Ona umumiyetle Fahrünnisa derlerdi (Tanrı ondan razı olsun).
Dindar ve çok sadık bir
hanımdı.
Zamanın Rabia’sıydı.
Dünyanın uluları ve gönül
sahibi arifler bunun mutekidi (sözlerine inanırlardı) idiler.
Onun görünen kerametleri
haddi aşmıştı.
O daima Mevlana Hazretlerinin
sohbetinde bulunurdu.
Mevlana da çok defa onu
görmeğe giderdi.
Fahrünnisa’nın muhipleri
(sevgi besleyen dostları) “ Muhakkak hacca gitmek lazımdır” diye kendisini
teşvik etmişler ve kendi içinde de böyle şiddetli bir arzu uyanmıştı.
Fahrünnisa: “ Mevlana
hazretleri ile bir müşavere (bu konuda konuşayım) edeyim, çünkü onun icazet
(izin) ve işareti olmadan benim hareket etmeme imkân yoktur.
O ne buyurursa onu yaparım”
demiş ve kalkıp Mevlana’nın ziyaretine gelmişti.
Daha kendisi bu arzusundan
bahsetmeden, Mevlana “Çok iyi bir niyettir ve mübarek bir yolculuktur.
Belki bizde biz de sizinle
beraber oluruz” dedi.
Fahrünnisa baş koydu ve hiçbir
şey söylemedi.
Dostlar onların aralarındaki
maceranın ve durumun ne olduğuna şaşıp kaldılar.
O gece Fahrünnisa hazretleri
Mevlana’nın evinde kaldı, sohbet ettiler.
Gece yarısından sonra Hüdavendiğar
hazretleri medresenin damına çıkıp teheccüd (gece) namazı İle meşgul oldu.
Namazdan sonra bağırıp
çağırdı ve heyecanlar gösterdi.
Damın penceresinden
Fahrünnisa’nın yukarı gelmesi için işaret etti.
Fahrünnisa medresenin damına
çıkınca Mevlana “ Yukarı bak, maksadın hâsıl olmuştur” buyurdu.
Fahrünnisa Kâbe-i muazzamanın
Mevlana’nın üzerinde döndüğünü bizzat gözleriyle şeksiz, şüphesiz gördü.
Zavallı Fahrünnisa bir çığlık
kopardı, içini garip bir hal ve şaşkınlık kapladı.
Bir zaman sonra aklı başına
gelince, baş koyup o arzudan tamamıyla vazgeçti.
Mevlana hemen bir gazele
başladı.
Şiir:
“ Kâbe bir putun (gereğinden
fazla değer verilen kişilik) mahallesi başında dönüyor.
Ey Tanrı!Bu nasıl puttur?
Bu nasıl bir bela (zor bir iştir) ve afettir (aklın almayacağı iş).
Bedir (dolunay) halindeki ay onun önünde kırık dökük bir yuvarlaktır.
Onun şekeri üzerinde nebat
(bitki) şekerleri zahmet veren sinekler gibidir.
Din yolunun bütün sultanları,
bütün emin melekler:
“ Ey put!
Tanrı için bize merhamet et”
diye secde ediyorlar.”
“ Binlerce deniz ve
köpüklerinin mahlûkatı aşk cevherinin sedefidirler.
O izzet ve şeref ciheti
(yönü) ile çok yüksek bir himmet (gayretli, çalışkan, emek veren) sahibidir.
Kendi cenneti, kendi hurisi,
neşesi, dirliği ve düğünü yine kendisidir.
Kendi nurunun galebesi
(üstünlüğü) içinde o ne büyük bir ayettir (alamet, nişan).
“Bu hitabı işit ve cevaba
hazır ol.
Zerre güneş için bir putla
arkadaş olmuş.
Ey Merhamet Tebriz’i!
Binlerce keremin (büyüklüğün)
güneşi!
Senin sonsuz denizine
nispetle sözlerimiz bir testi gibi oldu.”
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Neler öğrendik:
1.
Hac gitmek iyi
bir niyet olduğunu, yolculuğunda mübarek (bereketli, bolluk veren) bir yolculuk
olduğunu öğrendik.
2.
Hacca gitmeden
önce bağlı olduğumuz büyüğümüz ile konuşarak, izin ve işaret alarak gitmemiz
gerektiğini öğrendik.
3.
Kalben bağlı
olduğumuz izin vermezse (Hazır değilsindir veya yol tehlikelidir) gitmememiz
gerektiğini öğrendik.
4.
Allahın sevdiği
biri olana Allah’ın Kâbe’yi gönderdiğini öğrendik.
5.
Allah’ın sevdiği
kulu olursan sen Kâbe’yi tavaf edeceğine Kâbe’nin seni tavaf ettiğini
görebileceğimizi öğrendik.
6.
Şiirde Hazreti
Mevlana kendini put üzerinden anlatmaktadır.
Beyazıt-ı Bistami hacca
gittiği zaman Kâbe’yi yerinde bulamaz.
Tanrı’ya sorar.
Tanrı “ Biz onu Rabia’ya
gönderdik” der.
Çünkü sen Kâbe’yi istedin,
Rabia ise bizi istedi “ der.
Sanırım anlaşıldı.
*
RAVLİ