Herkes içinden geçen bir
düşünceyi ondan soruyordu.
Biri Allah'ı görmekten, öteki
Cennetin vasıflarından söz açmasını istiyordu.
Hazreti Fatıma (Allah ondan
razı olsun), ben onu bilmem, ben korkuyorum, şu cehennemi bir anlat dedi.
Yani Fatıma anamızdan maksadı
kendisini kusurlu göstermekti.
Hazreti Süleyman'dan (Allah'ın
selat ve selâmı ona olsun) edep öğrenmişti. "Hüdhüdü göremiyorum ne
oldu?"
(Nemil suresi 21) dedi.
Hayvan üzerine kusur bulmadı
kusuru kendi nefsinde buldu.
Nasıl ki, "Sana erişen bir fenalık, kendi nefsindendir,"
(Nisa sûresi79) anlamındaki
ayette buyrulduğu gibi Fatıma'nın inancı da böyle idi,
"De ki, her şey Allah'ın katındandır,"
(K. 4/80) hikmeti gereğince
bir şeyi ayıplarken yukarda söylediğimiz o senin nefsindendir nüktesine dikkat
etmek gerektir.
Dostlar bilselerdi biz onlar
hakkında neler düşünüyoruz, ne devletler istiyoruz onlara!
Önümüze can atarlardı.
Temiz bir vicdan (İçimizdeki
iyiyi ve kötüyü ayırt eden duygu) ne düşünür?
Şeytandan, vesveseden arınmış
olan bir kalbe, asla şeytan giremez.
O kalpte daima melek
yerleşir. (M. 279)
Nasıl ki Allah, "Ben kalbi, rahmetime ( Acımaya, esirgemeye, korumaya,
merhamete) mekân (Yer) kıldım," buyurmuştur.
Siz kerem edin (Büyüklük
gösterin) de dışarı çıkın.
Nihayet kalpler üçe ayrılır.
Biri şeytan
yuvası olan kalplerdir ki, içine melek de girebilir.
Bazen melek dışarı çıkar,
şeytan girer, bazen da melek girer, şeytanı kaçırır.
İkinci bir kalp de, yalnız melekler yuvasıdır, oraya şeytan giremez.
Bu Levhi Mahfuz'da yazılmış
olan (Allah tarafından takdir edilen) yazıların etkisidir.
Levhi Mâhfuz'un mütalaasından
(Allah tarafından takdir edilenden Etüt yapılmasından) bıkıldı mı buna (Kalbe yani niyete) bakarlar.
(3) Bir zümre de hiç Levhi
Mahfuzdan gözlerini ayırmazlar (Allah’ın takdirine bakarlar) ; o daima
gözlerinin önündedir.
Bu tıpkı şuna benzer:
Bir sofra döşenir; ipek
ibrişimlerden örtü, altın tabaklar, altın ve mücevher işlemeli tepsiler vardır.
Ama ortada yemekten eser yok.
Keşke o tabaklar ve takımlar
tahtadan olaydı da, içinde yemek bulunaydı."Görmezsiniz ki, Rabbin alaca karanlığı nasıl açıp yaydı,"
(Fürkan suresi, 45) anlamındaki ayetin mânası nedir?
Akıllı insan gerektir ki, bir
defa pişman olsun ömründe bir kere tövbe etsin; bu bir defalık tövbe ve
pişmanlık da ona çok utanç versin.
Her şeyi kendinde görürsün.
Musa, İsa, İbrahim, Nuh,
Havva, Asiye, Hıdır, İlyas, Firavun, Nemrut ve başkaları hep sendedir.
Sen sonsuz bir âlemsin yerlerin
göklerin ne yeri var?
Allah buyurmadı mı: ?
"Göklerim ve yerlerim beni kapsayamaz, ben
belki mümin bir kulumun kalbine sığarım."
Yani beni semalarda
bulamazsın Arş üzerinde bulamazsın!
