1 Aralık 2012 Cumartesi

HU! VE ŞEMSİ TEBRİZİ 10

Acaba bu erginlikten ne anlaşılıyor?
İşte bu erginlik hakikati açıkça görmek demektir.

Kuran'da,"Bu dünyada kör olan ahirette de kör olur,"
(Isra sûresi, 72) buyrulmuştur.

Nihayet bu kör insan, Hakkı, dünya gözü ile açıkça görüldüğü gibi göremeyecek bir halde kalacaktır.

Ama nasıl olur da, "Kalbin Rabbimi görünceye kadar", diye öğünebilir?

Erginleşen kimse erdiğini bilmez, Aksaray'a gider ama Aksaray'a vardığını bilmez.

Ama oraya erişinceye kadar da hep korku ve yalvarma içindedir. Acaba varacak mıyım?

Yoksa varamayacak mıyım? Diye şüphede kalır.

Onlar derler ki:
Görmediğimiz şeyin arkasından koşmayalım.

Hâlbuki o görünmeyen şey de der ki:
Onlar arkamdan koşup yorulmadıkça kendimi göstermeyeyim.

Hal böyle olunca onlar önce kendi sözlerini söylemeden o iş olmaz.
Eğer taklit etmek gerekiyorsa bari Kuran'ı taklit etsinler.

Nasıl Ki filozofun biri şöyle diyor:
Bir hakîm (Alimlere ders veren) var idi.

Dünyanın dört bucağında eşi yoktu, hele tıp ve tecrübeye bağlı bilgilerde çok ileri idi.

Öyle köleleri vardı ki, her tel saçları yüzlerce insan değerinde idi. Ama kendinin çok çirkin bir kılığı ve çok iğrenç bir çehresi vardı.

O derece ki, pek az şehirde onun eşi çirkin suratlı insan görülmüştür. Yüzü gözü birbirine karışmış, ağzı burnu, gözleri sanki belirsiz gibi görünüyordu.

Bu hakîm (Âlimlere ders veren) devasız bir hastalığa tutuldu, ancak insan pisliği ile oynuyor, onu sergilere kilimlere bulaştırıyordu.

Birçok hekimler etrafında oturmuşlardı, birbirlerine bakışıyorlar, konuşmak bile istemiyorlardı.

Hastanın anlamaması için onun şu çirkin hareketlerinden bahsetmek istemiyorlardı.

Hâlbuki hasta hakîm hepsinin üstadı idi.
Sükûtlarının sebebini anladı, onlara evet dedi biliyorum ki falan şeyi yemek lâzım.

Onu yemek gerekli ama bir kere zavallı hasta bunu çok sever.
"Bir saat düşünceye dalmak atmış yıl ibadetten hayırlıdır," buyurmuştur.

O düşünceye dalmaktan maksat, özü doğru bir dervişin yanında bulunmaktır ki o ibadette hiç bir yapmacık olmasın.

Şüphesiz ki o ibadet, huzursuzluk içinde yapılan aşikâr ibadetten daha üstün sayılır.

Namazın kazası vardır ama huzurun kazası yoktur.
Bazı fakir dervişler namazı terk ederler.

Kalp huzuru olmadan namaz olmaz.
Nasıl ki Fatiha okunmadan namaz kılınmaz buyrulmuştur. (M. 277) Onlara göre Fatiha o huzurdur.

Bir huzur ki, Cebrail bile gelse gözyaşını içine dökerek, kendisine Rabbinden gel diye çağrılmadıkça, hayır der.

Eğer bir parmak daha yanaşırsam yanarım der.
Benim dostlar hakkımdaki düşüncem dürüsttür.

Gözümle görmediğim şeyde bile o düşünceye aykırı hareket edemem. Kâfirlerin hakkında bile fena düşünülemez.

Diyorum ki:
Hakikatte ve en sonunda onların da Müslüman olmayacağını kim iddia edebilir?

Hazreti Ömer (Allah ondan hoşnut olsun), kırk yıl putlara hizmet etti. Dileğini puttan diledi, puta karşı ey put! Diye çağırdı.

Fakat Allah ona, söyle Ey Ömer! Diye cevap verdi.

Hazreti Muhammed'in (S.A.) meclisine bir yoksun girdi.
Zengin bir adamda, mağrurlanarak eteğini fakirin eteği üzerine açtı. Hazreti Peygamber öfkelenerek ona bir göz aktardı.

Zengin, Ey Allah Peygamberi! dedi, ben malımın yarısını ona vereyim de beni bundan ayır dedi Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.)'dan bir haber bile veremedim.

Kureyşî ile Kuşeyrî ve daha başkaları da yüz binlerle yıllar geçse yine tatsız, yine zevksizdirler.

Onlarda bir zevk ve bir mana bulunmaz.

Mısra:
Kendi nefsine tapanlara bir yudum su bile vermezler.

Mecliste bizim sözlerimizi dinleyen bir çocuk vardı, henüz küçüktü. Ama her gün baba ve annesinden kaçıyordu.

Bizim hayranlarımız arasına girmişti.

Diyordu ki:
Benim size hizmet edebilmeliğim için daima yanınızda olmam gerektir.

Hâlbuki babası, annesi ağlayıp sızlıyor, o da ben bu hali öğrenirim de kendisini bırakırım diye korkuyordu.

