Eski tüm kitapları okumuş.
Görünmeyen varlıklar ve güçleriyle ilgili
hocaların diyeceklerini duymak için bütün ülkelere gitmiş.
Gündüzleri çalışıyor,
geceleri gizemleri düşünüyor, araştırıyormuş.
Bir gün, bir başka âlimi daha
duymuş.
Bu Herat şehrinde yaşayan
büyük şair Ansari’ymiş.
Hemen âlimin kapısına gitmiş.
Kapının üzerinde,
beklenilenin aksine, tuhaf bir yazı görmüş.
“AKIL BURADA SATILIYOR”
“ Bir hata ya da meraklıları
şaşırtmak için kasıtlı yapılmış bir hareket olmalı” diye düşünmüş.
” Ne de olsa daha önce hiç
aklın alınıp satılabildiğini duymadım” Bunun üzerine eve girmiş.
Yaşı dolayısıyla kamburlaşan
Ansari avluda oturmuş şiir yazıyormuş.
“ Bilgi satın almaya mı
geldin?” diye sormuş.
Saifulmuluk hayır anlamında
başını sallamış.
Ansari ona, mümkün olduğu
kadar çok para biriktirmesini söylemiş.
Saifulmuluk, yüz gümüş akçe
değerindeki tüm parasını çıkarmış.
“ Bu kadar parayla” demiş
Ansari,
“Ancak üç parça öğüt
alabilirsin”
“ Bunu gerçekten ciddi mi
söylüyorsunuz?” diye sormuş Saifulmuluk.
“ Mütevazı ve kendinizi insanlara
adamış bir insansınız, neden paraya ihtiyacınız olsun?”
“ MADDESEL GERÇEKLERLE
ÇEVRİLİ BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ” demiş Ansari.
“ Sahip olduğum bilgiyle, çok
önemli sorumluluklar ediniyorum.
Ben, başkalarının bilmediği bazı şeyleri
bildiğim için bir sözün ya da “ sadakanın” geçerli olmadığı hizmetler
verebilmek adına, para harcamam gerekiyor.
Tüm gümüşleri almış ve “ iyi
dinle” demiş.
*
İLK ÖĞÜDÜM: “ Küçük bir bulut
tehlikeye işaret eder”
“Ama bu bilgi mi?” diye
sormuş Saifulmuluk.
“ Bana sonuçta gerçeğin doğası ya da insanın
yeri konusunda pek bir şey anlatmıyor gibi geldi”
“ Eğer beni böleceksen” demiş
bilge” paranı alıp gidebilirsin.
Bir adam ölüyse dünyadaki
yerinin ne önemi var?”
Saifulmuluk sessizce bir
sonraki öğüdü beklemiş.
*
İKİNCİSİ: “ Bir kuş, bir kedi
ve bir köpeği aynı yerde bulabilirsen, onları tut ve sonuna kadar onlara bak”
“ Bu ilginç bir öğüt” diye
düşünmüş,
“ Ama belki içsel metafiziksel bir anlamı
vardır, ben de yeterince uzun derin düşünme yaparsam, bu anlamı ortaya
çıkarabilirim.”
Bunun üzerine, âlim son
öğüdünü söyleyene dek Saifulmuluk nefesini tutup beklemiş.
ÜÇÜNCÜSÜ:
“ Yukarıdaki öğütlere olan inancını
kaybetmeden, ilgisiz gibi görünen bazı şeyleri tecrübe ettiğinde, senin için
bir kapı açılacak.
O kapıdan gir”
Saifulmuluk, bu şaşırtıcı âlimin yanında kalıp ondan ders almak istemiş, ancak Ansari onu kaba bir tavırla kovmuş.
Saifulmuluk araştırmaya devam
etmiş ve bir bilgenin yanında eğitim almak için Kaşmir’e gitmiş.
Tekrar orta
Asya’da seyahat ederken Buhara’da bir Pazar yerine ulaşmış.
O sırada pazarda açık artırma
varmış.
Bir adam henüz satın aldığı
kediyi, köpeği ve kuşu satıyormuş.
“ Kaşmir’de o kadar
oyalanmasaydım”
diye düşünmüş Saifulmuluk “
Bu hayvanları satın alabilirdim, çünkü kaderimin bir parçası olduğu kesin”
Sonra endişelenmeye başlamış.
Çünkü kedi, köpek ve kuşu bir
arada görmesine rağmen, henüz küçük buluta rastlamamış.
