Sayısı çok öğrencisi vardı.
Hatibi’nin (Mevlana’nın
dedesinin) evlendikten dokuz ay sonra Baha Veled hazretleri dünyaya geldi.
O iki yaşında iken babası
Hatibi öldü.
Baha Veled efendimiz büyüyüp
buluğa erince, bütün bilim ve hikmetlerde özel ve parmakla gösterilen bir adam
oldu.
Tam bu sırada anne tarafından
olan akrabaları, herkes Baha Veled’in hükmü altında bulunsun diye, Baha Veled’i
padişahlık tahtına oturmak için özel söz birliği ettiler;
Bir gün babasının
kütüphanesine girdi.
Kitapları tetkik ederken
dünya kraliçesi olan annesi:
“Bizi babana bu ilimler ve
hikmetleri bildirdiği için vermişlerdi” dedi.
Bunun üzerine Baha Veled
kendini tamamıyla dini ilimler tahsiline verip çalıştı ve dünya mülkünden
tamamen el çekti.
Belh diyarında bulunan,
Tanrı’dan korkan yetenekli üç yüz din adamı hepsi bir Cuma gecesi
Muhammed Mustafa hazretlerini
rüyada gördüler.
Şöyle ki:
Sahrada büyük bir çadır
kurulmuş, içine yaygı sermişler ve yastık koymuşlar.
Peygamber o yastığa
yaslanmış, sağ tarafında da Baha Veled oturmuştu.
Arda kalan din müftü ve
bilginleri de uzakta edeple diz çöküp oturmuşlardı.
Peygamber din adamlarına:
“ Bu günden itibaren Baha
Veled’e SULTAN-ÜL- ULEMA deyiniz ve öyle hitap ediniz” diye buyurdu.
Sabahleyin Belh’in bütün
bilgin ve müftüleri söz birliği ile Baha Veled’in müridi ve kulu (sevgi ile
bağlanarak öğrencisi ve hizmet edenleri) oldular.
O asil insan, daha onlar
anlatmadan gördükleri rüyaları kendilerine anlattı.
Sultan-ül- ulema’nın sonsuz
kerametleri (Lüzumu anında fevkalade işler yapan) ve ermişlik hareketleri Belh
başkentinde yayılınca;
İçtihadı (Mana ve hüküm
çıkarma),
Tanrı’dan korkması,
Dindarlığı,
Günahtan sakınıp korunması,
Peygamberin kanunlarına doğru
gidişi,
Doğruluğu ve doğru sözlülüğü,
İnsanlara doğru yolu
göstermesi,
Hak yoluna daveti ve öğütleri
dikkati çekecek bir hale gelince,
Zorbaları ve dünya ulularını
kendine bağlayınca,
Bazı bilginler ve filozoflar
ilim perdesi gözlerini kapadığından, bu fani dünya ile ilgili garez ve ödünleri
yüzünden dil uzattılar.
Hatırını kırmaya çalıştılar.
Kıskançlıklarından kötülük
yaptılar.
Hatta Harzem şah’a (Horasan
Emiri) giderek şikâyet edip saltanatını elinden alacak, bütün halkın aşağı
tabakası ve ayak takımı onunla birleşmişler, hemen bu durumun halledilmesi
gerek diye vesveseye düşürdüler.
Emir elçiye “ Bir ülkede iki
padişahın olması uygun değildir.
Bu günden itibaren padişahlık, ülkeler ve askerler onun olsun ve bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin.
Ben de oraya gidip
yerleşeyim” dedi.
Ve elçiyi Baha Veled’e
gönderdi.
Bunu elçiden duyan Baha Veled
hazretleri elçiye:
“İslam sultanına selam söyle,
bu dünyanın fani ülkeleri, askerleri, hazineleri, taht ve talihleri padişahlara
yaraşır.
Biz dervişiz, bize memleket
ve saltanat münasip değildir.
Biz gönül hoşluğuyla sefer
edelim de sultan kendi uyruğu ve dostlarıyla baş başa kalsın” dedi.
