İşte bu erginlik hakikati açıkça görmek demektir.
Kuran'da,"Bu dünyada kör olan ahirette de kör olur,"
(Isra sûresi, 72)
buyrulmuştur.
Nihayet bu kör insan, Hakkı,
dünya gözü ile açıkça görüldüğü gibi göremeyecek bir halde kalacaktır.
Ama nasıl olur da,
"Kalbin Rabbimi görünceye kadar", diye öğünebilir?
Erginleşen kimse erdiğini
bilmez, Aksaray'a gider ama Aksaray'a vardığını bilmez.
Ama oraya erişinceye kadar da
hep korku ve yalvarma içindedir. Acaba varacak mıyım?
Yoksa varamayacak mıyım? Diye
şüphede kalır.
Onlar derler ki:
Görmediğimiz şeyin arkasından
koşmayalım.
Hâlbuki o görünmeyen şey de
der ki:
Onlar arkamdan koşup
yorulmadıkça kendimi göstermeyeyim.
Hal böyle olunca onlar önce
kendi sözlerini söylemeden o iş olmaz.
Eğer taklit etmek gerekiyorsa
bari Kuran'ı taklit etsinler.
Nasıl Ki filozofun biri şöyle
diyor:
Bir hakîm (Alimlere ders veren) var idi.
Dünyanın dört bucağında eşi
yoktu, hele tıp ve tecrübeye bağlı bilgilerde çok ileri idi.
Öyle köleleri vardı ki, her
tel saçları yüzlerce insan değerinde idi. Ama kendinin çok çirkin bir kılığı ve
çok iğrenç bir çehresi vardı.
O derece ki, pek az şehirde
onun eşi çirkin suratlı insan görülmüştür. Yüzü gözü birbirine karışmış, ağzı
burnu, gözleri sanki belirsiz gibi görünüyordu.
Bu hakîm (Âlimlere ders
veren) devasız bir hastalığa tutuldu, ancak insan pisliği ile oynuyor, onu
sergilere kilimlere bulaştırıyordu.
Birçok hekimler etrafında
oturmuşlardı, birbirlerine bakışıyorlar, konuşmak bile istemiyorlardı.
Hastanın anlamaması için onun
şu çirkin hareketlerinden bahsetmek istemiyorlardı.
Hâlbuki hasta hakîm hepsinin
üstadı idi.
Sükûtlarının sebebini anladı,
onlara evet dedi biliyorum ki falan şeyi yemek lâzım.
Onu yemek gerekli ama bir
kere zavallı hasta bunu çok sever.
"Bir saat düşünceye dalmak atmış yıl ibadetten hayırlıdır,"
buyurmuştur.
O düşünceye dalmaktan maksat,
özü doğru bir dervişin yanında bulunmaktır ki o ibadette hiç bir yapmacık
olmasın.
Şüphesiz ki o ibadet,
huzursuzluk içinde yapılan aşikâr ibadetten daha üstün sayılır.
Namazın kazası
vardır ama huzurun kazası yoktur.
Bazı fakir dervişler namazı
terk ederler.
Kalp huzuru olmadan namaz
olmaz.
Nasıl ki Fatiha okunmadan
namaz kılınmaz buyrulmuştur. (M. 277) Onlara göre Fatiha o huzurdur.
Bir huzur ki, Cebrail bile
gelse gözyaşını içine dökerek, kendisine Rabbinden gel diye çağrılmadıkça,
hayır der.
Eğer bir parmak daha
yanaşırsam yanarım der.
Benim dostlar hakkımdaki
düşüncem dürüsttür.
Gözümle görmediğim şeyde bile
o düşünceye aykırı hareket edemem. Kâfirlerin hakkında bile fena düşünülemez.
Diyorum ki:
Hakikatte ve en sonunda
onların da Müslüman olmayacağını kim iddia edebilir?
Hazreti Ömer (Allah ondan
hoşnut olsun), kırk yıl putlara hizmet etti. Dileğini puttan diledi, puta karşı
ey put! Diye çağırdı.
Fakat Allah ona, söyle Ey
Ömer! Diye cevap verdi.
Hazreti Muhammed'in (S.A.)
meclisine bir yoksun girdi.
Zengin bir adamda,
mağrurlanarak eteğini fakirin eteği üzerine açtı. Hazreti Peygamber öfkelenerek
ona bir göz aktardı.
Zengin, Ey Allah Peygamberi!
dedi, ben malımın yarısını ona vereyim de beni bundan ayır dedi Hazreti
Muhammed Mustafa (S.A.)'dan bir haber bile veremedim.
Kureyşî ile Kuşeyrî ve daha
başkaları da yüz binlerle yıllar geçse yine tatsız, yine zevksizdirler.
Onlarda bir zevk ve bir mana bulunmaz.
Mısra:
Kendi nefsine
tapanlara bir yudum su bile vermezler.
Mecliste bizim sözlerimizi
dinleyen bir çocuk vardı, henüz küçüktü. Ama her gün baba ve annesinden
kaçıyordu.
Bizim hayranlarımız arasına
girmişti.
Diyordu ki:
Benim size hizmet
edebilmeliğim için daima yanınızda olmam gerektir.
Hâlbuki babası, annesi
ağlayıp sızlıyor, o da ben bu hali öğrenirim de kendisini bırakırım diye
korkuyordu.
