30 Kasım 2012 Cuma

MEVLANA VE ŞEMS-İ TEBRİZİ

Mevlana Hazretleri bir gün Şam’da bir meydanda dolaşıyordu.

Kalabalık arasından siyah giyinmiş, başında bir külah bulunan ve dolaşan sıra dışı bir şahısla karşılaştı.

Bu adam Mevlana’nın yanına gelince onun mübarek elini öptü ve
Dünyanın sarrafı beni anla” dedi.

Bu ulu kişi Şems-i Tebrizi idi.

Mevlana hazretleri onunla konuşup anlaşmaya vakit kalmadan o, kalabalık arasında kaybolup gitti.

Mevlana hazretleri Kayseri’ye gitti ve yukarıda geçtiği gibi Seyyid’in mezarını ziyaret etti.

Tekrar Konya’ya döndükten bir müddet sonra fakirlerin sultanı Şemseddin-i Tebrizi (Tanrı onun sırrını kutlasın) 642 Hicri senesinin Cemaziyülâhır ayının 26 ncı günü Konya’ya geldi.

Mevlana Şemseddin-i Tebrizi’nin (Tanrı onun zikrini yüceltsin) hikâyesi şöyledir:

Şemseddin-i Tebrizi, Tebriz şehrinde Ebubekr-i Tebrizi’nin müridi idi.
Ebubekr-i Tebrizi velilikte ve kalp sırlarını bilmede zamanın bir tanesi idi.

Şemseddin-i Tebrizi hazretleri ulaştığı makam ve mertebelerle kanaat etmiyor, daha yüksek bir makam arıyordu.

Kendisini bu makama ulaştıran bu ulu kişinin sohbeti ile daha iyi, daha yüce olmak, ekmeliyet (Mükemmellik, kusursuzluk, noksansızlık, eskizsizlik) derecelerine ulaşmak ve ilerlemek arzusu ile senelerce dünyayı dönüp dolaştı, seyahatler etti.

Nihayet bundan dolayı kendine “Şems-i Perende-Uçan Şems” adını verdiler.

Şems’in bir gece kararı elden gitti, perişan oldu.

Tanrı’nın tecellilerine (Hak nurunun görünmesi) gömülüp istiğraktan (Tanrısal düşünceye, hayale dalmak) mest (Sarhoş) olmuş bir halde münacatında (Allah’a yalvarışında):

Ey Tanrım! 
Kendi örtülü olan sevgililerinden birini bana göstermeni istiyorum” diye dua etti.

Tanrı tarafından “İstediğin gibi herkesin gözünden saklı, güzel ve mağfirete nail olmuş (Günahları bağışlanmış) can, Belh’li Sultan-ül-Ulema Baha Veled’in oğludur” diye cevap geldi.

Bunu üzerine Şems” Ey Tanrım! Onun mübarek yüzünü bana göster” dedi.
Tanrı tarafından tekrar, "Bunun şükranesi olarak ne verirsin” diye soruldu.

O da “Başımı” diye cevap verdi.

Şiir:

Tebriz’de, Şemseddin geldiği vakit bunun şükranesi olarak başımı vereceğim diye ahdettim.
Çünkü başımdan başka bir şeyim yoktur.”

Şems’e “ Hakiki maksadına ve istediğin şeye ulaşman için Rum diyarına git” diye ilham geldi.

Bunun üzerine Şems ihlâs kemerini (Gönülden gelen sevgi ve istekle, hizmet etmek için) beline bağladı.

Tam bir doğruluk ve büyük bir aşkla Rum diyarına (Doğu Roma-Anadolu) hareket etti.

Konya şehrine ulaşınca ”Şekerfıruşan= Şekerciler” hanına indi.

Bir hücre tuttu, hücrenin kapısına da halk kendisini büyük bir tacir sansın diye iki üç dinar kıymetinde nadir bir kilit taktı.

Anahtarını da kıymetli bir atkının köşesine düğümleyerek omzuna attı.

Hâlbuki hücrede kendisinin eski bir hasırdan, kırık bir ibrik ve tuğla bir yastıktan başka bir şey yoktu.

On, on beş günde bir, bir parça kuru ekmeği paça suyuna batırıp tirit yapar, onunla iftar ederdi.

Bir gün o ruh dünyasının sultanı, hanın kapısında oturmuştu.

Mevlana hazretleri (Tanrı onun sırlarını kutlasın) “Pembefıruşan=Pamukçular” medresesinden çıktı.

Rahvan (Biniciyi hoplatmayan yürüyüşteki) bir katıra binmiş bütün bilginler, danişmentler (Bilgili kişiler) ve öğrenciler de iki tarafında yaya olarak oradan geçiyorlardı.

