Daima tahsilde ( İlim
öğrenir) bulunur…
Yıldan yıla pek az bir müddet
tatil yapardı.
Hocasının da adam akıllı
gözündeydi…
Çünkü hakikaten pekiyi bir
gençti.
Hocası, onu öbür talebeden
üstün tutar, onunla başka bir çeşit konuşurdu.
Hocanın harem dairesinde bir
halayığı ( Kadın köle) vardı.Çekik gözlü, canlara can katacak kadar güzel, cihanı bezeyen, herkesi hayretlere düşüren bir dilberdi.
Öyle bir güzeldi ki baştan ayağa kadar tekmil ruhtan ibaretti…
Lütuf içinde lütuftu, feyiz
içinde feyiz!
(Hem ruh, hem de vücut
güzeli)Tatlılıkta şekeri kendine kul etmiş;
Güzellikte ayı köle edinmişti.
Ay, yüceliğinden yerlere
serilmişti…
Onun belindeki kemere âşık
olmuş, o yüzden yerlere düşmüştü.
Lal (Kırmızı taş)
dudaklarından şekerler damlar, bunu gören dudular, kanatlarını dökerler, berbat
olurlardı.
Gözlerinden ok yağmurları
yağar, herkesi kırar geçirir, kanlara bulardı!
Bir gün o talebe, nasılsa bu
halayığı görüverdi…
Dedi ki: Ben talebeyim, hocam
bu!
Artık dünyada başka bir hocam
yok.
Şimdi bu güzele talebe olmam
yeter!
Hocam, bana sevda ( Sevgi ve
aşk) dersi vermezse başka bir dersi hatırlayamam artık!
Gece gündüz, o güzelin sevdasıyla
yanıp yakılmaya, hocasından tamamıyla korkmamaya başladı.
Derdinden safran gibi
sarardı…
Yüzü, sarı boya otuna döndü.
Aşk gelip aklı alt etti,
gönlü gevşek bir hale koydu, onu canından bezdirdi!
Çok kişiler, ona akıllıca,
bilgilice öğütler verdiler, bu sevdadan geçmesi için yardımda bulundular ama
aşkın bir zerresi bile onların hepsini yele verdi!
BİLGİ TAHSİLİ, ADAMA ULULUK
VERİR…
Kavgayı (Üzüntü veren düşünce), mücadeleyi doğurur…
AŞKA GİRİŞMEKSE ADAMI PERİŞAN
BİR HALE KOR…
Rezil (Alçak, bayağı, soysuz,
hayâsız, utanmaz), rüsva (İtibarsız, haysiyetsiz) eder!
Nihayet tamamıyla hastalandı…
Bütün mafsalları adeta
birbirinden ayrıldı.(Ayakta duramaz hale gelmek)
Sonunda hocası, halayığa âşık
olduğunu anladı.
Bilgi ve tecrübesiyle düzene
başvurdu.
O cariyeciğin iki kolundan
kan aldırdı.
Ona kuvvetli bir müshil (Bağırsakları
temizleyen ilaç)verdi…
Ondan sonra da cariye adet
gördü (Aybaşı oldu).
Selviye benzeyen boyu, yay
gibi büküldü;
Gül yanakları safrana döndü
(Yeşilimsi sarı renk).
Ne yüzünde bir güzellik
kaldı, ne yanağında bir tazelik!
Güzelliğinden bir zerre bile
kalmadı…
O güzellik kadehi kırıldı, o
saki geçip gitti!
Otuz yerde yediği ve kullandığı ilaçların hepsi de, bir leğen
içinde birbirine karışmıştı.
Hayız kanıyla damarından
alınan kan da o leğenin içindeydi.
Leğen ağzına kadar dolmuştu.
Hoca, o zeki talebeyi
çağırdı…
Haremden de halayığı
getirtti.
Talebeye yer gösterdi,
oturttu.
Halayıkta talebenin önünde
ayakta durdu.
Genç o kızı görünce yüzünü
başka tarafa çevirdi.