Nerede Allah'ı halka benzeten
o sapkın ki, vah Pir Baba!
Vah Allah! Diye feryada
gelsin.
Nasıl ki, bir vaiz, Allah'ı
altı yönde sanmayın, o ne Arş üstünde ne de Kürsi üstündedir.
Allah'a benzer bir şey
yoktur, deyince bir teşbihçi, yerinden sıçradı. Üstünü başını yırtarak feryada
başladı.
Yarabbi! Dedi, cihandan kayıp
mı oluyorsun?
Pirimizi cihandan dışarı
attığın gibi gizleniyor musun?
Bütün kuşlar Simurg'u (Huma
kuşunu) görmeye gittiler.
Yolları üstünde yedi deniz
vardı bazıları yolda kıştan öldüler, bazıları denizin kokusundan döküldüler.
Bütün bu kuşlar sürüsünden
iki kuş kalmıştı.
Bunlar mağrurlanarak dediler
ki:
Bütün yoldaşlarımız döküldü,
ancak biz Simurg'a erişebildik.
Ama Simurg'u görünce de
gagalarından iki damla kan süzüldü ve can verdiler.
Bu Simurg, Kaf dağının
ötesinde yerleşmiştir.
Ama onun o taraftan nereye
uçacağını Allah bilir.
Bütün bu kuşlar Kaf dağına
erişebilmek için can verirler. (M. 280) Ömrü boyunca ve ancak bir gün hal
mertebesini bulan kişi, hal ehli olduğunu sanır, canı başkalaşır.
Derler ki:
Deccal koyun, keçi ne bulursa
öldürür, kuşları parçalar, tüyünü kanadını yolar, kolunu büker.
Hakkın dürüst
kulları ve Muhammed'in izinde yürüyenler, mucizeyi andıran hallerinden dolayı
mağrur olmazlar (Büyüklük taslamazlar).
Bunlar gerçi taklitçidirler.
Ama bu taklitçi müminlerin
koruyucusu, Allah inayetidir.
Zaman-zaman o inayetin eseri,
örtülü ve gizli kalarak onun canına erişir.
O taklit öyle bir kuvvet
bulur ki, o haberi, bu Deccalın bin kat kuvvetli görüşü bile veremez.
Bugün daima hal üzere olanlar
hiç bir zaman ondan kurtulamazlar.
Ne yiyip içerken, ne uyurken,
ne de pınardan su taşırken o hal ondan ayrılmaz.
Kendisi ile birlikte devam
eder.
Onun hali nasıl olur?
Biri dedi ki:
Bu Sema ile
ilim adamlarının adını kötüledin!
Cevap verdim:
Bilmiyor musun ki, iyi ile kötü,
kâfirle Müslüman arasındaki fark, ancak onlara yani sema
edenlere aşikâr olur.
Diyordu ki:
Sen Allah’a oynayarak mı
erişebilirsin? Dedim ki: Sen de oyna da Allah'a eriş, iki adım sonra yetişirsin!
Bir gün nükte söylüyordum,
Kuran'da
"Bu şeytan işidir" (Kasas suresi, 15) anlamındaki ayetin yorumunu anlatırken dedim ki:
Allah Resulü buyuruyor ki,
"Şeytan Âdemoğullarının sinirlerinde, kan
damarlarında dolaşır.
Ama bu şeytan külâhlı Türkmen
suretinde değildir ki tanımak mümkün olsun.
Kıpti’ye tokat vururken, Musa
Aleyhisselâma gelen hiddet şeytan idi.
Celali Verkam'yi sıkıştırdım,
bu şeytan nedir? Dedim.
Benim söylediğimden başka,
Kıpti’yi öldürmekteki sebep ne idi? Söylediğin doğrudur sen de benim söylediğim
şu şeytan suretini kabul ve itiraf et.
Ben ona akla uygun diyorum.
Senin söylediğin şeyleri
herkes herkese söylemiştir.