Haberci cevapla birlikte su
gibi döndükten sonra Baha Veled kendi dostlarına:
“ Sefer ediniz sıhhat bulacak
ve istifade edeceksiniz”
“Buradan hareket etmemizi
kesinleştirmek için Tanrı’nın adıyla hazırlanınız” dedi.
Üç yüz deve yükü kıymetli
kitap, dostlarının ev eşyasını, yol azığı ve onları taşıyacak hayvanları
hazırladılar.
Kırk olgun müftü ve bilgisine
göre hareket eden onun atının yanında hareket etti.
Belh ahalisinin kalbinden
feryat ve figan yükseldi.
Halk galeyana geldi.
Büyük bir fenalık çıkmasına
az kaldı.
Horasan Emiri hatırlı
haberciler göndererek özür diledi.
Kendisi vezirini yanına
alarak Baha Veled’in huzuruna geldi.
Gitmemesi için hayli
yalvardı.
Halkın susturulmasını istedi.
Fakat asla razı olmadı.
Padişah:” Bari öyle gidiniz
ki, halk farkına varmasın, yoksa kötülükler doğar ve büyük yıkım olur” diyerek
ricada bulundu.
Baha Veled sultanın sözünü
kabul edip Cuma günü büyük bir zikir yapılmasını emretti.
O günkü toplantı çok ateşli
oldu, dostların gürültüsü haddi aştı.
Baha Veled o arada söze
başlayarak:
“Ey fani ülkenin sultanı,
eğer bilmiyorsan ve haberin yoksa benim de senin gibi bir sultan olduğumu bil
ve öğren.
Sana emirlerin, bana da
bilginlerin sultanı derler.
Sen benim müridimsin
(öğrencimsin).
Senin padişahlığın bir
nefesliktir.
Benim padişahlık ve
saltanatım da o kadardır.
Yalnız senin nefesin, nefsinden
ayrılınca ne sen kalırsın, ne tahtın, ne ikbalin, memleketin ve de halefin
(yerine gelen) ve nesebin (soyun) kalır.
Tamamıyla yok olursun.
Hâlbuki bizim kıymetli
nefesimiz nefsimizden ayrılınca arzın direkleri olan neslimiz ve çocuklarımız
kıyamete kadar ayakta dururlar:
Zira “ Benim akrabalık bağım
ve nesebimden başka her akrabalık bağı ve nesep kopar” denilir.
İşte ben şimdi gidiyorum.
Fakat
bilgin olsun ki, benim arkamdan Tanrı’nın ordusu olan, iyi donanımlı, dünyaya
yayılan ve “ Onları hiddet ve gazabımdan yarattım” sözünde denildiği gibi
hiddet ve gazaptan yaratılan Tatar ordusu sana ulaşacak.
Horasan ülkesini zapt edecek,
Belh ahalisine ölümüm acı şarabını tattıracaklar.
Dünyayı alt üst edecek, yüz
bin dert ve bela ile padişahı kendi ülkesinden çıkaracak ve neticede sen Rum
(Roma) ülkesinin sultanının elinde öleceksin “ dedi.
Yüce Tanrı’nın uğurlu olarak
seçtiği ve kutladığı Salı günü Belh ülkesinden göçerek Bağdat’a doğru hareket
etti.
* Bir zaman sonra.*
Cengiz han Belh üzerine
yürüdüğü vakit, Belh’liler büyük bir savaş vererek karşı koydular.
Cengiz’in Tulihan’dan olan
oğlu Çağatay adındaki oğlu bu savaşta öldü.
Bunu üzerine Cengiz Han çok
üzüldü.
Büyük ve küçüklerden ele geçirdiklerini
öldürmelerine, hamile kadınların karınlarını yarmalarına, şehrin bütün
hayvanlarını kurban ederek Belh’i yerle bir etmelerine dair kanun çıkarttı.
Moğollar mahallelerde bulunan
on iki bin mescidi ateşlediler.
Mescitlerde bulunan on dört
bin Kuran metni yandı.
Kaleme gelen halkın dışında
elli bine yakın bilgin, öğrenci ve hafızı katlettiler.
İki yün bin insanı yere gömdüler.
Yağma ettikleri ve götürdüklerinin haddi hesabı yoktu.
