Ay yüzlü güzel bir çocuk
vardı.
Misk, onun saçlarının bir
teliydi ancak.
Başındaki zülfü, bir daldı ki
ancak şerre delalet ederdi.
Aynaya baktı mı adeta yüzüne
ay görünür, dudaklarıyla lâli alt eder, değersiz bir hale getirirdi.
Daima Kaşlarıyla gönülleri
avlar, kendisine bağlardı da bu yüzden kaşları çatıktı.
Ağzı zencefre (Kök gövde) kelimesinin bir tek harfiydi adeta.
Yirmi dokuz harf, o
kelimesinin harekesiz okunmasından, harflerinde durulmasından meydana gelmişti
sanki.
O ağız, öyle küçüktü ki bir
harf bile sığmazdı.
Artık yirmi dokuz harften
başka bir şeyle tartılması değer mi?
Söyleriyle gâh incinin
kulağını delerdi, gâh ayın kulağına küpe takardı.
Bir derviş, onun aşkıyla
güçsüz hale düştü.
Elinde yalnız bir gönlü
kalmıştı, o da kan kesilmişti.
Hararetli aşk, dervişi
ateşlere atınca bütün mafsalları, bütün vücudu ateşlere yandı, tutuştu.
Nihayet sabredemez duruma
düşüp, o dünya güzelinin yanına gelip,
Dedi ki:
Derdime derman yok. Sensiz yaşamam mümkün değil.
Bir an bile sensiz yaşamayı
istemiyorum.
Bir tek canım var ancak. Artık sen bilirsin.
Beni bağışlarsan bağışla.
Zaten düşkünüm ben. Öldürsen yine hoş, durup bekliyorum.
Sensiz ne sabrım kaldı, ne
takatim.
Ne yapacaksan hadi, yap
durma!
Oğlan, bu sözleri duyup
aşığın sırrını anlayınca dedi ki:
Canınla oynuyorsan;
Pekâlâ, seni bir sınayayım da
canının bana karşı kadrini, kıymetini, bir göreyim.
Derviş bu sözü duyunca ateş
gibi hararetlendi, duman gibi kalktı.
Çocuk derhal atına binip
yalnızca bir ovaya gitti. Orada dervişin boynuna bir ip attı, sonra atını sürdü.
At koşmaya başladı.
Dervişte boynunda ip,
arkasından koşuyordu.
Çocuk, atı bir hayli
koşturdu, her yana sürdü.
Derviş bir hayli zahmete
katlandı.
Bir hayli at sürdükten sonra
onu dikenlerle dolu bir çöle sürdü.
O başsız, göğüssüz aşığı yüz
yerde kırdı geçirdi.
Gül dalı gibi ayağına
binlerce diken battı.
Sevgili, onun sırrını bilip o
aşığın hakikaten kendisine tutkun olduğunu anlayınca, o âlemleri bezeyen güzel,
(Bu aşkın doğru bir
aşk olduğunu, cinsel şehvetin bulunmadığını, âşıklığa layık olduğunu anladı)
Atından indi, acıyarak ve esirgeyerek sevgi
ile aşığının ayağını kucağına aldı.
Gönüllere sancı veren bu
dikenleri bütün gün kendi eliyle bir, bir çıkarmaya koyuldu.
Âşık derviş kendi kendine ah diyordu, ne olurdu da her diken yüz diken olsaydı.
Bedenimdeki yara daha fazla
bulunsaydı.
Gönlüm, daha fazla huzura
ererdi.
Şu sözü, gönlünden gizlice
geçirmede, onca ayağındaki dikenlerden güller açmaktaydı.
Diyordu ki:
“ Bu dikenler ayağımda
olmasaydı bu çocuğun kucağına yerleşemezdim”
*
*Senin
ayağına da sevgilinin uğruna diken batmışsa o dikenler diken değildir.
Her biri, bir gül
bahçesidir.*
*Onun
adı uğruna öldürülür, bütün azan (Vücut
parçaları) kanlara bulanırsa asla üzülme.*
*Kanını
içen, onun adı olduktan sonra kanına da elbette nazar eder.*
***
İşte böyle yaren,
Gönlün istiyor, ama canın
kıymetli diye düşünüyorsan; Aşkım,
seviyorum lafı boştur.
Bu aşk yolunda bir adım dahi
atamazsın.
Aşkın sırrı, sevdiğinin eline
kendini tamamen teslim etmektir.
Seni sınamadan, denemeden
yaklaşan yalnızca annen ve babandır.
Kardeşin seni sınar,
kardeşlik hakkı için bağını koparmaz ama sevgi yoksa fazla da yaklaşmaz.
Cinsel şehvet, İslami
kurallara göre davranılmadıkça insanın başına belalar açar.
Çocukta böyle bir hal var ise
beklenilmeden evlendirilmelidir.
Bu hikâyede anlatılan erkeğin
erkeğe olan aşkı olarak değerlendirme, güzel her ne varsa ona âşık olmaktır.
Çünkü Tanrı sanatının
görüldüğü yer güzeldedir.
Tanı anlamak için sanatına
aşık olunarak kendisine yol bulunur.
*
RAVLİ