Mevlana’nın has müritlerinden olan, arkadaşlarının nuru, Mevlana Nureddin-i Tizbazari
(Tanrı onun kalbini ve kabrini nur etsin) den nakledilmiştir ki:
Bir gün Mevlana ilahi
bilgiler saçıyordu.
Söz sırasında şu hikâyeyi
anlattı:
İlahileşmiş bir derviş tam
kırk sene ormanlarda şaşkın ve avare dolaşıyordu.
O derecede ki, kuşlar onun
başında yuva yapmışlardı.
Bir gün oralara bir kutb’un
yolu düştü.
Kutb bu dervişe yaklaşarak
birdenbire:
“ Ey haram yiyen herif ”
diyerek ensesine bir tokat vurdu.
Derviş bulunduğu dalgınlık ve
istiğrak (Tanrısal hayal) âleminden kendine gelerek:
“ Haramını bırak, ben kırk
seneden beri dünyanın helâlını tatmadım.
Niçin benim yolumu
kesiyorsun” dedi.
Kutb “ Sabah rüzgârları,
seher, bahar ve bütün güzel kokular getiren rüzgârlar bu güzel kokuları senin
dimağ ve koku alma duyguna ulaştırıyorlar, boğazından aşağı sokuyor ve seni
doyuruyor.
O güzel kokulardan sende
kuvvet hâsıl oluyor ve kuvvetleniyorsun.
Sen bunların hepsine el emeği
sarf etmeden ve hiç zahmet çekmeden nail (ele geçiren) oluyorsun.
Bu, ulu erlerin mezhebinde
sana haramdır.
Sen, peygamberlerin
“ Kendi el emeği ve alın teri
ile kazandığın ekmeği ye “
Hadisini işitmedin mi?
İşitmedin mi ki, Süleyman
peygambere sık-sık cennet yenmekleri getirirlerdi.
O da bu yemeklerle iftar
eder, bunlardan lezzet alırdı.
Bir gün Cebrail-i Emin (selam
onun üzerine olsun) Süleyman’a cennetten yemek tayınını getirdiklerinde orada
bulunuyordu.
Süleyman bu yemekleri tam bir
iştahla yiyordu.
Bir melek diğer meleğe:
“ Süleyman bu cennet yemeğini
sanki eziyet çekerek kazanmış gibi öyle bir arzu ve iştah ile yiyor ki (sorma).
Tanrı, peygamberlerinin
tepsideki (yemekleri) yememesi gerekir” diyordu.
Süleyman Cebrail’den “ Ne
diyorlar” diye sordu.
Cebrail “ Ne dediklerini
işitiyorsun” dedi.
Süleyman “ Yani el emeği ile
helal kazanılan yemek Cennet yemeklerinden daha lezzetli ve iyidir, diyorlar,
değil mi?” dedi.
Cebrail “ Evet”, diye cevap
verdi.
Ondan sonra Süleyman tövbe
edip zembil (sazdan örülen sepet) örmeğe koyuldu ve onun kazancı ile geçimini
sağladı.
Yine Süleyman Davud orucunu
tutuyor ve el emeği ile kazandığı o lokma ile iftar ediyordu.
Cebrail “ Ey Tanrı elçisi,
bil ve haberdar ol ki, Cennet yemeklerinin lezzetleri de şundan ötürüdür.
Yüce Tanrı bizzat Cenneti ve
içindekileri ibadet edenlerin ibadeti, zikredenlerin zikri ve sabredenlerin
sabrının zahmeti için yaratmıştır.
Zahmet çekmeden hazine
bulamazsın” dedi.
Şiir:
“ Hazine, eziyet çekene
gözükür.Saadet, cehit (Çalışıp, çabalama) ve gayret edenindir”
Peygamberlerin, olgun
velilerin, büyük şeyhlerin, ulu bilginlerin, filozofların ve geçmişteki
sultanların çoğunun birer sanat ve hüneri vardı.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Kutb: Her devirde Dünya’nın manevi idaresine memur olan Allah erlerinin en büyüğüne kutup veya Kutbu’l-aktab derler ki, Allah’ın yeryüzünde halifesidir.
Neler öğrendik:
1.
Sabah rüzgârları,
seher, bahar ve bütün güzel kokular getiren rüzgârların insanı doyurduğunu
öğrendik.
2.
Güzel kokuların
kuvvet oluşturduğunu öğrendik
3.
Kendi el
emeğimizle, alın terimizle kazandığımızı yemek Cennet yemeklerinden daha
lezzetli olduğunu öğrendik.
4.
Zahmet çekmeden cennet
nimetine kavuşamayacağımızı öğrendik.
5.
Tanrı hazinesini
eziyet çekersek bulacağımızı öğrendik.
6.
Mutluluk çalışıp
çabalamayla elde edildiğini öğrendik.
7.
Bir sanatımızın
ve hünerimizin olması gerektiğini öğrendik.
İşte böyle yaren Tanrı’nın
kurduğu düzen böyledir.
Dua eder Tanrı’dan istersin.
Tanrı da verir.
Peki, nasıl verir?
Çalışmanın, çabalamanın
arasında sana sunar.
Ne kadar eziyet olursa o
kadar nimeti bol ve lezzetli olur.
Sadece dua etmekle
kalmayacaksın uzun zaman alsa da çok emek vererek zahmetli işler yapmalısın.
Para karşılığı çalışmak tek
ölçün olmamalı.
Burada işinin tercihi helal
kazanç olmasıdır.
*
RAVLİ