Zengin bir Hıristiyan ticaret
adamı vardı.
Bir ülkede ticaretle
meşguldü.
Bu tacirin pek güzel bir oğlu
vardı.
O Hıristiyan çocuğu dünyanın
ışığıydı.
Menekşe, miskler saçan
zülfünü, onun yüzünden elde etmiş, nazik gül, gülümseyen dudağa onun sayesinde
sahip olmuştu.
Yüzünden nikabını (Örtüsünü) kaldırdı mı adeta dünya geceyken gündüz
olurdu.
Mis gibi saçlarını ördü mü
bütün âşıklar, zünnar bağlanırlardı.
Saçları öyle eğriydi ki bir
tek kılında bile doğruluk diyeti yoktu.
Kirpikleri savaş için
ellerine harbe aldılar mı iki vuruşta iki âlemi de yıkar, yere sererdi.
Kaşları, yaylarını kurdu mu âlem,
can korkusuna düşerdi.
Dudağından, şekerler saçmak,
o güzelin yolu yordamıydı.
Tatlılık sanatının merkezi,
dudaklarıydı.
Gülen lâl’leri yüzünden
âşıkların kucakları, inci dişleriyle adeta bir denize dönmüştü.
Hayatın ta kendisi olan o
güzel hastalandı, gençliğinde ölüp gitti.
Babası, derdinden kendini
öldürecek bir hale geldi.
Canından da oldu, aklından
da.
Nihayet onu yıkadı, arıttı.
Müslüman oldu, onu götürüp
gömdü.
Bu gün çocuğun
ölümü yüzünden bize Hak dini açıkça gözüktü
dedi.
Elbette Tanrının oğlu yoktur.
O kadından da münezzehtir (ayrı),
akrabadan da, evlenmeden de.
Tanrı’nın oğlu olsaydı nasıl
olurdu da benim çektiğim gönül dağına uğrar, bu eleme müstahak (acıyı hak etmiş) olurdu?
Bildim ve anladım ki bu işte
bir hikmet (Kontrol) var.
İnanmayan adamda
hiçbir devlet, hiçbir ululuk yok.
***
İLAHİNAME FERİDÜDDİN-İ ATTAR M.EB. YAY. 392
*
İşte böyle yaren,
Allah gizli bağlarla kendine,
anaya, babaya, kardeşe, akrabaya, eşe, çocuğa öyle bir bağ kurmuş ki bu bağı
kendin çözersen veya yok sayarsan çok sıkıntıya girersin.
İlişkiler ile kuvvetlenen bu
bağ ancak Allah’ın takdiri ile koparsa acısı dayanılır olur.
Allah’ın bağladığı bağları
görmeden, anlamadan ilişkileri, ihtiyaç veya alışkanlık olarak gören ve
yorumlayan kişide devlet de yoktur, ululuk ta yoktur.
*
RAVLİ