Baba Resul’ün haslarından
olan Hacı Bektaş –ı Horasani, Rum ülkesinde belirmişti.
Bir cemaat ona (Baba
Rasulullah = Tanrının elçisi baba) diyordu.
Hacı Bektaş’ın marifetlerle
dolu bir kalbi vardı.
Fakat şeriata (din kanun ve
kurallarına) uymuyordu.
Nakibi (tekke şeyhinden sonra
gelen dede veya derviş) şeyh İshak-ı birkaç müritle birlikte Mevlana’nın yanına
gönderdi ve Mevlana’dan:
“Ne iştesin, ne istiyorsun,
dünyada kıyameti kopardın” diye sordurdu.
Buna sebep de dünyanın bütün
büyük ve küçüklerinin Mevlana Hazretlerine teveccüh (Sevgi ile yönelme,
yakınlık duyma, hoşlanma) etmeleri idi.
Bütün şeyhler ve emirler
Mevlana’nın sözlerini işitmekten lezzet alıyorlardı.
Birçok mukallit (taklitçi)
müritler de kendi dalgın şeyhlerinden yüz çevirip bu hakikati arayan ve onu
tasdik eden hanedanının (ocağın) kulu ve müridi olmuşlardı. (Bektaşilikten
ayrılıp Mevleviliğe geçiyorlar)
İşte bu hali kıskanma onlara
çok işliyordu.
Kıskançlık yüzünden her
taraftan her rastgelen onun aleyhine sözler söylüyor, nükteler savuruyor ve onu
ayıplıyorlardı.
Yine “ Eğer aradığını
buldunsa sus!
Bulamadınsa dünyaya attığın
bu gürültü nedir?
Kendini insanoğullarının
manzuru (görünen, bakılan) yaptın.
Halkın bu kadar hanumanını
(evini, işini) birbirine kattın “ denilmişti.
Şiir:
“ Başımızı ayak yapıp Ceyhun
tarafına doğru koşuverdik.Biz dünyayı birbirine kattık ve sonra aradan fırlayıp çıkıverdik.
O Leyla’nın Mecnunlarının
sınırına gittiğimiz vakit binek hayvanımız serkeşlik (itaatsizlik) etti.
Biz Mecnun’un sınırlarını da
aştık İlah “
*
Hacı Bektaş-ı Veli yine
demişti ki:Dünyayı heyecanının tatlılığı ile doldurdun.
Hayli ameli bozuk münafıklar
(ikiyüzlü davrananlar) senin heyecanından damakları acı olup siyah elbiseler
giydiler.
Derler ki, adı geçen şeyh
İshak Mevlana’nın medresesine ulaştığı vakit Mevlana Hazretleri semada idi.
Şeyh ishak medresenin eşiğini
tam bir edeple öptü ve dervişlerin huzuruna girdi.
Hemen o anda Mevlana
Hazretleri şu gazele başladı:
“ Eğer dostun yoksa niçin
aramıyorsun?
Eğer yârine ulaştıysa niçin
sevinmiyor, lakayt (ilgisiz) oluyorsun?
Bu acayip bir iştir.
Asıl hayret edilecek şey, sen
bu hayret edilecek şeyin sevdasında değilsin.”
Şeyh İshak kendinden geçti,
bu gazeli ve olayın tarihini yazıp gitti.
Hacı Bektaş hazretlerine
ulaşınca, görüp işittiğini olduğu gibi anlattı ve yazdığı tarihi arz etti.
Hacı Bektaş da “ Aynı günde
Mevlana Hazretleri kükreyen bir aslan gibi içeri girdi ve bana:
“ Ey kız kardeşi fahişe (Horasan tarafının
küfrü) bizim heyecanımız neşe ve aşktan geliyor, yanma ve aramaktan değil “
deyip gırtlağımı sıktı.
Öleceğimden korktum, baş
koyup istiğfar ettim, yalvarıp yakardım ve kendi aczimi itiraf ettim.
Bir anda gözümden kayboldu “
dedi.
Ve “ Şimdi ey dervişlerim!
Mevlana’nın saltanat ve
ululuğu bizim tasavvurumuza (zihinde canlandırma ve kurmamıza) ve
teşbihlerimize (benzetmemize) sığmaz.
O mana timsalinin fermanına
itaatten başka bizim için yapılacak şey yoktur “ diye ilave etti.
Şiir:
“ Bu ne letafet (latiflik,
hoşluk, güzellik, nezaket, yumuşaklık),
Bu ne güzellik,
Bu ne can bağışlayan
dilberliktir (gönlü alıp götüren güzel).
Bunu karşısında sabretmek ne
kadar talihsizlik ve sapıklıktır (yanlış tercihtir)”
Bunun üzerine hepsi baş koyup
mürit ve halis (katışıksız) muhip (sevgi besleyen dost) oldular.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam
Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Bu hadiseden sonra Bektaşi
tekkeleri ile Mevlevi tekkeleri ile yakınlaşma olmuştur.
Mevlevi dervişleri Bektaşi
tekkeleri arasında çok derviş gidip gelmiş birbirini kardeş edinmişlerdir.
Zaman içinde Bektaşi
tekesinde müritlerin eğitimlerini devam etmeleri için Mevleviler gibi kayıt
olmadığından kulaktan kulağa aktarılırken nefis çok işe karışmış ve şeyhliği
yanlış adamaların ele geçirdiğini görüyoruz.
Yavuz Sultan Selim İran
seferini yaparken ehli olmayan, yanlış iş yapan şeyhlerden Bektaşi tekkelerini
temizlemiş yerlerine Mevlevi dervişlerinden Bektaşiliği bilenler tayin edilerek
bozulmayı engellemiştir.
Alevi olup Bektaşiliğe
geçememiş olanlar padişahın Alevileri sırf alevi olduğu için öldürdüklerini
söylerler.
Bu yanlıştır.
Seyidim diyen fakat Seyyid
gibi davranmayanlardan arındırılmıştır.
İran seferine katılan Afyonkarahisar Şeyhi Çelebi Mehmet Sultan Divani Hazretlerinin hatıralarından öğrendiğimizi arz ettim.
Sultan divani’nin rüyasına
giren Mevlana Hazretleri “ Divan-ı Kebir düşmanın eline geçti.
Git Şah İsmail’den al” emri
gereğince İran’a gidip Divan-ı Kebir-i alarak Konya Mevlana Tekkesine teslim
etmiştir.
Bu gidiş sırasında yanına 40
Bektaşi ve 40 Mevlevi dervişiyle toplam 80 dervişle İran’a gitmiştir.
Hacı ali dedemin anlatmış
olduklarından aktarılanlardan bir kısmı böyledir.
*
RAVLİ