21 Kasım 2012 Çarşamba

YOK OLMAK VE EMANET

Yomlu, kutlu bir gündü.
Ordu, Sultan Mahmut’a arz ediliyor, huzurunda geçit resmi yapılıyordu.

Ovada sayısız asker vardı.
İleride yüksek bir tepe vardı, Padişah oraya çıktı.

Eyaz’la Hasan da yanındaydı.
Her üçü de oradan orduyu seyrediyordu.

Bütün âlem, fillerle, atlı askerlerle dolmuştu.
Ordu, karınca ve çekirge gibi her tarafı kaplamıştı.

Cihan böyle bir ordu görmemiş, bundan önce kimse böyle bir asker seyretmemişti.

Şanlı padişah has kölesi (baş veziri) Eyaz’a dedi ki:

“Oğlum,
Bu kadar asker ve fil benim ama ben seninim, benim padişahım sensin!”
Padişah bu sözü söylerken Eyaz, öylece duruyor, hiç aldırış bile etmiyordu.

Orada padişaha bir saygı göstermedi.
Bana böyle buyurdu diye hiçbir cevap da vermedi.

Hasan’ın canı sıkıldı, a köle dedi.
Padişahın sana bu kadar saygı gösteriyor da,

Sen öylece duruyor, aldırış bile etmiyor, eğilmiyor, tapısında kulluk göstermiyorsun.

Neden edebe riayet etmiyor, saygı göstermiyorsun?
Padişah huzurunda hürmet bu mudur?

Eyaz bu sözü duyunca dedi ki:
Buna uygun ve yerinde iki tane cevabım var.

Birisi şu:
Eğer bir kul ikiyüzlü olmayan padişahın huzurunda bir saygı gösterse,
Ya horlukla tapısında yerlere döşenmeli;

Yahut da alttan alan bir söz bulup söylemeli!
Hâlbuki Padişaha karşı alttan alan bir söz söylemekte herkes eşittir.

Herkes ona karşı aşağıdadır, hordur.
Ben kim oluyorum ki bu işe girişeyim de âlemin içinde kendimi göstereyim, sivrileyim!

Kul da onun, ihsan (veren, bağışlayan) da.
Ben kimim ki?
Ferman onun fermanı!

Zaten bu kutlu padişah, bugün Eyaz’a gösterdiği şu lütfü, her gün gösterip duruyor.

İki âlem de buyruğuna boyun eyse, iki cihanda da padişah olsa, buyruğu yürüse bilmem lütfünün karşılığı ödenir mi? 

Ben bu işe nasıl girişebilirim?
Kim oluyorum, nasıl bu işe kalkışırım?

Ne tapı kılabilirim ben, ne baş koyabilirim?
Zaten kimim ki huzuruna çıkabileyim?

Hasan, Eyaz’ın bu sözlerini duyunca “Aferin Eyaz, haddini tam biliyorsun.
Ben de tasdik ettim ki Padişahın yüzlerce lütfüne, ihsanına layıksın.

Öbür cevabı da söyle!” dedi.
Eyaz,”onu senin yanında söylemek doğru olmaz.

Padişahla yalnız olsaydım onu da söylerdim.
Fakat sen, onu duyacak kadar mahrem değilsin.

Nasıl söyleyeyim?
Sen Padişah değilsin ki” dedi.

Sultan Mahmut, derhal Hasan’ı gönderdi;
O da gidip orduya katıldı.

O halvette (baş başa) ne biz kaldı, ne ben!
Hasan, bir kıldan ibaretse o bile kalmadı.

Padişah dedi ki:
“İşte baş başa kaldık.
O gizlediğin sözü bana söyle bakalım!”

Eyaz dedi ki:
“Padişah lütfetti de bu yoksula bir baktı mı?
O bakışın ışığıyla varlığım, baştanbaşa mahvoluyor.

Padişahın, şevket güneşi (esirgeyerek, acıyarak sevmek) doğdu mu onun ziyasıyla (bollaşması) ben eriyor, derhal ortadan kayboluyorum.

