7 Aralık 2012 Cuma

HU! VE ŞEMSİ TEBRİZİ 11

Hazreti Peygamber, Miraç’tan gelmişti.

Herkes içinden geçen bir düşünceyi ondan soruyordu.
Biri Allah'ı görmekten, öteki Cennetin vasıflarından söz açmasını istiyordu.

Hazreti Fatıma (Allah ondan razı olsun), ben onu bilmem, ben korkuyorum, şu cehennemi bir anlat dedi.

Yani Fatıma anamızdan maksadı kendisini kusurlu göstermekti.

Hazreti Süleyman'dan (Allah'ın selat ve selâmı ona olsun) edep öğrenmişti. "Hüdhüdü göremiyorum ne oldu?"
(Nemil suresi 21) dedi.

Hayvan üzerine kusur bulmadı kusuru kendi nefsinde buldu.

Nasıl ki, "Sana erişen bir fenalık, kendi nefsindendir,"
(Nisa sûresi79) anlamındaki ayette buyrulduğu gibi Fatıma'nın inancı da böyle idi,

"De ki, her şey Allah'ın katındandır,"
(K. 4/80) hikmeti gereğince bir şeyi ayıplarken yukarda söylediğimiz o senin nefsindendir nüktesine dikkat etmek gerektir.

Dostlar bilselerdi biz onlar hakkında neler düşünüyoruz, ne devletler istiyoruz onlara!

Önümüze can atarlardı.
Temiz bir vicdan (İçimizdeki iyiyi ve kötüyü ayırt eden duygu) ne düşünür?

Şeytandan, vesveseden arınmış olan bir kalbe, asla şeytan giremez.
O kalpte daima melek yerleşir. (M. 279)

Nasıl ki Allah, "Ben kalbi, rahmetime ( Acımaya, esirgemeye, korumaya, merhamete) mekân (Yer) kıldım," buyurmuştur.

Siz kerem edin (Büyüklük gösterin) de dışarı çıkın.
Nihayet kalpler üçe ayrılır.

Biri şeytan yuvası olan kalplerdir ki, içine melek de girebilir.
Bazen melek dışarı çıkar, şeytan girer, bazen da melek girer, şeytanı kaçırır.

İkinci bir kalp de, yalnız melekler yuvasıdır, oraya şeytan giremez.
Bu Levhi Mahfuz'da yazılmış olan (Allah tarafından takdir edilen) yazıların etkisidir.

Levhi Mâhfuz'un mütalaasından (Allah tarafından takdir edilenden Etüt yapılmasından) bıkıldı mı buna  (Kalbe yani niyete) bakarlar.

(3) Bir zümre de hiç Levhi Mahfuzdan gözlerini ayırmazlar (Allah’ın takdirine bakarlar) ; o daima gözlerinin önündedir.

Bu tıpkı şuna benzer:
Bir sofra döşenir; ipek ibrişimlerden örtü, altın tabaklar, altın ve mücevher işlemeli tepsiler vardır.

Ama ortada yemekten eser yok.
Keşke o tabaklar ve takımlar tahtadan olaydı da, içinde yemek bulunaydı.

"Görmezsiniz ki, Rabbin alaca karanlığı nasıl açıp yaydı,"
(Fürkan suresi, 45) anlamındaki ayetin mânası nedir?

Akıllı insan gerektir ki, bir defa pişman olsun ömründe bir kere tövbe etsin; bu bir defalık tövbe ve pişmanlık da ona çok utanç versin.

Her şeyi kendinde görürsün.

Musa, İsa, İbrahim, Nuh, Havva, Asiye, Hıdır, İlyas, Firavun, Nemrut ve başkaları hep sendedir.

Sen sonsuz bir âlemsin yerlerin göklerin ne yeri var?
Allah buyurmadı mı: ?