Her şey yanlış gidiyor
gibiymiş.
Onu kurtaran tek şey, eski
bir âlimin verdiği bir öğüdü not ettiği defterine bakmak olmuş.
“ HER ŞEY SIRAYLA OLUR.
İNSAN SIRANIN NASIL OLACAĞINI
HAYAL EDER. AMA BAZEN BU BAŞKA BİR TÜR SIRADIR “
Sonra anlamış ki üç hayvan
açık artırmada satılmış olsa da, Ansari ona bu üç hayvanı açık artırmada satın
almasını söylememiş.
Saifulmuluk, Ansari’nin
sözlerini tam olarak hatırlamıyormuş.
Bunun üzerine Saifulmuluk,
hala “ Hepsi bir yerde” mi diye emin olmak için hayvanları satın alan adamı
takip etmiş.
Pek çok araştırmadan sonra,
satın alan adamın Ashakikhuda olduğunu ve hayvanları, sadece günlerdir bir
sahip bekleyerek kapalı kaldıkları açık artırma kafeslerinden kurtarmak için
satın aldığını öğrenmiş.
Hala “ hepsi bir aradaymış”
ve Ashakikhuda, onları Saifulmuluk’ a satmaktan zevk duymuş.
Saifulmuluk, Buhara’ ya
yerleşmiş, çünkü hayvanlarla yola devam etmek pek kolay olmayacakmış.
Her gün, bir yün fabrikasında
çalışmak için çıkıyor, günlük kazancıyla hayvanlara yemek alıp dönüyormuş.
Zaman geçmiş.
Üç yıl sonra usta şef olmuş
ve toplumda, hayvanlarıyla saygın bir hayat sürerken bir gün kasabanın
civarında yürüyüşe çıkmış ve küçük bir bulutun ufukta süzüldüğünü görmüş.
Öyle garip görünüşlü bir
bulutmuş ki, aklına ilk öğüt gelmiş, kelimesi kelimesine:
“ Küçük bir bulut tehlikeye
işaret eder”
Saifulmuluk hemen evine
dönmüş, hayvanlarını toplamış ve batıya doğru kaçmaya başlamış.
İsfahan’ a geldiğinde
neredeyse beş kuruşu yokmuş. Birkaç gün sonra, gördüğü bulutun, işgalci bir ordunun tozu olduğunu ve Buhara’yı ele geçirip tüm vatandaşları öldürdüklerini öğrenmiş.
Ve aklına, Ansari’nin şu
sözleri aklına gelmiş:
“ BİR ADAM ÖLÜYSE DÜNYADAKİ
YERİNİN NE ÖNEMİ VAR? ”
Isfahan’lı insanlar,
hayvanlardan, yüncülerden ve yabancılardan pek hoşlanmazlarmış.
Saifulmuluk,
kısa sürede son derece yoksullaşmış.
Kendini yere atıp haykırmış:
“ Ey azizler! Ey kutsal
insanlar!
Ey değişmiş olanlar! Yardıma koşun, çünkü artık kendi çabalarımla ayakta kalamıyorum.
Hayvanlarım açlıktan ve susuzluktan sıkıntıda!”
Orada yarı baygın yatarken,
karnı açlıktan guruldamış ve kendini kaderine teslim ettiğinde, sanki tam
karşısındaymış gibi net bir resim görmüş.
Bu altın bir yüzükmüş.
Yüzüğün üzerinde, ateş gibi
parlayan, fosforlu deniz gibi aydınlanan ve derinliklerindeki yeşil ışıkları
yansıtan bir taş varmış.
Bir ses ya da ona benzer bir
şey şöyle demiş:
“ Bu çağların altın tacı, gerçeğin
ağacı, adı huzur içinde sırları saklı Davut’un oğlu Kral Süleyman’ın kendi
yüzüğüdür.”
Etrafına bakan Saifulmuluk,
yüzüğün yerdeki bir yarıktan yuvarlandığını görmüş.
Sanki bir nehrin kenarında,
bir ağacın altında, tuhaf bir kaya parçasının yanındaymış.
Sonra kayayı görmüş.
Kayanın altında bir yarık
varmış.
Yarığın içine bir çubuk
sokarak yüzüğü çıkarmış.
Yüzüğü suda yıkayan
Saifulmuluk haykırmış:
“ Eğer bu gerçekten yüce
Süleyman’ın yüzüğü ise, yüzüğün ruhu, bana yaşadığım sıkıntıların sonunu getir”
Aniden sanki yer sallanmış ve
girdap gibi bir ses kulaklarında yankılanmış:
“Yüzyıllardır, iyi
Saifulmuluk, biz sana huzur diledik.