Bu iş böylece devam edip gidiyordu.

Çocuk bütün gün başını dizime bırakıyor, annesi ve babası bu halinden dolayı ona itiraz etmeye de cesaret edemiyorlardı.

Bir aralık kapıya kulak verdim, aralıktan şu beyti dinledim:

Beyit:
Senin yanında âşıklar kanatlanır uçarlar,
Gözlerinden ciğer kanı saçarlar.

Ben senin kapında toprak gibi oturmuşum.
Yoksa başkaları rüzgâr gibi gelip geçerler.
(M. 278)

Ona ne söylüyorsun yavrum, dedim, bir daha söyle.
Hayır dedi konuşmadı.

On sekiz yaşında öldü.
Onun tabiatındaki parlak istidadı, zekâyı, letafeti ve kudreti nasıl tasvir edeyim.

İslam'ın Sadri terimi (Gizli bağlar), kalpten daha geniş bir mana taşır.
Onun mânası daha engindir.

Ama başka bir mânası ile göğüs, vesvese veren şeytanın durağıdır.
Hâlbuki kalp yani gönül öyle değildir.

Nasıl ki Allah Şeytan için "halkın kalplerinde vesvese veren", diye buyurmadı; göğüslerinde vesvese veren. Dedi.

Şimdi İslâm’ın o göğsü nerede, gönlü nerede!

Suyun derinliği ağzı ve burnu geçmedikçe insan onun içinde bir derece güvenli olur.

Ağız ve burun su üstünde oldukça insan kendi kendine yürür ve yaşar. Ama su içinde tamamıyla batarsa ağız ve burun su düzeyinden aşağıda kalır, boğulur.

O zaman ona, ölmüş derler.
Bazıları da bilâkis, dirilmiş, der.

Her ikisi de doğrudur.
Onda bu iğreti dirilik gitti ama edebî hayat başladı.

Büyük Allah erlerinin bazı sebeplerle bir takım sözler söylemesi ayıptır.
Ben Hakkım diyerek Hazreti Peygambere uymaktan geri kalmaları, bu sözlerin halkın ağzına düşmesi gerekmez.

Bu sözleri söyleyenleri köpekler bile olsa ya öldürürler, ya tövbe ettirirler.

                    ***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.
Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6

                    ***
Neler öğrendik:

1.   Hakikati açıkça görmek işini ahrete bırakmamak gerektiğini öğrendik.

2.   Hakikati açıkça görmek için dünyada yaşarken kendimizi geliştirerek doğru görüşü elde etmemiz gerektiğini öğrendik.

3.   Hakikat, kendi uğrunda yorulmadıkça kendini göstermediğini öğrendik.

4.   Erginleşen yani olmuş, yetişmiş, kendi haklarını kullanabilen kişinin bu seviyede olduğunu bilemeyeceğini öğrendik.

5.   Hakikatin kendi sözünü söyleyinceye kadar koşup yorulmak gerektiğini öğrendik.

6.   Sevginin faydadan daha tesirli olduğunu öğrendik.

7.   Özü doğru bir dervişin yanında olmalıyız ki ibadetimizin yapmacıklıktan kurtulmasını sağlamalıyız.

8.   Kalp huzuru olmadan namaz olmayacağını, kabul edilmeyeceğini öğrendik.

9.   Kalp Allah’ın huzuruna kabul edilecek yapıda olması gerektiğini öğrendik.

10.           Hakikat diye gördüğümüzü düşüncemizle fenalıktan temizleyerek yeniden görerek değerlendirmemiz gerektiğini öğrendik.

11.           Düşünmeden bir görüş sahibi olmamamız gerektiğini öğrendik.

12.           Düşünmeden yaptığımız hareketlerin taklitçilik olduğunu öğrendik.

13.           Kimin sonunun ne olacağını bilemediğimiz için iyi yaklaşımlarda olmamız gerektiğini öğrendik.

14.           Zevk ve mana olgun olmanın göstergesi olduğunu öğrendik.

15.           Dervişin namaza bile Allah’tan bir davet gelmedikçe yanaşmadığını öğrendik.

                                  *

SADRİ:

Kalbine, gönlüne, öz benliğine doğru, güzel kaliteli olanın depolanmasını sağlayan hafızanın derinlerinde saklama kapasitesi olan göğüstür.

Sevgi ve saygı ile bağlanmayı sağlar.

İnsanın yapısı iyilik ve iyilik adına yapılanların unutmak, kötülüğü hatırlamak üzeredir.

Bu yapıyı değiştirmek için uğraşıdır.

 Erginlik, erenlik yolunda olanlar Sadri kuvvetlendirirler.

                                    *
İşte böyle yaren,

Sevginin gücünü ve önemini ve bunun bağlılıkla tamamlanması ile huşu’a hazırlanarak Allah huzuruna çıkmamız, namazı kılmamız gerektiğini öğrendik.

Namaz kılan dostlarımız bu sözlerle namaza soğumasınlar ve vazgeçmesinler.

Namazdan oluşan nuru fazlaca almaları, taklitten gerçek imana geçmeleri için önerilerdir.

Yaptığımız ibadetleri taçlandırmak için biraz daha gayret göstermemiz ve bilincine varmamız gerekiyor.

                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar