Ordu, Sultan Mahmut’a arz ediliyor, huzurunda geçit resmi yapılıyordu.
Ovada sayısız asker vardı.
İleride yüksek bir tepe
vardı, Padişah oraya çıktı.
Eyaz’la Hasan da yanındaydı.
Her üçü de oradan orduyu
seyrediyordu.
Bütün âlem, fillerle, atlı
askerlerle dolmuştu.
Ordu, karınca ve çekirge gibi
her tarafı kaplamıştı.
Cihan böyle bir ordu
görmemiş, bundan önce kimse böyle bir asker seyretmemişti.
Şanlı padişah has kölesi (baş
veziri) Eyaz’a dedi ki:
“Oğlum,
Bu kadar asker ve fil benim
ama ben seninim, benim padişahım sensin!”Padişah bu sözü söylerken Eyaz, öylece duruyor, hiç aldırış bile etmiyordu.
Orada padişaha bir saygı
göstermedi.
Bana böyle buyurdu diye
hiçbir cevap da vermedi.
Hasan’ın canı sıkıldı, a köle
dedi.
Padişahın sana bu kadar saygı
gösteriyor da,
Sen öylece duruyor, aldırış
bile etmiyor, eğilmiyor, tapısında kulluk göstermiyorsun.
Neden edebe riayet etmiyor, saygı göstermiyorsun?
Padişah huzurunda hürmet bu mudur?
Eyaz bu sözü duyunca dedi ki:
Buna uygun ve yerinde iki
tane cevabım var.
Birisi şu:
Eğer bir kul ikiyüzlü olmayan
padişahın huzurunda bir saygı gösterse,Ya horlukla tapısında yerlere döşenmeli;
Yahut da alttan alan bir söz
bulup söylemeli!
Hâlbuki Padişaha karşı alttan
alan bir söz söylemekte herkes eşittir.
Herkes ona karşı aşağıdadır,
hordur.
Ben kim oluyorum ki bu işe
girişeyim de âlemin içinde kendimi göstereyim, sivrileyim!
Kul da onun, ihsan (veren,
bağışlayan) da.
Ben kimim ki?Ferman onun fermanı!
Zaten bu kutlu padişah, bugün
Eyaz’a gösterdiği şu lütfü, her gün gösterip duruyor.
İki âlem de buyruğuna boyun
eyse, iki cihanda da padişah olsa, buyruğu yürüse bilmem lütfünün karşılığı
ödenir mi?
Ben bu işe nasıl
girişebilirim?
Kim oluyorum, nasıl bu işe
kalkışırım?
Ne tapı kılabilirim ben, ne
baş koyabilirim?
Zaten kimim ki huzuruna
çıkabileyim?
Hasan, Eyaz’ın bu sözlerini
duyunca “Aferin Eyaz, haddini tam biliyorsun.
Ben de tasdik ettim ki
Padişahın yüzlerce lütfüne, ihsanına layıksın.
Öbür cevabı da söyle!” dedi.
Eyaz,”onu senin yanında
söylemek doğru olmaz.
Padişahla yalnız olsaydım onu
da söylerdim.
Fakat sen, onu duyacak kadar
mahrem değilsin.Nasıl söyleyeyim?
Sen Padişah değilsin ki” dedi.
Sultan Mahmut, derhal Hasan’ı
gönderdi;
O da gidip orduya katıldı.
O halvette (baş başa) ne biz
kaldı, ne ben!
Hasan, bir kıldan ibaretse o
bile kalmadı.
Padişah dedi ki:
“İşte baş başa kaldık.O gizlediğin sözü bana söyle bakalım!”
Eyaz dedi ki:
“Padişah lütfetti de bu
yoksula bir baktı mı?O bakışın ışığıyla varlığım, baştanbaşa mahvoluyor.
Padişahın, şevket güneşi
(esirgeyerek, acıyarak sevmek) doğdu mu onun ziyasıyla (bollaşması) ben eriyor,
derhal ortadan kayboluyorum.
Benim adım varlığım
kalmayınca nasıl kapıda dururum, nasıl secdeye varırım?
O anda birisini görürsem o, ben değilim.
Cihan padişahıdır o.
Sen ister bir lütufta bulun,
ister yüz lütufta, o efendiliği, kendine yapıyorsun zaten.
Bir gölge, güneşin vurmasıyla
kaybolur, ortadan kalkarsa nasıl olur da güneşe saygı gösterir, tapı kılar?
Eyaz’ın senin huzurunda bir
gölgeden ibarettir.
O da senin yüzünün güneşi
doğdu mu yok olup gidiyor!
Kul varlığından fani olur,
varlığı kalmazsa dilediğini yap, sen bilirsin.
O kalmadı ki, yok ki!
***
MANTIK AL- TAYR 2
Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
*****
Yaren,
Ben ve ben merkezli
davranışlardan kendini tamamen temizlemelisin.
Sahip olduğun şeylere
güvenerek varlık iddiasında bulunmamalısın.
Bu iki şey seni başka bir
bütünleşme için hazırlar.
Ben dedikçe varlıktan aldığın
kuvveti karşındakine hatırlattıkça temiz insanlar için itici, sahtekâr
hilebazlar için av olur, kıskançlığa meydan vererek sayısız bilmediğin düşman
oluşturursun.
Yok olmak dediğimiz basitçe
budur.
İstediğinle bütünleşmek için,
istediğin ile beraber olmak için bu şarttır.
Bu denileni yapmadın mı?
Tüm ilişkilerin ya ticaret
olur, ya da korkunun tesirinde hareketler olur.
Başka bir tanım yanlış olur.
Sen yok haline kendini
getirmedikçe zorluklarla, tehlikelerle, sanılarla kendi kendini aldatan bir
hayat yaşayıp bu dünyadan gideceksin.
Ömrünü yazık edeceksin.
Madem yokluktan geldik ve
yokluğa gideceğiz o halde Dünya’da da yok olmanın kıymetini anlamalısın.
Anlamalısın ki var dediğin
hiçbir şey zaten yoktur.
Var dediğin aynada belirli
bir zaman görünüp sonra her şeyin yok olduğunu görüp anlamadın mı?
Bir daha bak ve anla.
Her şey yok oluyor.
Sadece bir Tanrı kalıcıdır.
*
Dikkat: Burada ben merkezli
ve benim dediklerinle ilgi olanlar kast ediliyor.
Gerçeği gör ki hiçbir şey
senin değil, sen emanetçisin.
*
Yaren, sana emanet edilenleri
korumalısın ki bir doğruyu yaparken, doğru anlayışı yerleştirirken başka bir
yanlışa düşmeyesin.
*
EMANET:
Güvenilir olmak, doğruluk,
bir kimseye koruması için geçici olarak verilen şey anlama gelir.
Allah’ın insanlara vermiş
olduğu idarecilik, yöneticilik, malın idaresi gibi iş ve sorumluluklar emanet
kapsamındadır.
Maddi emanetlerle beraber
beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkân ve kabiliyetler,
sözleşmeler, meskene ve aileye saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selama karşılık
verme, sırların saklanması gibi dini, ahlaki, sosyal ilke ve kuralları
kapsamaktadır.
Emanet bırakılan kimse kural
olarak emin kimse sayılır ve iyi niyetli olduğu, emanet olarak bırakılan malı
korumada makul derecede titizlik gösterdiği sürece mala gelen zarardan sorumlu
olmaz.
Ancak kişi bilerek, ölçüsüz,
aşırı ve kusurlu davranarak bu malın zarar görmesine sebep olmuşsa verdiği
zarardan sorumlu tutulur.
Emanet bırakılan şahıs malı
koruması karşılığında ücret alıyorsa, sorumluluk artar.
(Ahzap suresi, 33/72)
(Bakara, 2,283) (Müminun, 23/8)(Meariç, 70/32) (Nisa, 4/48) ( Enfal, 8/9)
*
RAVLİ