31 Aralık 2012 Pazartesi

ŞEMSİ TEBRİZİ 36

Nihayet en düşkün biri varsa o da benim.
Bana demişlerdi ki:

Yetmiş yaşındaki bir kâfir eline bir desti su verir, kendini kurtarır.
Hazreti Muhammed'i (S.A.)'ı Ebu talib besledi, yüce sıfatlarını o terbiye etti, o imanı, bizzat onda buldu.

Biri o mümin değildir dedi:
Münafıkların başkanı o idi.
Gönlünde öyle bir şey vardı ki açıklayamadı, onun aksini meydana koydu ve ilâve etti, "Araştırmak dindir."

Ben, hayır, dedim, bu bir yanıltma (Safsatadır) dedim.
Bu konuda ne dersin diye sorarlarsa, "Araştırma Müslümanlık değildir, Müslümanlığı örtmektir," derim.

Allah'a ant içerim ki, o bengi suyu içen (Ebedi hayat olduğuna inanıp kabul eden), Allah'ı bilen kimsedir.

Yoksa üstünde lütuf deryasını (Nasıl dalgalandırılırdı?)
Rastladığı herkesi Allah kulları ile birlikte düşünen, "Allah’ım kavmini doğru yola yönelt!" diyen Peygamberin yalvarması ancak Allah'a uymaktır.

Bana Allah elçisi hazreti Muhammed'in (S.A.) kitabı fayda vermez, bana önce Allah'ın (M. 326) kendi kitabı (kalp) gerektir.

Yoksa bin kitap da okusam yine karanlıkta kalırım.
Allah velilerinin sırlarını bilenler, onların kitaplarını okurlar.

Herkes bir hayal karıştırarak o sözlerin sahibini suçlar.
Ama hiç kimse kendini suçlamaz.

Demezler ki, bu küfür söz ve yanlış anlayış, o sözde yoktur.
O belki bizim bilgisizliğimizden ve hayal kurmamızdan dır.

Ben Levhi Mahfuz'a (Gizli levhaya) kadar levhasına baktım gördüm ki, bir kalabalık toplandı.

Orada gördüm ki, falan münkir (İnkâr eden, kabul etmeyen) olmuş, birbirlerine Pehlevî dilinden (İran ve İsfahan ile o bölge halkının dili) manzum sözler yazıyorlar.

Nasıl hoşa gider mi bu manzara?
Bilsek ki hoşluk denilen şey dostlar derneğin dedir.

Birbirlerinin yanlarında salınıp gezerler, yüzlerini gösterirler, o zaman birer-birer aralarında bir sevgi belirmeye başlar.

Aşk gelince onların parlaklığı kalmaz.
Bir şeyi bal içinde saklarsan taze ve hoş kalır.

Hava bal ile bu cisim arasına girmek için yol bulamaz ki onu boza-bilsin.

Şam'da Heratlı Şahabeddin riyazetten (Açlıkla nefsi terbiye etme) o kadar yanıp tutuşmuştu ki, sanki bütün Peygamberlere göz kırpardı.

Derler ki:
Melekler kıskançlıklarından onun yüzünü halka çevirir, halk ile oyalamak isterlerdi.

Bu Şahabeddin ile hiç kimse halvete girmenin yolunu bulamazdı. Cebrail bile, bana zahmettir, derdi.

Bir gün de, benim varlığım bile bana zahmettir demişti.
Bütün bu yaslı hali ile bana, sen gel dedi, çünkü sen gönlümün huzurusun!

Ben de, mademki beni böyle vasıflandırıyor ona bir soru sorayım dedim ve şunu söyledim:

Bu söz bana ikilik getiriyor.

Bir saat başını önüne eğdi, o zaman içeriden iki yüz yerden yüz bin söz kapısının açıldığını tekrar kapandığını anlatmaya başladı.