Sen, Davut oğlu, Cinlerin ve
insanların efendisi Süleyman’ın yüzüğünün sahibisin ve ben de yüzüğün
kölesiyim.
Emret, efendi Saifulmuluk,
emret!”
“ Hayvanları buraya getir ve
onları doyur” demiş hemen sonra eklemiş:
“Efendimiz, cinlerin ve
insanların efendisi, yüce Süleyman’a sıhhat ve huzur ver!”
Neredeyse o daha sözünü
bitirmeden, hayvanlar gelmiş ve her birinin önüne en sevdikleri yemekler
dizilmiş.
Sonra Saifulmuluk yüzüğü
tekrar ve yine kulaklarında, yüzüğün ruhunun sesi yankılanmış.
“ Emret, ne dilersen dile
benden, sadece yapılamayacak olanı söyleme, yüzüğün efendisi.
“ Söyle bana, Süleyman adına,
bu bir son mu?
Çünkü kendi efendim, Heratlı
Ansar Hocanın emrine göre, sona kadar bu hayvanlara sahip çıkmalıyım.
“Hayır” diye yanıtlamış Ruh,
“ bu bir son değil”
Saifulmuluk, cinin ona bir ev
ve hayvanlarına barınak inşa ettiği bu yere yerleşmiş ve onlarla günlerini
geçirmiş.
Her gün cin onlara
ihtiyaçlarına yetecek eşyalar ve ziyaretçiler getirmiş. Saifulmuluk’a
“ Hiç bir şeyi olmayan, evcil
ve vahşi hayvanlarla çevrili yaşayan, Saif baba adını takmışlar.
Yolcularının notlarını
çalışıp onların deneyimleri üzerinde kafa yormadığı zamanlarda, Saif baba üç
hayvanını incelemiş ve onların davranışlarını öğrenmiş.
Her biri ona kendi diliyle
karşılık veriyormuş.
Onların iyi niteliklerini ön
plana çıkartmış ve kötü olanları bastırmış.
Onlara genelde büyük Hoca
Ansar’ı ve onun üç parça öğüdünü anlatmış.
Arada bir evinin yanından
kutsal adamlar geçmiş ve genelde onu da yanlarına çağırmışla, kendi yollarını
öğretmek istemişler.
Ancak o hep reddetmiş.
“Efendimin bana verdiği
görevi yerine getirmem gerek “ demiş.
Sonra bir gün bir bakmış,
kedi onunla anlayabileceği bir dille konuşuyor.
“ Efendim” demiş kedi “ sizin
bir göreviniz var ve onu yerine getirmelisiniz.
Ama hala “son” dediğiniz
zamanın gelmemesine şaşmıyor musunuz?”
“Pek şaşmıyorum” demiş Saif
baba, çünkü tek bildiğim, yüz yıl bile sürebileceği.
“İşte, burada hata
yapıyorsunuz” demiş kuş.
O da konuşuyormuş.
“ Çünkü bu yoldan geçen pek
çok yolcudan öğrenebileceklerinizi öğrenmediniz.
Farklı görünseler bile onların aslında
öğretileriniz için tek bir kaynaktan, Hoca Ansar’ın kendisi tarafından, onları
izleyecek yeterli bilgiye sahip olup olmadığınızı anlamak için gönderildiklerinizi
fark etmediniz.”
“ Eğer bu doğruysa” demiş
Saif baba “ Ki bir an bile inanmıyorum, bana söyler misin, neden bunları
aldığım mucizevî faydalarla kendim göremiyorum da bir kedinin ve bir küçük bir
kuşun bana söylemesine ihtiyaç duyuyorum?”
Çok basit demişler hep bir
ağızdan:
“ HER ŞEYE TEK BİR AÇIDAN
BAKMAYA ÖYLE ALIŞTINIZ Kİ KUSURLARINIZ EN
SIRADAN AKLIN BİLE
GÖREBİLECEĞİ KADAR ORTADA ”
Bu Saif Babayı
endişelendirmiş.
“Yani eğer doğru bir şekilde
eğitilseydim, üçüncü öğütte söylenen kapıyı uzun zaman önce bulmuş mu
olacaktım?”
“ Evet “ demiş konuşmaya
katılan köpek:
“Geçtiğimiz yıllarda kapı
defalarca açıldı, ama siz görmediniz.