Birdenbire Mevlana Şemseddin kalktı, Mevlana’nın önüne koştu, katırın gemini sımsıkı yakaladı ve “Ey dünya ve mana nakitlerinin sarrafı, Tanrı adlarının bilgini, söyle!

Muhammed hazretleri mi yoksa Bayezid mi büyüktü?” dedi.

Mevlana ”Hayır-hayır, Muhammed Mustafa bütün peygamberler ve velilerin başı ve reisidir.
Hakikatte büyüklük ve ululuk onundur” diye buyurdu“.
Genç talih yardımcımız, can vermek de işimizdir.
Kafilemizin başbuğu dünyanın kendisi ile övündüğü Mustafa’dır

Şemsi Tebrizi “O halde hazreti Mustafa’nınYarabbi, seni tespih (Anarım) ederim, biz seni layık olduğun veçhile (Yüz ile ilgili) bilemedik” buyurduğuna ne denir?

Hâlbuki Bayezid “Ben kendimi tespih ederim.
Benim şanım ne kadar büyüktür.
Ben sultanların sultanıyım” diyor. Dedi.

Bunun üzerine Mevlana hemen katırından aşağı indi.
Bu sorunun heybetinden bir kere bağırıp kendinden geçti.

Bir saat kadar bu halde kaldı.
Oradaki halk birbirine girdi, bir kıyamettir koptu.

Mevlana uyanıp ayıldıktan ve kendine geldikten sonra, Mevlana Şemseddin’in elinden tuttu, yaya olarak kendi medresesine götürdü.

Her ikisi de bir hücreye (Odaya) girip kapandılar.
Tam kırk gün hiç kimseyi içeri sokmadılar.

                                    *
Bir gün Mevlana bu olayı şu suretle anlattı:

Şems benden bunu sorduğu vakit başımın tepesinden bir delik açıldı ve oradan bir duman çıktı, ta Arşın tepesine kadar yükseldi.

İşte o andan itibaren medresede ders vermeği, minberlerde (Camideki kürsü) vazetmeyi, yüksek makamlara geçip oturmayı bıraktım.

Ruh sahifelerinde yazılan sırları okumakla meşgul olmaya başladım.
“Utarit (Merkür yıldızı) gibi defterler ve kitaplarla meşguldüm.

Yerim bütün ediplerin makamından yüce idi.
Fakat sakinin alın levhasını gördüğüm vakit kendimden geçtim,

Elimdeki kalemleri kırıp attım”

(Utarit gibi defterler: Anlayışla, kavrayışla, zekâ ile kurnazlık ile ilgilenmek)

Mevlana’nın Şems ile bu gibi sohbetleri ve halktan tamamıyla alakasını kesip yaptığı halvetleri haddini aşınca, bütün Konya halkı ayaklandılar.

Mevlana’nın bütün dostları kıskançlıklarından birbirine girdiler.
Hiç kimse bu adamın kim olduğunu ve nereden geldiğini bilmiyordu.

Sonunda hepsi birleşerek bu büyük adamın aleyhine yürüdüler.
Müritler arasında büyük bir heyecan oldu.

643 Hicri senesi Şevval ayının yirmi birinci Perşembe gününde Şems tamamıyla kaybolduğu vakit bir ay kadar kendisini aradılar.

Fakat ne olduğuna ve nereye gittiğine dair hiçbir iz elde edemediler.
Bunun üzerine Mevlana hindi bari denilen kumaştan bir fereci yapılmasını emretti.

Başına bal renginde yünden yapılmış bir külah geçirdi.
Hindibariden yapılmış elbiseyi o vilayette matemlilerin giydiklerini söylerler.

Bu devirde gaşiye (Kıyamet denen örtü) giydikleri gibi eskilerde hindibari elbise giyerlerdi.

Mevlana gömleğinin önünü açık giydi, Mevlevi çizmesini ve ayakkabısını ayaklarına geçirdi, sarığı da şekeravizle (Zarif biçimde) sardı ve rebabı altı haneli yapmalarını emretti.

Çünkü Arap rebabı öteden beri dört haneliydi.

Mevlana “ Bizim rebabımızın altı köşe olması dünyanın altı cihetini (Yönünün) sırlarını göstermesindendir.

Elif gibi olan teller de ruhların Allah’ın elifi ile beraber olduğunu gösterir.” Dedi.

Eğer senin bir kulağın varsa işit,
Bir gözün varsa gör

Bundan sonra Sema’nın temelini attı.
Her taraftan gelen âşıkların aşkı ve şevki âlemi kapladı.

Aşağı ve yüksek tabakadan insanlar, kuvvetliler, zayıflar, fakirler, fakihler, bilginler ve cahiller, Müslümanlar ve kâfirler, padişahlar, mezhepçiler ve tarikatçılar hep Mevlana’nın etrafına toplandılar.