"Göklerim ve yerlerim beni kapsayamaz, ben belki mümin bir kulumun kalbine sığarım."
Yani beni semalarda bulamazsın Arş üzerinde bulamazsın!

Nerede Allah'ı halka benzeten o sapkın ki, vah Pir Baba!
Vah Allah! Diye feryada gelsin.

Nasıl ki, bir vaiz, Allah'ı altı yönde sanmayın, o ne Arş üstünde ne de Kürsi üstündedir.

Allah'a benzer bir şey yoktur, deyince bir teşbihçi, yerinden sıçradı. Üstünü başını yırtarak feryada başladı.

Yarabbi! Dedi, cihandan kayıp mı oluyorsun?
Pirimizi cihandan dışarı attığın gibi gizleniyor musun?

Bütün kuşlar Simurg'u (Huma kuşunu) görmeye gittiler.

Yolları üstünde yedi deniz vardı bazıları yolda kıştan öldüler, bazıları denizin kokusundan döküldüler.

Bütün bu kuşlar sürüsünden iki kuş kalmıştı.
Bunlar mağrurlanarak dediler ki:

Bütün yoldaşlarımız döküldü, ancak biz Simurg'a erişebildik.
Ama Simurg'u görünce de gagalarından iki damla kan süzüldü ve can verdiler.

Bu Simurg, Kaf dağının ötesinde yerleşmiştir.
Ama onun o taraftan nereye uçacağını Allah bilir.

Bütün bu kuşlar Kaf dağına erişebilmek için can verirler. (M. 280) Ömrü boyunca ve ancak bir gün hal mertebesini bulan kişi, hal ehli olduğunu sanır, canı başkalaşır.

Derler ki:
Deccal koyun, keçi ne bulursa öldürür, kuşları parçalar, tüyünü kanadını yolar, kolunu büker.

Hakkın dürüst kulları ve Muhammed'in izinde yürüyenler, mucizeyi andıran hallerinden dolayı mağrur olmazlar (Büyüklük taslamazlar).
Bunlar gerçi taklitçidirler.

Ama bu taklitçi müminlerin koruyucusu, Allah inayetidir.
Zaman-zaman o inayetin eseri, örtülü ve gizli kalarak onun canına erişir.

O taklit öyle bir kuvvet bulur ki, o haberi, bu Deccalın bin kat kuvvetli görüşü bile veremez.

Bugün daima hal üzere olanlar hiç bir zaman ondan kurtulamazlar.
Ne yiyip içerken, ne uyurken, ne de pınardan su taşırken o hal ondan ayrılmaz.

Kendisi ile birlikte devam eder.
Onun hali nasıl olur?

Biri dedi ki:
Bu Sema ile ilim adamlarının adını kötüledin!

Cevap verdim:
Bilmiyor musun ki, iyi ile kötü, kâfirle Müslüman arasındaki fark, ancak onlara yani sema edenlere aşikâr olur.

Diyordu ki:
Sen Allah’a oynayarak mı erişebilirsin? Dedim ki:
Sen de oyna da Allah'a eriş, iki adım sonra yetişirsin!

Bir gün nükte söylüyordum, Kuran'da
"Bu şeytan işidir"
(Kasas suresi, 15) anlamındaki ayetin yorumunu anlatırken dedim ki:

Allah Resulü buyuruyor ki, "Şeytan Âdemoğullarının sinirlerinde, kan damarlarında dolaşır.

Ama bu şeytan külâhlı Türkmen suretinde değildir ki tanımak mümkün olsun.
Kıpti’ye tokat vururken, Musa Aleyhisselâma gelen hiddet şeytan idi.

Celali Verkam'yi sıkıştırdım, bu şeytan nedir? Dedim.

Benim söylediğimden başka, Kıpti’yi öldürmekteki sebep ne idi? Söylediğin doğrudur sen de benim söylediğim şu şeytan suretini kabul ve itiraf et.

Ben ona akla uygun diyorum.
Senin söylediğin şeyleri herkes herkese söylemiştir.

