27 Aralık 2012 Perşembe

ŞEMSİ TEBRİZİ 27

Bir şeyh gördüm etrafına şaşkın ve dalgın bakmıyordu.
Beni ve başkalarını hayretle süzüyordu.

Başını önüne eğdi, biraz sonra arka arkaya secde ediyor daha sonra yerlerde yuvarlanıyor, pabucunu başına vuruyordu.

Ona dedim ki; Temaşa (Seyretme) ancak Ayı tamam görenlere yaraşır.
Ondan bir parçayı görmek gerçi sana hayret verdi ama tamamını görmenin zevki derecesinde olamaz.

Sağ kaldığın müddetçe ecel münadisi (Ölen için sala veren) gelmeden önce çalış, işitiyor musun bu münadi ne söylüyor?

Minarenin başından şöyle sesleniyor:
Birini şehirden dışarı atıyorlar, çabuk dışarı atın, (M. 307) eğer atmazsanız şehir halkı bütün evlerini bırakıp kaçacaklar.

Musa Peygamber, (Allah'ın selâmı üzerine olsun) o yüce mertebesi ile Hızır Peygamberden, onun yoldaşlığından kendi peygamberlik sıfatını olgunlaştırmak için yardım diliyordu.

Ta ki bununla başka bir güzellik daha elde etsin.
Tövbeler ediyordu.

Gerektir ki, derviş bütün ömrü boyunca bir kere tövbe etsin ve ettiğine pişman olsun da niçin şu hatalı iş benim yoluma rastladı diye üzülsün.

Gerektirir ki, içimizdeki hesap soran kuvvet dışarı çıksın.
(Öz eleştiri yapmaya cesaret veren kuvvet)

Bana perde olacak bir şeyin karşıma çıkmaması için kendimi nasıl koruyayım?

Haydi, o kuruntuyu içimden atayım, ama daha fazlası gelir, beni uğraştırır.
Kendimi savunmaya, kendi işimle uğraşmaya imkân bulamam.

Kedi benden eti kaptıktan sonra hep onu yakalamakla uğraşır, o saatte et yemekten vaz geçerim.

Ne mutlu Farsça Kuran ve kutlu konuşan, temiz ilâhi ilham!
(Mevlana Hazretleri Sema ederken durup ilham ile manalı farsça şiir söyleyendir)

Bir aralık bir mahalleden geçiyordum bir çalgı sesi işittim.
Biri derviş diyordu, öteki sema diye ısrar ediyordu, iş pek nazik bir duruma girmişti.
Saz başlamıştı.

Ansızın ağzımdan şu sözler fırladı:
Ne gör ne işit.
O anda öyle yaptım, onlardan bir tarafa çekildim.

Bu tuhaf bir iştir, başkalarının yanında keramet ve mucizedir.
Önce fakihlerle (Din e şeriat ustası) düşüp kalkmaz, hep dervişlerle otururdum.

Din bilgini geçinenler dervişliğe yabancıdırlar derdim.
Ama dervişliğin ne olduğunu anladıktan sonra onların nerelerde oturduğunu gördükten sonra şimdi dervişliğe meylim kalmadı.

Fakihleri bu dervişlerden daha üstün tutuyordum.
Çünkü fakihler bir kere zahmet ve meşakkat çekmişlerdir.

Bunlar ise ben dervişim diye yan çizerler.
Nihayet dervişlik nerede?

Bütün ulu Peygamberler, dervişlik aşkı ile yanıp yakılmışlardır.
Mtisâ Peygamberde, "Yarabbi beni Muhammed ümmetinden kıl," diye feryat etmiştir.

Muhammed ümmeti olanlara göre, her kıssanın, fıkra veya hikâyenin bir özü ve nüktesi vardır.

Hikâye ve fıkra da bu nükte (Herkesin anlayacağı ince mana) için anlatılır; yoksa büyükler can sıkıntılarını gidermek için hikâye yolu ile konuşmuş değildir ki maksatlarını o hikâyede belirtsinler.

Bununla beraber, "Susan selamete erdi" derler.
Büyükler yanında da susmak yaraşır.