Bu sözün açıklanmasında sonuna kadar konuştu ve dedi ki:
Böylece kendilerine ikilik gelen bir zümre vardır ki kuvvetli olurlar

Ama bunlar pek az kimselerdir.
Ben de kendi kendime dedim ki:

Sana o sayıları pek az olanlardan sorayım da buradan başla.
Bana cihanı dolaştırsan o tarafı hiç istemem, sormam. (M. 327)

Nihayet benim soruma geldik, bu yönden de söyleyecek sözü yoktu.
Bana Kuran-ı tefsir et, dediler.

Bizim tefsirimiz bildiğiniz gibidir dedim.
Ne Muhammed'den, ne de Allah’tan söz açarız.

Burada ben de kendimi inkâr ediyorum.
Ona diyorum ki:

Münkirlerdensin!(İnkâr eden, kabul etmeyen)
Git kendini kurtar, bize niçin baş ağrısı veriyorsun?

Hayır diyor, gitmem.
Böylece kalacağım.

Bunu inkâr eden benim nefsimdir, nasıl olur da sözümü anlamaz?
Bir yazı üstadı, üç türlü yazı yazardı.

Birini yalnız kendisi okur başkası okuyamaz, ötekini hem kendisi okur, hem de başkaları.
Üçüncü çeşit yazıyı da ne kendisi okur, ne de başkaları.

Söz söyleyen benim, ama bunu ne ben bilirim, ne de başkaları bilir!
Bazı ayetleri tefsir etmiyorlar.

Yani gerekli görmüyorlar.
Asıl gerekli olan şey, senin kendini kurtarmandır.

Niçin kurtarıyorsun?
Yani bu kolaydır, ama asıl işin çetin tarafı da odur.

Katır deveye dedi ki:
Sen pek az başa geçiyorsun, yani önde yürüyorsun, bu nasıl oluyor?

Deve cevap verdi:
Evvelâ benim üzerimde fazla bir yük var.

Bu ağırlık bırakmaz ki önde gideyim, sonra bedenimin iriliği, boyumun yüceliği, gözümün keskinliği sayesinde yokuşun başından bakar inişin sonuna kadar alçak, yüksek her tarafı görebilirim, nihayet ben helâl süt emmişim.

Sen haramzadesin, yani, pîçsin! (Karma karışık, çok dolaşık, kıvrımlı, büklümlü)  
Katır pîçliğini benimsedi, haramzadeliği kalmadı.

Onun pîçliği, inkârında (Yaptığını saklayan, gizleyen, yapmadım diyen, reddeden, doğruyu hakkı tanımayan) idi.

Çünkü haramzadelik, ayrılmaz bir sıfat değildir.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Bengi suyu (İçene ebedi hayat veren): Ruhun bedenden ayrıldıktan sonra da yaşamaya devam ettiğini bilen ve inananlar için kullanılan bir söz olduğunu öğrendik.

2.   Bengi suyu içenin Hazreti Hızır ve İlyas olduğunu öğrendik.

3.   Tevhid inancı ile kendini yok edip Allah ile var olanların Bengi suyu içtiğini öğrendik.

4.   Peygamber efendimizin “ Ölmeden önce ölünüz” sırrını anlayanların Bengi suyunu içtiklerini öğrendik.

5.   Bengi suyunun su olarak düşünüldüğünde ki anlayış; Hakikati bilen, geleceği gören, doğru görüş sahibi olan ve Allah kaynaklı bilgilerden beslenen kişiler olduğunu öğrendik.

6.   Allah’ın kendi kitabı olan Kalbi bilmemiz ve yaşamamız gerektiğini öğrendik.

7.   Kitaplardan okuyup öğrenirken kendi hayallerimizin karıştığını asıl gerçeğe ulaşmakta güçlük çektiğimizi öğrendik.

8.   Aynı yazıyı değişik zamanlarda okuduğumuz zaman değişik anlarız, bunun sebebinin de bilgisizliğimizden ve hayal karıştırmamız dan meydana geleceğini öğrendik.