O güzelim kızın az bir zaman
içinde bu kadar değiştiğine şaşırıp kaldı.Ondan soğudu…
Tahsil ateşi, yeni baştan
alevlendi!
Bütün hastalığı geçti…O cariyecik de unutuldu gitti!
Hoca, talebenin kurtulduğunu,
dertten halas olarak yeniden neşelendiğini görüp
O zeki gencin halayıktan
soğuduğunu, gönlünde artık o sevda ateşinin soğuyup küllendiğini, söndüğünü
anlayınca
Emretti…
Derhal o leğeni getirdiler;
üstünü açıp talebenin önüne koyuverdiler.
Hoca dedi ki: “Ey genç, ne
işe düşmüştün sen?
Kararsız bir hale gelmiştin;
sabrın, kararın kalmamıştı.
Nerde o gönlündeki ateş?
Nerede o serbestliğin, nerde
o utanmazlığın?
Gece gündüz o halayığı
istiyordun ya…
Başını kıldır da bak…
Bütün istediklerin önünde,
Neden, onun sevdasıyla
sararıp soldun da şimdi o kadar ateş, birden soğuyuverdi?
Sen, yine o gençsin; o da
yine o cariye.
Fakat onda senin istediğin,
gönül verdiğin bir şey vardı, o yok şimdi!
Dilediğin şey bu leğende,
Bu leğen, onunla ağzı ağzına
dolmuş, şuracıkta durmada…
Hele bir bak!
Sen, halayıktan bir havadır,
elde etmek istiyordun…Hakikatte bu pisliğe âşıktın sen!
YOLA DÜŞÜNCESİZ GİRDİN…
Kana pisliğe âşık oldun!”
Talebe o anda işi anladı…
Tövbe etti, tekrar dersine
koyuldu.
SURETE TAPMAYI SANAT EDİNEN,
NASIL OLUR DA SIFATI DÜŞÜNEBİLİR?
(Görünüşe aşırı beğenen ve
yaşamında en değerli haline getiren, bu tarz yaşamak için çalışan kişi görev ve
ödev bakımından sorumluluklarını yerine getirmeyi düşünemez)
(Görünüşe düşkün kişi görev
ve sorumluluklarını düşünmez)
SURETİN ASLI, ŞEYTANCA BİR
İŞTİR…
(Hile üzerine sanat edinmek, geçim kaynağı yapmaktır)
MANA EHLİYSE RUHANİ CANDIR!
(Gözle görülmeyen, cismi
olmayan fakat hayat veren kuvvettir)
Suretten (Görünenden)vazgeç
de sıfata (Görev ve sorumluluklarına) aşık ol…
Âşık ol da bilgi güneşini
bul!
* Suret, ahlâttan (İnsan
vücudunda birbirine karışan 4 unsur. KAN+SALYA+SAFRA ‘öd’+DALAK ‘kan
düzenleyici’), kandan başka bir şey değildir.
Surete kapılan adam,
ilerisini düşünen bir adam değildir.
Ahlâttan ve kandan daha güzel
olana düşer, âşık olursan işte buna sevda derler!
***
Bilgi sevdası, suret sevdası
değildir.(Sadece görüntüyü beğenip sevgi ile bağlanmak)
A hayvan sıfatlı, şehvetten
doğan sevda, bilgi sevdası olamaz!
(Cinsel yönelişe sevda, aşk,
sevgi denmez, cinsel bir yöneliş üreme güdüsünün aşırı zorlamasıdır)
İnsan noksan olan güzelliğe
âşık olsa da nihayet o aşk biter!
(kendinde olmayan, başkasında
olanı kendine alarak tamam olmak arzusu)
Zeval bulan güzelliğe dalıp o
sevda ile sarhoş olmak, küfürdür.
(Yok, olacağını bilerek,
sevgi ile bağlanmak varlığı sonsuz olana karşı fena bir davranıştır )
Güzelliği vücut sıvılarından
olanın güzelliği bir zamana kadardır.