Beyit: (M. 308)
Genç delikanlının aynada gördüğü şeyleri,
Tecrübeli Pir, pişmiş tuğlada görür.

Birisiyle konuşmanın manası şöyle olmalı:
Senin gözünün önünde ve gönlünde sanki bir perde var, ben de onu kaldırayım düşüncesi ile konuşmalı ve mecliste niyazsız (O kişilerden beklentisi) olmalıdır.

Koca karıların âdetlerini benimseyin!
Çünkü onlara göre, hepsinden evvel Fahri Razî ve onun gibi yüzlercesi gerektir ki, kendilerinden bir dilekte bulunan kadınların başörtülerini düzeltsinler, onlardan öğünerek söz açsınlar.

Ama o başörtüsüne de yazık olur.
Şeyh Ebu Mansur'un çok yakışıklı bir çocuğu vardı.

Bir delikanlının gönlü ona kaymıştı.
Şeyhin bu söylentilerden haberi yoktu.

Hâlbuki Şeyhlerin gönlü yalnız dış duygular yolu ile haber almaz, belki vahiy ve ilham yolu ile de haber alır.

Nasıl ki, "Onun kulağı ve gözü olurum ", “Allah nuru ile görür""Gördüğünü kalbi yalanlamadı" (Necim suresi, 12) anlamındaki ayetlerde de böyle işaret buyrulmuştur.

Şiir:
Feleğin bütün hallerini bilirler,
Onlar ki gerçeği arayan ve yol gösteren erenlerdir

Fakat güzel huyları dolayısıyla kimsenin perdesini yırtmazlar.
Sanki zamanenin gidişini onlar yürütüyor.

Allah huyları ile bezenin: "Sevgili Peygamberim!
Şüphe yok ki sen en yüce huylarla bezenmişsin!" (Kalem suresi, 4)

Beyit:
Geçinme sırasında halk ile ol, onlarla hoş geçin!
Allah'ın yumuşak huyluluğuna özen çirkin şeyleri at!

Seven delikanlı, aşk ateşi içinde Şeyhin yanına geldi.
Ben mürit olacağım dedi.

Şeyh de kabul etti.
Onu kendi yakınları ve güvendiği insanlar arasında bıraktı.

Gizlice diyordu ki:
Bu delikanlıda hem büyük bir cevher var, hem de büyük bir utangaçlık.
Ben iki halini de bilmekteyim.

Bunu size de göstereceğim.
Çocuğu içeriye, halvete çağırmalarını emretti; delikanlıyı gizli bir yerden gözetlediler.

Bir gece çocuğa saldırdı ve nihayet çocukcağızı öldürdü.
Hemen dışarı çıkmak istedi, kaçacaktı.

Şeyh dervişleri uyandırdı, onlara şöyle dedi:
Falan mürit şöyle bir harekette bulunmuştur, kaçmak istiyor biz onun yolunu kesmişiz kapıyı bulamaz. (M. 309)

O şimdi her tarafı duvar görüyor.
Korkulur ki ödü patlasın.

Gidiniz, ona deyiniz ki, Şeyh seni istiyor, yaptıklarını da biliyor.
Nasıl ki: "Bana her şeyi bilen ve her şeyden haberi olan Ulu Allah bildirdi", (Tahrim 3) buyrulmuştur.

Dervişler geldiler, kapıyı açtılar, odayı kan içinde gördüler ama bir türlü feryat etmeye cesaret edemediler.
Çünkü Şeyhin işaretinden korkmuşlardı.

Delikanlıyı Şeyhin yanına getirdiler.
Şeyh gülerek neşeli-neşeli ileri doğru yürüdü, kolundan tuttu kendi hırkasını sırtından çıkararak ona giydirdi, getirip kendi makamına oturttu.

Ona, senin için zaten şu bir tek perde kalmıştı ki, bu makama erişesin, dedi.
Her insanoğlunda bir benlik vardır, insan sonunun neye varacağını önceden görse idi, hiç benlik davası eder miydi?

Muhakkak ki sakınırdı.
Ama önceden sonunu göremedi.