Bu iş böylece devam edip
gidiyordu.
Çocuk bütün gün başını dizime
bırakıyor, annesi ve babası bu halinden dolayı ona itiraz etmeye de cesaret
edemiyorlardı.
Bir aralık kapıya kulak
verdim, aralıktan şu beyti dinledim:
Beyit:
Senin yanında
âşıklar kanatlanır uçarlar,Gözlerinden ciğer kanı saçarlar.
Ben senin kapında toprak gibi
oturmuşum.
Yoksa başkaları rüzgâr gibi
gelip geçerler.(M. 278)
Ona ne söylüyorsun yavrum,
dedim, bir daha söyle.
Hayır dedi konuşmadı.
On sekiz yaşında öldü.
Onun tabiatındaki parlak
istidadı, zekâyı, letafeti ve kudreti nasıl tasvir edeyim.
İslam'ın Sadri terimi (Gizli bağlar), kalpten daha geniş bir
mana taşır.
Onun mânası daha engindir.
Ama başka bir mânası ile
göğüs, vesvese veren şeytanın durağıdır.
Hâlbuki kalp yani gönül öyle
değildir.
Nasıl ki Allah Şeytan için
"halkın kalplerinde vesvese veren", diye buyurmadı; göğüslerinde
vesvese veren. Dedi.
Şimdi İslâm’ın o göğsü
nerede, gönlü nerede!
Suyun derinliği ağzı ve burnu
geçmedikçe insan onun içinde bir derece güvenli olur.
Ağız ve burun su üstünde
oldukça insan kendi kendine yürür ve yaşar. Ama su içinde tamamıyla batarsa
ağız ve burun su düzeyinden aşağıda kalır, boğulur.
O zaman ona, ölmüş derler.
Bazıları da bilâkis,
dirilmiş, der.
Her ikisi de doğrudur.
Onda bu iğreti dirilik gitti
ama edebî hayat başladı.
Büyük Allah erlerinin bazı
sebeplerle bir takım sözler söylemesi ayıptır.
Ben Hakkım diyerek Hazreti
Peygambere uymaktan geri kalmaları, bu sözlerin halkın ağzına düşmesi gerekmez.
Bu sözleri söyleyenleri
köpekler bile olsa ya öldürürler, ya tövbe ettirirler.
***
MAKÂLÂT. Şems-i Tebrizi.Çeviren Mehmed Nuri Gençosman.
ATAÇ yayınları Tasavvuf 6
***
Neler öğrendik:
1. Hakikati açıkça görmek işini ahrete bırakmamak
gerektiğini öğrendik.
2. Hakikati açıkça görmek için dünyada yaşarken kendimizi
geliştirerek doğru görüşü elde etmemiz gerektiğini öğrendik.
3. Hakikat, kendi uğrunda yorulmadıkça kendini
göstermediğini öğrendik.
4. Erginleşen yani olmuş, yetişmiş, kendi haklarını
kullanabilen kişinin bu seviyede olduğunu bilemeyeceğini öğrendik.
5. Hakikatin kendi sözünü söyleyinceye kadar koşup
yorulmak gerektiğini öğrendik.
6. Sevginin faydadan daha tesirli olduğunu öğrendik.
7. Özü doğru bir dervişin yanında olmalıyız ki
ibadetimizin yapmacıklıktan kurtulmasını sağlamalıyız.
8. Kalp huzuru olmadan namaz olmayacağını, kabul
edilmeyeceğini öğrendik.
9. Kalp Allah’ın huzuruna kabul edilecek yapıda olması
gerektiğini öğrendik.
10.
Hakikat diye
gördüğümüzü düşüncemizle fenalıktan temizleyerek yeniden görerek
değerlendirmemiz gerektiğini öğrendik.
11.
Düşünmeden bir
görüş sahibi olmamamız gerektiğini öğrendik.
12.
Düşünmeden
yaptığımız hareketlerin taklitçilik olduğunu öğrendik.
13.
Kimin sonunun ne
olacağını bilemediğimiz için iyi yaklaşımlarda olmamız gerektiğini öğrendik.
14.
Zevk ve mana
olgun olmanın göstergesi olduğunu öğrendik.
15.
Dervişin namaza
bile Allah’tan bir davet gelmedikçe yanaşmadığını öğrendik.
*
SADRİ:
Kalbine,
gönlüne, öz benliğine doğru, güzel kaliteli olanın depolanmasını sağlayan
hafızanın derinlerinde saklama kapasitesi olan göğüstür.
Sevgi
ve saygı ile bağlanmayı sağlar.
İnsanın
yapısı iyilik ve iyilik adına yapılanların unutmak, kötülüğü hatırlamak
üzeredir.
Bu
yapıyı değiştirmek için uğraşıdır.
*
İşte böyle yaren,
Sevginin gücünü ve önemini ve
bunun bağlılıkla tamamlanması ile huşu’a hazırlanarak Allah huzuruna çıkmamız,
namazı kılmamız gerektiğini öğrendik.
Namaz kılan dostlarımız bu
sözlerle namaza soğumasınlar ve vazgeçmesinler.
Namazdan oluşan nuru fazlaca
almaları, taklitten gerçek imana geçmeleri için önerilerdir.
Yaptığımız ibadetleri
taçlandırmak için biraz daha gayret göstermemiz ve bilincine varmamız
gerekiyor.
*
RAVLİ