Herkes âşıklara yaraşır şiirle okumaya başladı, vecde ve manevi neşeye kapıldılar.

Gece gündüz sema ve vecitle (Kendini kaybedercesine İlahi aşka dalma) meşgul oldular.

Bir an karar ve sükûnet bulmadılar.

Şeriat müptedileri (Yeni bir şey ortaya çıkaran) ve tarikattan kovulmuş olan bir hayli münkir (Kabul etmeyen), kıskanç, kendine tapan ve kendini beğenen kalbi kör ve kibirli basiretsizler (Hakikati görme gücü olmayan), etraftan dedikoduya başladı ve “ Bu ne kadar acayip bir şeydir.

Yazıklar olsun böyle nazlı bir bilgin bir şehzade birdenbire delirdi.
Sema, riyazet (Açlıkla nefsi terbiye etmek) yaparak açlıktan deli oldu.

Nitekim kâfirlerin uluları, Muhammet Muhtar hakkında da böyle şeyler demişlerdi.

Yine sözlerine devam ederek “ Bütün bunlar o Tebrizli şahsın uğursuzluğu yüzünden oldu.” Dediler.

Ulu Tanrı onların kahrı hususunda ( Sen Rabbin nimetleriyle ne kâhin ve ne de delisin) ayetiyle güzel cevabını buyurmuştu.

Mustafa da (Tanrı’nın salât ve selamı onun üzerine olsun)

Kulun Tanrı’ya olan imanı, ancak cahil insanların ona delilik nispet etmeleriyle olgunlaşır” buyurmuştur.

Eğer Eflatun’a böyle bir delilik gelseydi,
Elindeki tıp kitaplarını kanla yıkardı.
Bende öyle bir delilik zuhur etti ki bütün deliler bana nasihat ediyorlar

O ulu kişinin hakiki durumu insanlara malum olunca Tanrı’nın uygulama ve yardımına mazhar olanlar ona kul ve mürit oldular, pişman olup Tanrı’dan mağfiret dilediler.

Taşkınlık gösterenler, küfründe inat edenler az zaman içinde perişan ve bedbaht oldular.

Şiir:

Temiz insanları inkâr edenlerden olma,
(Tanrı’dan başka) Kimseden korkmayan insanların darbesinden kork;
Çünkü kendilerine eziyete sabredenlerin sabrı seni yok eder, yok

Eğer yalnız başına aziz olan Tanrı isterse Mevlana Şemseddin’in faziletinin kendi menkıbeleri anlatılırken güzel özelliklerinden bahsedeceğiz.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Yaren, yana döne Şemsi Tebrizi hazretlerinin MAKALAT adlı kitabını arıyordum.

6 Nisan Pazar günü Ali Bayraşa Eyüp Sultan hazretlerini ziyaret ederken oradaki kitap satan tezgâhta kitabı görmüş ve bana hemen telefon etti.

Bende ona iki tane hemen almasını istedim.
Alarak bana getirdi.

Çok sevindim.
7 Nisan 2008 pazartesi rüyam.

Afyon’da Mevlevi camisinde (Aynı zamanda türbe) kıbleye doğru İbrahim Şahidi hazretlerinin sandukası önünde oturuyorum.

Kıble tarafında kadınlar kapısına olan yerde ki kitaplığın camı ayna vazifesi görüyordu.

O camdan beyaz yüzlü ve beyaz giysili kişilerin görüntüsünü görünce başımı arayışla çevirdim.  

 Kıble tarafından beyaz giysili 6 kişi heybetle yürüyerek sema meydanının sonuna doğru yürüdüler.

Vücutlarıyla dönerek önce Şeyh başlığı olan kıbleye yüzü gelecek şekilde oturdu.

Sonra etrafındakiler biraz arkasına ve yanlarına oturdu.
Ortada bulunan Şeyh geniş omuzlu, beyaz cübbeli idi.

Yüzüne merakla iyice baktım.

Gülümsemeyen ama asık surat diyemeyeceğim vakarlı ve saygı uyandıran beyaz tenli, ayrıca nur parıltılı bir yüz gördüm.

Çenesi ince, alnı geniş, sakalı yok, (,)virgül gibi her iki yanından dudak çizgisinin altına doğru inen, birisi diğerinden az düşük bıyığı vardı.(Orta Asya bıyığı)

Bu ulu kişinin Şems-i Tebrizi hazretleri olduğunu anladım ve Allah’ıma şükrettim.

                                      *
İşte böyle yaren hararetle istersen, sevgi ve saygıyla bağlanırsan o ulu kişilerin yüzlerini göstermesi nasip ve kolay olur.

                                      *
RAVLİ

Popüler Yayınlar