9.   Güzel sözleri şiirsel anlatımla söyleyen kişinin Allah inancı yoksa bu sözlerin kalıcı olmadığını öğrendik.

10.                  Hoşluk dostlar arasında olmakla oluştuğunu, sevgi kendini göstermeye başlayınca kişiye aşk etken olmaya başlar ve aşk gelince de dostların parlaklığının kalmadığını öğrendik.

11.                   Kişi arasında sevgi fazlalaşıp aşk gelince seven ve sevilenin arasını bozmak için yol bulanamayacağını öğrendik.

12.                  Söylenen her sözün ikilik getirdiğini çünkü anlatacağımızdan ayrılıp onu şekillendirerek tarif ile anlattığımızdan ikiliğe neden olduğumuzu, böylece birlikten ayrı düşüldüğünü öğrendik.

13.                  Önemli olanın kendimizi kurtarmak olduğunu, kendimizi kurtarmanın kolay olduğunu ancak bu kolaylığın elde edilmesi, istenilen yola getirilmesi, çözümlenmesi, işlenmesi güç ve engeli çok olan bir yol olduğunu öğrendik.

14.                  Başkasını eleştirmenin, suçlamanın, aşağılamanın kolay olduğunu çünkü ikilikle bu işi yaptığımızı öğrendik.

15.                  Kendini olduğu gibi kabul edenlerin değişip gelişebileceğini, olgunluğa ulaşabileceğini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Kişi ne kadar kendini bilsek de yine yanlışlarına kılıf geçirerek saklar, doğru davranışlarını sergiler, kendimizi böyle kabul ederiz.

Aslında kendimizin gizli açık her şeyimizi biliriz ve örnek kişileri ölçü kabul ederek kendimizi tartıya koymaktan kaçınırız.

Kendimizi sevmek ve beğenmek hayata tutunmak için vazgeçilmez bir duygudur ki kimse bu duygudan vazgeçemez.

Önerilen davranışlar yerleşmiş duygulara zor tesir edemeyeceğinden, yeni tercihle kolayca değişemeyeceğin den kendimize zaman tanımamız gerekmektedir.

Yetersiz, değersiz, kalitesiz bilgilerden oluşan duygu ve his yapısı ve bunlara severek bağlanmamız bizi hareketsiz bırakabileceği gibi karışık birçok duygusal bulanıklığa ve aklımızın rahat çalışmasına engel olduğunu görmekteyiz.

Size sunduğum büyüklerimizin söz ve öyküleri ile gönlümüzü ne kadar çok doldurursak yersiz, değersiz, kalitesiz bilgilerin gönlümüzden temizleneceğini veya en az tesir eden duruma geleceğini göreceğiz.

Bu yoldan ayrılma, büyüklerin sohbetinden uzaklaşma önerisini de bu öyküleri ve öğütleri böylece yerine getirmiş oluruz.

Çer-çöpü gönlümüzden böylece temizleriz.
Bu zamanda yüz yüze gelme imkânı kısıtlı olduğu için okuyarak maksadımıza ulaşabiliyoruz.

                                            *
Bengi suyu içinler yani Allah ile birlikte yaşayanlara ne mutlu.
Bunlar Allah ile yaşadıklarından ölümsüzdürler.

Nasıl ki Şems Hazretleri, Mevlana Hazretleri ve dostları her an bizle birlikteler ve bize yardım etmekteler.

Ölmüş olsalardı adı ve sözleri kalmazdı.
Bu gün büyük bir iştahla sözlerini ve yaşayışlarını öğreniyoruz ve bu öğrendiklerimiz yolumuzu belirliyor ve aydınlatıyor.

Allah’ın izniyle ruh gücünden bize yardım etmekteler, koruyup kollamaktalar.

Bunu sevgiyle bağlananlar gözle görmüş gibi anlarlar ve kabul ederler.
Merakını gidermek için öğrenenler için ruhaniyetten çok az faydalanırlar.

                                            *
RAVLİ

Popüler Yayınlar