Herkes nihayet herkestir.
Sen diyorsun ki; Dinin sağlamlığı ile ilgili bütün ilimler, Hazreti Muhammed'in (S.A) bildiği şeylerdir.
Muhammed'e de mi herkes
diyorsun?
O daima bunun iyi olduğunu
söylerdi.
Ancak her şeyi yerine göre
herkese vermişlerdir.
Musa Peygamber diyordu ki:
(M.281)
Ey Allah’ım! Firavun yapacağım davete uymazsa ne faydası olur?
Allah, sen vazifeni geri bırakma buyurdu.
Allah'ın öyle kullan vardır
ki, onların konuşmalarını kendi aralarında yine kendileri dinler ve anlarlar.
Bahsettiğim o dostları sizin
de görmeniz gereklidir.
Bizden biri Abdal
kılığındadır.
Diyor ki:
Bana, kancık diye dil
uzatıyorlar.
Hâlbuki" ben kancık
değilim, ancak şu oyuncu kadınla düşüp kalkmak gerçi bana yaraşmaz ama benim
için onunla birlikte bulunmak hoştur, o da benden hoşnuttur.
Hele bana öyle külah eder ki,
sorma!
Gerçi benimle yatıp kalkması
yoktur ama bana yağlı yemekler sunar; ben de yiyemem.
Bana niçin yemiyorsun? Der.
Utanırım derim.
Maksadım, dervişler üstüne
konuşmak ve şunu anlatmaktır:
Eğer isteğim yoktur desem, bu
dervişlere ulaşmaz, burada yemekten utanırım desem ettiğin aptallıktan
utanmıyorsun da yemek yemeden mi utanıyorsun? Derler.
O kadın da der ki; Onun
yoldaşları vardır, onlarla yemek istiyor. Bugün onun kim olduğunu söylemedim.
Yüz aptala hizmet etmelisin ki, o
bir aptala erişebilesin.
Onun başının sadakası olsun.
Ona karşı can ve gönülden
bağlılıkta, onu korumada gösterdiğin derin ilgi ile o candan bağlılığın,
verdiğin sadakanın zevkinden bile haberi olmadı.
Yani son derece meşgul
bulunman yüzünden keşke bundan daha iyi olsaydı, bundan daha çok olsaydı diye
acınmaya başladın.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Eksikliği, ayıbı, sakatlığı, özrü, yersiz hareketi,
suçu, kabahati, ihmali, tedbirsizliği yani kusuru kendimizde görmemiz
gerektiğini öğrendik.
2. Her şey Allah’ın takdirinde olmasına rağmen kusuru
kendimizde görmemizin terbiye icabı olduğunu öğrendik.
3. Sadece akıl ve mantık ile düşünmenin yeterli
olmadığını, içimizdeki doğru ve yanlışı ayıran sese de değer vermemiz
gerektiğini öğrendik.
4. Kesin bilgiye, yani ilk kaynaktan gelen ilahi bilgiye
önem verirsek yanlış bilgilerden arınacağımızı ve içimizin meleklerin mesken
tutacağı, korku ve kuşkulardan arınmış bir yer edineceğimizi öğrendik.
5. Allah’ı insana benzeterek akıl yürütmenin, konuları
böyle anlatmaya çalışmanın yanlış gidiş yolu olduğunu öğrendik.
6. Müminler taklitçi bile olsalar Allah’ın yardımı
geleceğini öğrendik.
7. Sema ehliyetine sahip kimselerin yani arif olanların
ayırma gücüne sahip olabileceklerini öğrendik.
İşte
böyle yaren,
Peygamber
efendimizin çok özel bir insan olduğunu, herhangi birisi gibi
bahsedilemeyeceğini öğrendik, anladık.
Cahil
halk anlasın diye Allah’ı anlatanların misal vermelerinde çok yanlışa
düştüklerini öğrendik, anladık.
*
RAVLİ