29 Kasım 2012 Perşembe

MEVLANA VE TÜCCAR

İtibarlı, zengin ve dindar bir tacir Tebriz şehrinden gelip “Şekerfıruşan=Şekerciler” Hanına inmişti.

O, bir gün Konya tacirlerinden “Bu şehirde şeyhler ve bilginler kimlerdir?” diye sordu ve

“onları ziyaretle müşerref (şereflendirilmiş) olayım,
Onların elini öpmek saadetine ulaşayım,

Onlarla sohbet edeyim,
Onların faydalı şeylerinden faydalanayım,

Çünkü dünya ariflerinin seferlerde çektikleri zahmetlerden ve kitapları mütalaadan maksatları, ulu bilginleri ve dindar şeyhleri arayıp bulmaktır.

Yoksa yalnız ticaret yapmak ve servet edinmek değildir” dedi.
Nitekim denilmiştir.

Şiir:

“Tanrı, seferde nereye uğrarsan orada bir Tanrı eri araman lazımdır dedi”

Bunun üzerine ona “Şehrimizde ulu şeyler ve büyük bilginler çoktur, fakat Şeyh-ül-İslam ve zamanın biricik muhaddisi (Hadis ile ilgilenen) Şeyh Sadreddin’dir.

Bütün dini ilimlerde ve yakin ilmini bilen şeyhlerin tarikatında onun eşi benzeri yoktur.” Dediler.

Sonra şehrin bütün bilginleri onu alıp Şeyh Sadreddin’i ziyarete gittiler.

İki yüz dinar kıymetinde bulunmaz armağanlar ve nadir hediyeler de beraber götürdüler.

Tebrizli tacir, şeyhin kapısına gelince bir sürü hizmetçi, maiyet erkânı (emir altında bulunan memurlar), güzeller, köleler, hacipler (perdeci: içeri alınmaya izin isteyen görevli), kapıcılar ve harem ağaları gördü.

Bunları adamakıllı gözden geçirdikten sonra sukutu hayale (hayal kırıklığına) uğradı ve

“Ben bir fakirin değil, meğer bir emirin evine gelmişim” dedi.

Orada bulunanlar “Şeyhin bu hali, şeyhe zarar vermez.
Çünkü o, olgun bir ruha maliktir (sahip).

Nitekim helva da doktora zarar vermez, fakat hastaya dokunur.
Bunun için hastanın helva yemesi doğru değildir” dediler.

Bunun üzerine hiç istemeyerek içeri girdi ve o ulu kişinin sohbetine nail olduktan sonra ona, arka arkaya uğradığı ziyanlardan dolayı şikâyette bulundu.

Bundan kurtulmak için ondan himmet (yardım) diledi ve
“Ben her sene ihtiyaç erbabına zekât verir,

Kendi gücüme göre sadakayı da esirgemem.
Fakat şimdi gördüğüm bu zararların sebebi nedir?” diye sordu.

Ne kadar yalvardı ise de şeyh onun haline bakmadı.
Yine eline bir şey geçmeden üzüntülü bir vaziyette geri döndüler.

İkinci gün bu tacir, Konya tacirlerinden “Başka bir derviş ve aziz yok mudur?

Onun sohbeti ile saadete erişebileyim ve bir maksada ulaşıp yardım isteyelim” diye sordu.

Onlar “Aradığın öyle bir adam ve iyi ata binen,
Tanrı’dan gayri şeylerin lezzetini terk etmiş,

Dünya ve ahiret dükkânını tekmeleyerek hiçe saymış,
Gece gündüz Tanrı’ya ibadetle meşgul,

Vaaz etmekte ve bilgiler saçmakta bir okyanus olan Mevlana Celaleddin’dir” dediler.

Tebrizli tacir büyük bir arzu ile “Beni onun huzuruna götürmek için delalet (yol gösterin) ediniz.

Çünkü sadece onun halini işitmekle içimde bir sevinç baş gösterdi” diye yalvardı.

Birkaç tacir onu Mevlana’nın bulunduğu medreseye götürmek için kılavuzluk ettiler.

Tacir elli dinar altınını da mendilin ucuna bağlayarak beraberine aldı.

Mevlana’nın medresesine girdikleri vakit Mevlana hazretleri medresenin topluluk yerinde yalnız oturmuş, kitapları mütalaaya dalmıştı.

Tacirlerin hepsi baş koyup kendilerinden geçtiler.
Tebrizli tacirin, Mevlana’nın bir mübarek bakışı ile aklı başından gitti ve pek çok ağladı.

Mevlana “Senin elli dinarın makbule geçti ve bu, bundan önce uğradığın on iki yüz dinar zarardan daha iyidir.

Tanrı sana bir bela, kaza vermek istedi.
Fakat o kazayı bu sohbetle bağışladı ve sen o afetten kurtuldun.
Mazeretini de kabul edecek” dedi.

Zavallı tacir Mevlana’nın o misk kokulu nefesinden şaşkına dönmüş bir halde sevindi.

