O, bir gün Konya
tacirlerinden “Bu şehirde şeyhler ve bilginler kimlerdir?” diye sordu ve
“onları ziyaretle müşerref
(şereflendirilmiş) olayım,
Onların elini öpmek saadetine
ulaşayım,
Onlarla sohbet edeyim,
Onların faydalı şeylerinden
faydalanayım,
Çünkü dünya ariflerinin
seferlerde çektikleri zahmetlerden ve kitapları mütalaadan maksatları, ulu
bilginleri ve dindar şeyhleri arayıp bulmaktır.
Yoksa yalnız ticaret yapmak
ve servet edinmek değildir” dedi.
Nitekim denilmiştir.
Şiir:
“Tanrı, seferde nereye
uğrarsan orada bir Tanrı eri araman lazımdır dedi”
Bunun üzerine ona “Şehrimizde
ulu şeyler ve büyük bilginler çoktur, fakat Şeyh-ül-İslam ve zamanın biricik
muhaddisi (Hadis ile ilgilenen) Şeyh Sadreddin’dir.
Bütün dini ilimlerde ve yakin
ilmini bilen şeyhlerin tarikatında onun eşi benzeri yoktur.” Dediler.
Sonra şehrin bütün bilginleri
onu alıp Şeyh Sadreddin’i ziyarete gittiler.
İki yüz dinar kıymetinde
bulunmaz armağanlar ve nadir hediyeler de beraber götürdüler.
Tebrizli tacir, şeyhin
kapısına gelince bir sürü hizmetçi, maiyet erkânı (emir altında bulunan
memurlar), güzeller, köleler, hacipler (perdeci: içeri alınmaya izin isteyen
görevli), kapıcılar ve harem ağaları gördü.
Bunları adamakıllı gözden geçirdikten sonra sukutu hayale (hayal kırıklığına) uğradı ve
“Ben bir fakirin değil, meğer
bir emirin evine gelmişim” dedi.
Orada bulunanlar “Şeyhin bu
hali, şeyhe zarar vermez.
Çünkü o, olgun bir ruha
maliktir (sahip).
Nitekim helva da doktora
zarar vermez, fakat hastaya dokunur.
Bunun için hastanın helva
yemesi doğru değildir” dediler.
Bunun üzerine hiç istemeyerek
içeri girdi ve o ulu kişinin sohbetine nail olduktan sonra ona, arka arkaya
uğradığı ziyanlardan dolayı şikâyette bulundu.
Bundan kurtulmak için ondan
himmet (yardım) diledi ve
“Ben her sene ihtiyaç
erbabına zekât verir,
Kendi gücüme göre sadakayı da
esirgemem.
Fakat şimdi gördüğüm bu
zararların sebebi nedir?” diye sordu.
Ne kadar yalvardı ise de şeyh
onun haline bakmadı.
Yine eline bir şey geçmeden
üzüntülü bir vaziyette geri döndüler.
İkinci gün bu tacir, Konya
tacirlerinden “Başka bir derviş ve aziz yok mudur?
Onun sohbeti ile saadete
erişebileyim ve bir maksada ulaşıp yardım isteyelim” diye sordu.
Onlar “Aradığın öyle bir adam
ve iyi ata binen,
Tanrı’dan gayri şeylerin
lezzetini terk etmiş,
Dünya ve ahiret dükkânını
tekmeleyerek hiçe saymış,
Gece gündüz Tanrı’ya ibadetle
meşgul,
Vaaz etmekte ve bilgiler saçmakta
bir okyanus olan Mevlana Celaleddin’dir” dediler.
Tebrizli tacir büyük bir arzu
ile “Beni onun huzuruna götürmek için delalet (yol gösterin) ediniz.
Çünkü sadece onun halini
işitmekle içimde bir sevinç baş gösterdi” diye yalvardı.
Birkaç tacir onu Mevlana’nın
bulunduğu medreseye götürmek için kılavuzluk ettiler.
Tacir elli dinar altınını da
mendilin ucuna bağlayarak beraberine aldı.
Mevlana’nın medresesine
girdikleri vakit Mevlana hazretleri medresenin topluluk yerinde yalnız oturmuş,
kitapları mütalaaya dalmıştı.
Tacirlerin hepsi baş koyup
kendilerinden geçtiler.
Tebrizli tacirin, Mevlana’nın
bir mübarek bakışı ile aklı başından gitti ve pek çok ağladı.
Mevlana “Senin elli dinarın
makbule geçti ve bu, bundan önce uğradığın on iki yüz dinar zarardan daha
iyidir.
Tanrı sana bir bela, kaza
vermek istedi.
Fakat o kazayı bu sohbetle
bağışladı ve sen o afetten kurtuldun.Mazeretini de kabul edecek” dedi.
Zavallı tacir Mevlana’nın o
misk kokulu nefesinden şaşkına dönmüş bir halde sevindi.
(Nefes: İçinde, birbirini etkileyerek
gelişen, iyiliğe ve sevince giden, kişiyi sağlıklı bir hale getiren sözlere,
denir)
Bundan sonra Mevlana:
“Sana gelen bu zararın,
Bereketsizliğin,Felaketin,
Sebebi şu idi:
Bir gün garp Frengistan’ında
(Avrupada) bir mahalleden geçerken, bir çarşının başında uyuyan ulu velilerden
bir Frenk dervişinin başına tükürdün ve ondan nefret ettin.