İşte Peygamberlerin sultanı ve sonuncusu olan Hazreti Muhammed'in (S.A.) üstünlüğü buradadır.

Âşık, benliğini sevmek sevdasından kendini kurtarırsa sevilen ve istenilen sevgili de benlik sevdasından vazgeçer.

Şiir:
Her ne derlerse onun içyüzü budur.
Ululuk artık ölmüştür. Dirilik de budur.

Arapça şiir:
Fakat kalbim ağladı, ağlamaktan öyle coştu ki,
O da ağladı, ona dedim ki, üstünlük ilk davranandadır.

Eğer şimdi ağlayacağıma, çocukluk ve gençlik çağlarımda ağlasaydım.

 Sadi'nin başı için şu pişmanlıktan önce nefsimi şitaya (Dondurdum) kavuştururdum.

                 ***

MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Bütünü, tamamını görmeden zevke dalmanın yanlışa götürdüğünü öğrendik.

2.   Ölünceye kadar çalışmamız, arayış içinde olmamız gerektiğini, çünkü Allah’ın ilminin sınırsız olduğunu öğrendik.

3.   Ölen kişiyi kokmadan hemen şehir dışındaki mezara koyduklarını öğrendik.

4.   Allah’ın güzelliklerinin sonsuz olduğunu bilen peygamberlerin peygamber olma sıfatını yeter bulmadıklarını yeni bir güzelliğe kavuşmak, olgunlaşmak için arayış içinde olduklarını öğrendik.

5.   Öz eleştiri yapmak için içimizdeki kuvveti dışarı çıkarmamız gerektiğini, bunu da yaptığımız yanlışı görüp pişman olarak tövbe etmemiz hatta tövbeden de tövbe edecek duruma gelmemiz gerektiğini öğrendik.

6.   Kuşkuların, kuruntuların, vehimlerin oluşturduğu perdeden yani doğruyu olduğu gibi görüp tanımlama yapmaya engel olduğunu, kendi işimizle uğraşmaya engel olduğunu öğrendik.

7.   Tartışma inada girdiyse orada bulunuyorsak etki altına girip taraf olmamız gerektiğinden oradan uzaklaşmanın doğru olduğunu öğrendik.

8.   Hikâye ve fıkralarla herkesin anlayabileceği manaları anlayışa sunum yaptıklarını öğrendik.

9.   Toplum içinde konuşanın o topluluktan bir beklenti içinde olmadan, gizlenenleri ortaya çıkarıp görünen hale getirmesi gerektiğini öğrendik.

10.           Güzel huylu kimselerin başkalarının ayıbını ortaya çıkarmadıklarını, konu etmediklerini öğrendik.

11.           Bir kişide cevher ve utangaçlık varsa o kişi korku ile gerçek cevherini ortaya çıkaracağını öğrendik.

12.           Önceden sonu görebilmek için benliğimizden kurtulmamız gerektiğini öğrendik.

13.           Biz eğer benlik davasından vazgeçersek sevdiğimizin de benlik sevdasından vazgeçeceğini, istenilen ve beğenilen olabileceğimizi öğrendik.

14.           Dirilik gibi gözüken ölülükten kendimizi kurtarmamız gerektiğini öğrendik.

15.           Üstünlüğün ilk ve gençlik çağlarında olmasıyla olacağını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Sadece gördüklerimizin olgunlaşmamıza yetmediğini, bizim doğru görüşümüze engel olan perdelerin kaldırılmasına ömür boyu çalışmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Peygamberlerin bile daha yokmu diye güzellikleri görmek, tanımak, içine almak, bütünleşmek için sayılı bu kişilerin bile uğraşı içinde olduklarını görüp anladıktan sonra daha bir gayretle çalışmamız gerekmektedir.

Biliyoruz ki Allah çalışmamızın içine koyarak bizlere istediğimizi vermektedir.

Allah’ın takdiri elbette ki geçerli ve sebepsizdir.
Ancak kendisine ulaşmaya çalışanlara bağışının olacağını hiç aklımızdan çıkarmamalıyız.

                                        *
RAVLİ

Popüler Yayınlar