(Nefes: İçinde, birbirini etkileyerek gelişen, iyiliğe ve sevince giden, kişiyi sağlıklı bir hale getiren sözlere, denir)

Bundan sonra Mevlana:

“Sana gelen bu zararın,
Bereketsizliğin,
Felaketin,

Sebebi şu idi:

Bir gün garp Frengistan’ında (Avrupada) bir mahalleden geçerken, bir çarşının başında uyuyan ulu velilerden bir Frenk dervişinin başına tükürdün ve ondan nefret ettin.

O mübarek azizin gönlü senden incindi ve bu sebepten dolayı da başına bu kadar felaketler ve zararlar geldi.

Git!
Onu memnun et, ondan sonra helallık iste ve bizim selamımızı da ona ilet” dedi.

Zavallı tacir onun bu işaretinden serseme döndü.

Mevlana hazretleri “ Bu anda onu görmek istiyorsan, bak “ diye buyurdu ve mübarek elini duvara vurdu.

Duvardan bir kapı açıldı.
Tacir o adamın Frengistan’da bir çarşıda uyuduğunu gördü.

Derhal baş koydu, elbiselerini yırttı ve o mestlikten deliye dönmüş bir vaziyette dışarı çıkıp hareket etti.

O diyara ulaşınca o mahallede Frenk azizini aramak için dolaştı.

Vaktiyle Mevlana’nın kendisine gösterdiği tam o yerde o dervişi uyur bir halde buldu.

Uzaktan atından inerek baş koydu.
Frenk dervişi “Ne yapayım, Mevlana hazretleri bırakmıyor.

Yoksa kendimin ve Tanrı’nın kudretini sana gösterirdim.
Şimdi yakına gel” dedi ve taciri kucaklayıp öptü.

Derviş “Şimdi şeyhim ve efendim Mevlana’yı görmen ve müşahede etmen için bak” dedi.

Tacir baktı.
Mevlana hazretlerinin semaa daldığını ve beyitlerin zevkine tadarak raks etmekte olduğunu gördü.

“Tanrı’nın öyle yüce bir ülkesi vardır ki,
Orada gereken her şey bulunur.

İster yakut, ister lal, ister toprak, ister taş ol,
Sen müminsen o seni arar.

Kâfirsen seni temizler.
O ülkenin burasına git,

Çok sadık ol,
Öteki tarafına git, Frenk ol.”

Tacir uğurla tekrar Konya’ya dönünce Frenk’in selamlarını Mevlana’ya ulaştırdı.

Arkadaşlara hadsiz hesapsız hediyeler dağıttı.
Konya’da yerleşti ve Mevlana’nın samimi âşıklarından oldu.

                                      ***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***
Yaren neler öğrendik:

1.   Halkın övdüğü kişiler senin zararına sebep olabilir, önce kendi kalbine sor, sevinç duyarsan git, hüzün duyarsan gitme.

2.   Tanrı’nın övdüğü kişiler sultandır ama etrafında şaşaa yoktur, fakirdirler.

3.   Sadece bilgi sahibi olup onun ne manaya geldiğini bilmeyen, ulaştığı gerçekle yaşamayana ulu denmez bilgin denir.

4.   Bir yere ziyarete gitmeyi düşündüğün zaman önce ruhun gider, oradaki ortamı görür anlar ve içine sevinç veya hüzün kaplar.

5.   Sevinçle bir yere gidersen sevinç yaşar, üzüntülü gidersen üzüntü yaşarsın.

6.   Çünkü ruhun vücudun gitmeden önce gidip, haberdar olmuştur.

7.   Ağlamak ruhsal boşalmaktır ve doğru kişi huzurundaysan o senin boşalan gönlüne temiz ruhsal güzellikler koyar.

8.   En güzel ağlama Tanrı’ya olandır ve Tanrı bu ağlayışından boşalan, temizlenen gönlüne hediyelerini doldurur.

9.   Tanrı’nın has kulu gönlünden geçeni bilir.

10.                  Önyargı ile insanları aşağılamamalısın, çünkü onu yaratanı aşağılamış olursun.

11.                  Yaptığın iyilikler elbette ki seninle olacağından ve beğenilen olacağından yanlış yapsan bile bir şekilde sana o yanlışın, işlerin aksatılarak hatırlatılır ve temizlenmen sağlanır.

12.                  Temiz yaradılışlı, temiz yaşamayı sevenler hep nereye gitseler orada diri veya ölü evliya arar ziyaret eder.

13.                  Eğer bir yanlışının farkına vardıysan hemen düzeltmek için ne gerekiyorsa yapmalısın.

14.                  Senden bir şekilde hakkı olan biri var ise muhakkak o hakkı hak edene teslim et, gücün yoksa bağışlamasını iste, yani helallık almalısın.

15.                   Kul hakkı üzerinde bulundurmamaya çalışmalısın.

16.                  Yanlış yapsan bile doğruyu aramaktan vazgeçme.

17.                  Allah mümin kulundan vazgeçmez.

 
Yaren,

Hak erenleri aklımızın kabul etmeyeceği işler yaparlar.
Bizim bunların doğru veya yanlış olması üzerinde durmamamız gerekir.

Bu durumları anlamak için onların seviyesine yakın olursak anlayabiliriz.

Yaren, Mevlana hazretlerinin bize bahşiş olarak bu öykü içinden attığı bahşişleri kapışarak inşallah onun yolunun, yolun tozunun zerresi oluruz.

                                 *
RAVLİ

Popüler Yayınlar