O ülkeyi tamamıyla harap ederek
Muhammed Harim şah’ı öldürmek için arkasına düştüler.
Moğol askerinin yağma ve
öldürmekle meşgul olduğu sırada, Baha Veled’in müritlerinden keşif ve keramet
sahibi bir aziz orada idi.
Belh’in bütün uluları feryat
ederek onun yanına geldiler ve
“Günahkârlarımızın affını ulu
Tanrı’dan rica et. Biz asilerin şefaatçisi ol da bu kaza bela yok olsun” dediler.
Derviş o gece seher vaktine kadar uyumayarak Tanrı’ya yalvarıp yakardı.
Sabahleyin görünmeyen âlemden
(Gayb):
“Ey kâfirler facirleri
(günahkâr ve kötü huyluları) öldürünüz” diye bir ses geldi.
Üç gün sonra da o cemaati o
azizle birlikte şehit ettiler.
Sivas şehrinde (616 Hicri)
Moğol askerlerinden kaçan Harzem şah Ahlat şehrini muhafaza ettiği, kendisi
için bir taht istediği, büyük bir arzu ve hırsla Rum (Roma, Anadolu) ülkesini gözüne
kestirdiği haberi geldi.
Tam o sırada Sultan Ala’addin
Keykubat Şam Sultanı Melik-ül-Eşref’le birlikte Erzincan’ın yukarısında bulunan
Yassı Çimen mevkiinde Harim askerini yendi.
Harzem Şah Harput tarafına
kaçtı ve Kürtlerin elinde öldürüldü.
Âlemlerin Rabbi olan Tanrı’ya hamd olsun)
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
İşte böyle yaren,
Kutlu bir soydan gelmiş ve
kutlu bir yolda olana düşmanlık etmenin sonuçlarını öğrendik.
Peygamberimizin bizzat
takdirini değersiz hale getirmeye uğraşanların sonlarını gördük.
Allah’ın ve Peygamberin
sözlerini anlamaya çalışmak yerine kendini araya sokarak kendi aklınca hüküm
çıkarmaya kalkanların sonlarını gördük.
Ben ve ben merkezli
davranışları kıskançlıkla düşmanlık haline getirip güzel insanlara düşmanlık
yapanların ne hale geldiklerini gördük.
Ey yaren bir şey yaparken
sonuçlarını düşün.
Sakın ha Allah dostlarını
kendine düşman etme mahvolursun.
Nefsine hâkim olmayı boşuna
anlatılmadı.
Nefsinin seni kötü duruma
getirmemesi için binlerce uyarı mesajı verildi.
Hepsi seni yanlış yapmaktan
kurtarmak için değil mi?
Bilgi seni gerçekliğe
götürüyor ise doğru yoldasın demektir.
Bilgi seni aklına göre
sunuşlar yapıyorsa elbette gerçekle uyumu yoksa bir fayda etmez.
Bilginin oluşturduğu düşünce
kontrol edilmezse kötü sonuçlara gidilmesine engel olamazsın.
Allah dostları güzel
insanların yaşadığı yeri Allah koruduğu için böyle güzel insan bulursan yakın
olmalısın.
Kuran’dan peygamberler
hikâyelerinden öğrenmelisin.
Yaren sana yolculuğun Tanrı
tapısına ulaşmakla bitmediğini, beğenilirsen sonra Tanrı ile yolculuk
yapacağını anlattık.
Tanrı’nın sevdiği, beğendiği,
dostum dediği, peygamberimizin yanına layık gördüğü kişileri günahkâr ve
ahlaksız kişilerin mahvetmesine bırakacağını mı sanıyorsun?
Ey yaren kişiye bakarsın da
bir tokatla canını alacak durumda görürsün de kendini güçlü sanırsın.
Ama görmediğin onun sahibi olduğudur.
O zayıf güçsüz kişinin sahibi
sana başka bir kulunu musallat edip seni mahveder.
*
Tanrı hükmü geldi mi artık
yalvarışın olacaklara fayda vermez.Ancak yalvarışına diğer âlemde fayda görürsün.
*
RAVLİ