Sonra ne olur herkes bilir.
Görünüş güzeli etrafında nice
bir dolaşıp güzellik arayacaksın?
Asıl güzellik gaip âlemidir.
Güzelliği görünmeyen o âlemde
ara!
İşin perdesi kalktı mı ne
ülke kalır ne o ülkedeki!(Aradaki perde kalkınca gerçek olanı görürsün)
Bütün âlemin sureti mahvolur;
yüceliklerin hepsi de aşağılara döner!
(Güzel sanıp değer verdiğin
her şey yok olduğunu anladığın zaman gerçek yücelikler sana gelmeye, kendini
göstermeye başlar.)
Suretle dost oluşunun ne
olduğunu şu kadar olanı bil!
SURETE AİT ŞEYLERİN HEPSİ,
BİRBİRİNE DÜŞMANDIR.
Fakat gaip (görünmeyen) âlemindeki
güzele dost oldun mu iş değişir…
Bu sevdanın bir ayıbı, bir
garazı (Maksadı) yoksa işte asıl sevda budur!
Bundan başka dost olduğun her
şey, senin yolunu keser…
Ansızın öyle bir nedamete
(pişmanlığa) düşersin ki!
(Daha önceki doğru ve güzel
bilip uğraştığın, hatta canını bile vermek için uğraştıklarının yok olan bir
görüntü olduğunu anladığın zaman kaybettiğin zaman ve uğraşılar için pişman
olursun)
***
MANTIK AL- TAYR 1
Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
***
İşte böyle yaren,
Doğruyu arayış yolunda daha
doğruların olduğunu ve bunun yücelerde olduğunu anladık.
Doğruluk yolunda olursan,
ayıplardan kendini temizlersen, elde edişle benliğine hizmet etmeyeceğin
anlaşılınca Tanrı seni kendine dost eder.
Bu dostlukta kazancının ne
olacağını tahmin bile edemezsin.
Bu dünyada sevgi ve ilgi
duyduğuna ilerideki zamanlarda ne olacağını düşünürsen anlayarak görüşün
berraklaşır.
Kararın daha isabetli olur.
Bu dünyadaki görev ve
sorumluluklarının yükünün de üzerinden alındığını da görürsün.
Yani hiçbir şeyden geri
kalmazsın.
Aşağıda yaşarken yüce
olanlarla birlikte olmak iyi değil mi?
Temiz yaşayarak hiç vicdan
azabı çekmeden yaşamak güzel değil mi?
Doğru yönlendirmelerinle
insanların batağa saplanmaktan kurtarmak sevindirmez mi seni?
Yani sadece kendine değil
çevrene faydalı olman kötü bir davranış mı?
Yaren, Bu hikâyede bize
anlatılmak istenen, gönlüne sonu olan varlıkları severek alman istenmiyor.
Tahsille, terbiyeyle gönlü
anlaman, kıymetini bilmen, değersiz çer çöp ile doldurman istenmiyor.
Gönlün Tanrıya aittir.
Çünkü oraya evim dedi.
Evi temiz tutarsan gelir.
Yaren, Tanrı sana bu gönlü
verdiği halde oraya sığacak kadar küçülerek seni aziz hale getirirken sen de
bunun kıymetini bilerek davranmalısın.
O kadar kudretli olmasına
rağmen sana nasıl değer verdiğini anla.
Anla da buna layık olmaya giden
yolu öğren ve git.
Bize anlatılanlar nokta-nokta
yol gerekleri anlatılmakta.
Okuduğun zaman anlamadıysan o
bir noktadır.
Devam et, anladıklarından
daha sonra anlamadıklarını da anlarsın.
Önemli olan gayretle o yolda
kalmaya çalış, ilerlemeye çalış.
Gel diye davet eden Tanrı
elbette ki sana yardım edecektir.
Tanrının nazlarına,
imtihanına hazır ve bilinçli olarak küsüp yoldan sakın kaçma.*