Herkes nihayet herkestir.
Sen diyorsun ki;
Dinin sağlamlığı ile ilgili bütün ilimler, Hazreti Muhammed'in (S.A) bildiği şeylerdir.

Muhammed'e de mi herkes diyorsun?
O daima bunun iyi olduğunu söylerdi.

Ancak her şeyi yerine göre herkese vermişlerdir.

Musa Peygamber diyordu ki: (M.281)
Ey Allah’ım!
Firavun yapacağım davete uymazsa ne faydası olur?
Allah, sen vazifeni geri bırakma buyurdu.

Allah'ın öyle kullan vardır ki, onların konuşmalarını kendi aralarında yine kendileri dinler ve anlarlar.

Bahsettiğim o dostları sizin de görmeniz gereklidir.
Bizden biri Abdal kılığındadır.

Diyor ki:
Bana, kancık diye dil uzatıyorlar.

Hâlbuki" ben kancık değilim, ancak şu oyuncu kadınla düşüp kalkmak gerçi bana yaraşmaz ama benim için onunla birlikte bulunmak hoştur, o da benden hoşnuttur.

Hele bana öyle külah eder ki, sorma!
Gerçi benimle yatıp kalkması yoktur ama bana yağlı yemekler sunar; ben de yiyemem.

Bana niçin yemiyorsun? Der.
Utanırım derim.

Maksadım, dervişler üstüne konuşmak ve şunu anlatmaktır:
Eğer isteğim yoktur desem, bu dervişlere ulaşmaz, burada yemekten utanırım desem ettiğin aptallıktan utanmıyorsun da yemek yemeden mi utanıyorsun? Derler.

O kadın da der ki; Onun yoldaşları vardır, onlarla yemek istiyor. Bugün onun kim olduğunu söylemedim.

Yüz aptala hizmet etmelisin ki, o bir aptala erişebilesin.
Onun başının sadakası olsun.

Ona karşı can ve gönülden bağlılıkta, onu korumada gösterdiğin derin ilgi ile o candan bağlılığın, verdiğin sadakanın zevkinden bile haberi olmadı.

Yani son derece meşgul bulunman yüzünden keşke bundan daha iyi olsaydı, bundan daha çok olsaydı diye acınmaya başladın.

                 ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Eksikliği, ayıbı, sakatlığı, özrü, yersiz hareketi, suçu, kabahati, ihmali, tedbirsizliği yani kusuru kendimizde görmemiz gerektiğini öğrendik.

2.   Her şey Allah’ın takdirinde olmasına rağmen kusuru kendimizde görmemizin terbiye icabı olduğunu öğrendik.

3.   Sadece akıl ve mantık ile düşünmenin yeterli olmadığını, içimizdeki doğru ve yanlışı ayıran sese de değer vermemiz gerektiğini öğrendik.

4.   Kesin bilgiye, yani ilk kaynaktan gelen ilahi bilgiye önem verirsek yanlış bilgilerden arınacağımızı ve içimizin meleklerin mesken tutacağı, korku ve kuşkulardan arınmış bir yer edineceğimizi öğrendik.

5.   Allah’ı insana benzeterek akıl yürütmenin, konuları böyle anlatmaya çalışmanın yanlış gidiş yolu olduğunu öğrendik.

6.   Müminler taklitçi bile olsalar Allah’ın yardımı geleceğini öğrendik.

7.   Sema ehliyetine sahip kimselerin yani arif olanların ayırma gücüne sahip olabileceklerini öğrendik.

İşte böyle yaren,

Peygamber efendimizin çok özel bir insan olduğunu, herhangi birisi gibi bahsedilemeyeceğini öğrendik, anladık.

Cahil halk anlasın diye Allah’ı anlatanların misal vermelerinde çok yanlışa düştüklerini öğrendik, anladık.

                              *

RAVLİ

Popüler Yayınlar