Benim adım varlığım kalmayınca nasıl kapıda dururum, nasıl secdeye varırım?

O anda birisini görürsem o, ben değilim.
Cihan padişahıdır o.

Sen ister bir lütufta bulun, ister yüz lütufta, o efendiliği, kendine yapıyorsun zaten.

Bir gölge, güneşin vurmasıyla kaybolur, ortadan kalkarsa nasıl olur da güneşe saygı gösterir, tapı kılar?

Eyaz’ın senin huzurunda bir gölgeden ibarettir.
O da senin yüzünün güneşi doğdu mu yok olup gidiyor!

Kul varlığından fani olur, varlığı kalmazsa dilediğini yap, sen bilirsin.
O kalmadı ki, yok ki!
                                   ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                      *****
Yaren,

Ben ve ben merkezli davranışlardan kendini tamamen temizlemelisin.
Sahip olduğun şeylere güvenerek varlık iddiasında bulunmamalısın.

Bu iki şey seni başka bir bütünleşme için hazırlar.

Ben dedikçe varlıktan aldığın kuvveti karşındakine hatırlattıkça temiz insanlar için itici, sahtekâr hilebazlar için av olur, kıskançlığa meydan vererek sayısız bilmediğin düşman oluşturursun.

Yok olmak dediğimiz basitçe budur.
İstediğinle bütünleşmek için, istediğin ile beraber olmak için bu şarttır.

Bu denileni yapmadın mı?
Tüm ilişkilerin ya ticaret olur, ya da korkunun tesirinde hareketler olur.

Başka bir tanım yanlış olur.

Sen yok haline kendini getirmedikçe zorluklarla, tehlikelerle, sanılarla kendi kendini aldatan bir hayat yaşayıp bu dünyadan gideceksin.

Ömrünü yazık edeceksin.

Madem yokluktan geldik ve yokluğa gideceğiz o halde Dünya’da da yok olmanın kıymetini anlamalısın.

Anlamalısın ki var dediğin hiçbir şey zaten yoktur.
Var dediğin aynada belirli bir zaman görünüp sonra her şeyin yok olduğunu görüp anlamadın mı?

Bir daha bak ve anla.
Her şey yok oluyor.

Sadece bir Tanrı kalıcıdır.                                         
                              *

Dikkat: Burada ben merkezli ve benim dediklerinle ilgi olanlar kast ediliyor.

Gerçeği gör ki hiçbir şey senin değil, sen emanetçisin.

                                *
Yaren, sana emanet edilenleri korumalısın ki bir doğruyu yaparken, doğru anlayışı yerleştirirken başka bir yanlışa düşmeyesin.

                                              *

EMANET:

Güvenilir olmak, doğruluk, bir kimseye koruması için geçici olarak verilen şey anlama gelir.

Allah’ın insanlara vermiş olduğu idarecilik, yöneticilik, malın idaresi gibi iş ve sorumluluklar emanet kapsamındadır.

Maddi emanetlerle beraber beden ve ruh sağlığı, servet, makam ve mevki gibi imkân ve kabiliyetler, sözleşmeler, meskene ve aileye saygı, nimet ve ikrama teşekkür, selama karşılık verme, sırların saklanması gibi dini, ahlaki, sosyal ilke ve kuralları kapsamaktadır.

Emanet bırakılan kimse kural olarak emin kimse sayılır ve iyi niyetli olduğu, emanet olarak bırakılan malı korumada makul derecede titizlik gösterdiği sürece mala gelen zarardan sorumlu olmaz.

Ancak kişi bilerek, ölçüsüz, aşırı ve kusurlu davranarak bu malın zarar görmesine sebep olmuşsa verdiği zarardan sorumlu tutulur.

Emanet bırakılan şahıs malı koruması karşılığında ücret alıyorsa, sorumluluk artar.

(Ahzap suresi, 33/72) (Bakara, 2,283) (Müminun, 23/8)(Meariç, 70/32) (Nisa, 4/48) ( Enfal, 8/9)

                                               *

RAVLİ

 

 

 

 

 

 

Popüler Yayınlar