O mübarek azizin gönlü senden
incindi ve bu sebepten dolayı da başına bu kadar felaketler ve zararlar geldi.
Git!
Onu memnun et, ondan sonra
helallık iste ve bizim selamımızı da ona ilet” dedi.
Zavallı tacir onun bu
işaretinden serseme döndü.
Mevlana hazretleri “ Bu anda onu görmek istiyorsan, bak “ diye buyurdu ve mübarek elini duvara vurdu.
Duvardan bir kapı açıldı.
Tacir o adamın Frengistan’da
bir çarşıda uyuduğunu gördü.
Derhal baş koydu,
elbiselerini yırttı ve o mestlikten deliye dönmüş bir vaziyette dışarı çıkıp
hareket etti.
O diyara ulaşınca o mahallede
Frenk azizini aramak için dolaştı.
Vaktiyle Mevlana’nın
kendisine gösterdiği tam o yerde o dervişi uyur bir halde buldu.
Uzaktan atından inerek baş
koydu.
Frenk dervişi “Ne yapayım,
Mevlana hazretleri bırakmıyor.
Yoksa kendimin ve Tanrı’nın
kudretini sana gösterirdim.
Şimdi yakına gel” dedi ve
taciri kucaklayıp öptü.
Derviş “Şimdi şeyhim ve
efendim Mevlana’yı görmen ve müşahede etmen için bak” dedi.
Tacir baktı.
Mevlana hazretlerinin semaa
daldığını ve beyitlerin zevkine tadarak raks etmekte olduğunu gördü.
“Tanrı’nın öyle yüce bir
ülkesi vardır ki,
Orada gereken her şey
bulunur.
İster yakut, ister lal, ister
toprak, ister taş ol,
Sen müminsen o seni arar.
Kâfirsen seni temizler.
O ülkenin burasına git,
Çok sadık ol,
Öteki tarafına git, Frenk
ol.”
Tacir uğurla tekrar Konya’ya
dönünce Frenk’in selamlarını Mevlana’ya ulaştırdı.
Arkadaşlara hadsiz hesapsız
hediyeler dağıttı.
Konya’da yerleşti ve
Mevlana’nın samimi âşıklarından oldu.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29, Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489
***
Yaren neler öğrendik:
1.
Halkın övdüğü kişiler
senin zararına sebep olabilir, önce kendi kalbine sor, sevinç duyarsan git,
hüzün duyarsan gitme.
2.
Tanrı’nın övdüğü
kişiler sultandır ama etrafında şaşaa yoktur, fakirdirler.
3.
Sadece bilgi
sahibi olup onun ne manaya geldiğini bilmeyen, ulaştığı gerçekle yaşamayana ulu
denmez bilgin denir.
4.
Bir yere ziyarete
gitmeyi düşündüğün zaman önce ruhun gider, oradaki ortamı görür anlar ve içine
sevinç veya hüzün kaplar.
5.
Sevinçle bir yere
gidersen sevinç yaşar, üzüntülü gidersen üzüntü yaşarsın.
6.
Çünkü ruhun vücudun
gitmeden önce gidip, haberdar olmuştur.
7.
Ağlamak ruhsal
boşalmaktır ve doğru kişi huzurundaysan o senin boşalan gönlüne temiz ruhsal
güzellikler koyar.
8.
En güzel ağlama
Tanrı’ya olandır ve Tanrı bu ağlayışından boşalan, temizlenen gönlüne
hediyelerini doldurur.
9.
Tanrı’nın has
kulu gönlünden geçeni bilir.
10.
Önyargı ile
insanları aşağılamamalısın, çünkü onu yaratanı aşağılamış olursun.
11.
Yaptığın
iyilikler elbette ki seninle olacağından ve beğenilen olacağından yanlış yapsan
bile bir şekilde sana o yanlışın, işlerin aksatılarak hatırlatılır ve
temizlenmen sağlanır.
12.
Temiz
yaradılışlı, temiz yaşamayı sevenler hep nereye gitseler orada diri veya ölü
evliya arar ziyaret eder.
13.
Eğer bir
yanlışının farkına vardıysan hemen düzeltmek için ne gerekiyorsa yapmalısın.
14.
Senden bir şekilde
hakkı olan biri var ise muhakkak o hakkı hak edene teslim et, gücün yoksa
bağışlamasını iste, yani helallık almalısın.
15.
Kul hakkı üzerinde bulundurmamaya
çalışmalısın.
16.
Yanlış yapsan
bile doğruyu aramaktan vazgeçme.
17.
Allah mümin
kulundan vazgeçmez.
Hak erenleri aklımızın kabul etmeyeceği işler yaparlar.
Bizim bunların doğru veya yanlış olması üzerinde durmamamız gerekir.
Bu durumları anlamak için
onların seviyesine yakın olursak anlayabiliriz.
Yaren, Mevlana hazretlerinin
bize bahşiş olarak bu öykü içinden attığı bahşişleri kapışarak inşallah onun
yolunun, yolun tozunun zerresi oluruz.
*
RAVLİ