ay, Güneş
karanlığında bundan hiç haberi yok.
Hazreti Muhammed'e (hâşâ)
sihirbaz dediler.
Hâlbuki Allah adının anıldığı
her yerde sihir bozulur.
Bir yerde ki, içerisi
baştanbaşa nur doludur.
Sihir orada nasıl
barınabilir?
Yağmur yağmaya başladığı
vakit sihir kaçar.
Bu kadar hayat yağmuru ve
canlılık iksiri, bengi sular ondan yağar, ondan fışkırırken sihir onda nasıl
yer bulur?
Onun için buyurmuştu ki Şeyhin
gerçek olmadığının nişanı şudur ki, onunla sahradan, oyundan dönersin de, hiç
bu maceradan ve bu oyundan bir şey anlatmaz ve habersizdir.
Dedi ki:
Ben, karşımda oynanmasını
istemediğim o oyun için bir şey söylemiyorum.
Bana gelince, ben yüzüne
güler, ona Allah hayatınızı size mübarek kılsın! der geçerim.
O daima onların macerasından
bir başkasını anlatayım diye düşünür. Bana böyle şeyler gerekmez.
Kendime macera söyleyeyim de,
sana ne yapayım.
O ki, yüz yıl sonra da sana
gelecektir, Allah sana ömürler versin.
Herkese söylerim, Muhammed
ümmetinden olanlar söyle olmalıdır; Muhammed şöyledir.
Nihayet taşa tapanlara,
bunlar fenadır diyorsun.
Çünkü yüzlerini bir taşa veya bir duvardaki resme çevirirler.
Sen de yüzünü duvara
çeviriyorsun.
Şu halde Hazreti Muhammed'in
söylediği şu nükteyi sen anlamıyorsun:
"Kâbe, âlemin içindedir.
Bütün âlem halkı yüzlerini
ona çevirirler.
Ama eğer bu Kâbe’yi aradan
kaldırırsan, herkes ancak birbirinin gönlüne secde eder.
Yani, onun secdesi bunun
gönlüne, bunun secdesi onun gönlüne olur.
Bilmiyor musun ki, bahis
konusu ettiğim her sözü inceler, düzeltirim.
Konuşan kuvvetlidir, cılızlık
ona yaraşmaz.
Ben asla yazmayı âdet
edinmedim.
Çünkü yazmadığım şeyler bende
kalır ve her an bana başka türlü yüz gösterir. (M.288)
Söz bahanedir.
Hak, duvağı çözmüş, cemalini
göstermiştir.
Hak sözleri deryasının
coşkunluğundan bir Elif nakış olundu.
Ferman geldi:
Ey Ruhanî Cebrail!
Tanrısal levhadan şu kutsal
sözü oku. Henüz sözümü tamamlamamıştım ki, Şahap kaçtı.
Artık senin yüzüne bakmaya
takat getiremedim, dedi ve gitti.
Ne oldu da, dedim, kaçıyor ve
kaçarken acayip şey diyordu.
Şahap her ne kadar küfür
söylüyordu ama ruhanî ve safi idi.
Öz ruh olmuş, gıda ondan
uzaklaşmıştı.
(Sadece açık gerçeklerden
hareket edenlerin özü ruh olur, böyle sınırlı hareket edenler üstü örtülmüş,
perdelenmiş gerçeklerin gıdasından yararlanamazlar)
Bir gün de bir nükte
anlatıyordum.
Bazı açıklamalarda
bulunuyordum.
Mananın ona gizli kalmasını
istemiyordum.
O, cüzî (Parça) âlemi
parçaları bilmez, küllî (Bütün) âlemi yani tümü bilir diyorsun.
Bu küllî âlemden neyi
kastediyorsun? Dedi.
Ben külden, tümden bahsettim,
hiç bir parça bilmiyorum ki o küllün dışında olsun.
Evet, cüz, yani parça
denildiği vakit kül yani tüm yahut bütün bunun içinde yoktur.
Asla ağaçları içinde olmayan
bir yere bağ denilmez.
O zaman orası bağ olmaz dağ
olur.
Şahap dedi ki:
Öyleyse, o, cüzî şeyleri
bilmez dediğimiz zaman noksan söz söylemiş olmaz mıyız?
Meselâ benim karnımda uyuyan
bir üzüm tanesi var.
Ben o üzümü bilmezsem onu
bilmek veya bilmemek bana ne noksan verir.
Şimdi ben Hintçeyi
bilmiyorum.
Bu acizliğimden değil, ama
Arapçaya ne olmuştur ki!
Eğer Hintli onu işitse, bu
çok hoş bir dildir, der.
Farsçaya ne olmuştur ki, bu
kadar güzelliği ve hoşluğu ile beraber bu lisandaki sözler, Arapçada yoktur.
Bizim önümüzde bir kimse bir
defada Müslüman olamaz.
Müslüman olur, sonra kâfir
olur, tekrar Müslüman olur.
Her defasında, her şeyden
dışarı çıkar; olgunlaşıncaya kadar böyle devam
eder.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Tanrı eri varken Namaz kıblesinin aranmayacağını
öğrendik.
2. Aydınlık verenleri fark etmemiz ve o aydınlıktan
yaralanmamız gerektiğini öğrendik.
3. Nurlu kişileri aramamız gerektiğini öğrendik.
4. Ezanın her zaman okunduğunu, Tanrı eri ile sohbetin
tekrarı olmadığını öğrendik.
5. Allah sevgisi olana sihrin, büyünün etkileyemeyeceğini
öğrendik.
6. Secdenin o kişiye değil onun gönlüne edildiğini
öğrendik.
7. Bütünün içinde parçaların olduğunu ama parçanın içinde
bütün olmadığını, parçanın diğer parçalarla birleşmesi gerektiğini öğrendik.
8. Kâbe’yi yalnız bir resim veya duvar olarak görmemizin
yanlış olduğunu onun hakikatini anlamamız gerektiğini öğrendik.
9. Şems Hazretleriyle gönül birliği kuranın Olgunlaşana
kadar inancında değişikler olacağını öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Ravli
namaz yazarak Google dan incelemelisin.
Bir
şeyi doğru ve net görmek için, değerini doğru saptamak ve kabul etmek için
olayın dışına çıkarak bakmak ve dışarıda kalmadan tekrar içine girmek
gerekiyor.
Dışa
çıkamazsan bütünü göremezsin, bir düşünceyi kendine inanç yaparak saplanıp
kalırsın.
Dışarı
çıkıp da dışarıda kalmayı seçersen dışlanırsın ve alacağın faydadan mahrum
olursun.
Tüme
varım tümden gelimde bakışın hem içeriden dışarıya, hem de dışarıdan içeriye
olması gerekir.
İçinde
yer edersen, benimsersen, emek verirsen, katkı sunarsan bu uğraşın her ne ise
sana fayda verir.
*
RAVLİ