Biz gördük, ama biz hayvan
olduğumuz için size söyleyemedik”
Saif:” Peki, o zaman şimdi
nasıl söyleyebiliyorsunuz?”
“ Şimdi konuştuklarımızı
anlıyorsunuz, çünkü son zamanlarda siz daha insan oldunuz.
Ama son bir sansınız var; ne
de olsa yaşınız ilerliyor.
Saif baba önce düşünmüş:
“ Bu bir varsanım” Sonra da
durmuş:
“ Benimle bu şekilde
konuşmaya ne hakları var, ben onların efendisi ve var oluş kaynağıyım”
Sonra tekrar düşünmüş: “ Eğer
haksızlarsa, önemli değil.
Ama haklılarsa, bu korkunç
bir şey.
Bunu sansa bırakamam.”
Bunun üzerine Saif Baba
beklemeye başlamış.
Aylar geçmiş.
Bir gün gezgin bir derviş
gelmiş ve Saif Babanın kapısının önüne çadır kurmuş.
Hayvanlarla arkadaş olmuş ve
Saif baba bu adamı, kanatlarının altına almaya karar vermiş.
“ Uzak dur benden” diye
bağırmış derviş” Senin, efendi Ansari’nin öyküleriyle, bulutunla, arayışınla,
hayvanlardan sorumlu oluşunla, hatta yüzüğünle bile ilgilenmiyorum
Beni rahat bırak Senin neden
bahsetmen gerektiğini biliyorum, ama neden bahsettiğini bilmiyorum”
Üzüntüye boğulan Saif Baba,
yüzüğünün ruhunu çağırmış.
Ama Cin şöyle demiş:
“ Sana, söylenmemesi gereken şeyleri
söyleyemem.
Ama senin,
DÜŞÜNCELERİNİ YÖNETEN VE YOLDA İLERLEMENE
ENGEL OLAN
“KALICI VE GİZLENMİŞ ÖNYARGI “ hastalığın
olduğunu biliyorum.
Sonra Saif baba, kapısının
önünde oturan dervişe gitmiş ve
“ Ne yapmalıyım?
Çünkü hayvanlarıma karşı
sorumlu hissediyorum, ama aklım karışık ve artık üç parça öğüt de yardımcı
olmuyor” demiş.
“ SAMİMİ KONUŞTUN” demiş
derviş “Bu bir başlangıç.
Hayvanlarını bana ver, ben
sana yanıtını söyleyeceğim”
“ Ama seni tanımıyorum ve çok
şey istiyorsun” demiş Saif baba.
“Böyle bir şeyi nasıl
istersin?
Sana saygı duyuyorum, ama
hala şüphelerim var.”
“Güzel söyledin” demiş
derviş.
“Hayvanların için
endişelendiğini değil, bana karşı algılarında eksiklikler olduğunu söyledin.
BENİ DUYGU YA DA MANTIKLA YARGILARSAN
BENDEN FAYDALANAMAZSIN.
“ Senin hayvanların üzerinde
hak iddia ederek, yine bir şekilde AÇGÖZLÜ davranıyorsun.
Git şimdi.
Benim adım Darwaza”“ Darwaza” aslında “kapı” anlamına geldiğinden, Saif baba durup düşünmüş.
Şeyh Ansari’nin söylediği
kapı bu olabilirimiymiş?
“ Sen benim aradığım “kapı” olabilirsin, ama
emin değilim!” demiş dervişe.
Derviş:
“Çekil önümden, sen ve senin
şüphelerin” diye bağırmış derviş.” İlk iki öğüdün senin düşüncelerinde olduğunu ve
SON ÖĞÜDÜN SADECE SEN ALGILADIĞIN
ZAMAN ANLAŞILABİLECEĞİNİ görmüyor musun?”
Şaşkınlık ve endişe ile iki
yıl daha geçmiş.
Bir gün Saif baba aniden
gerçeği görmüş.
Hayvanları çağırmış ve “
Artık tek başınasınız. Bu son” diyerek onları salmış.
Bunu söyler söylemez, hemen
yanında Darwaza duruyormuş, ama şimdi Hoca Ansari’nin kendisiymiş.
Tek bir söz söylemeden,
Ansari akıntının yanındaki ağaçta bir kapı açmış ve o eşikten girerken, Saif
Baba olağan üstü bir mağarada altın harflerle yazılmış yanıtları görmüş.
Bunlar, onun, yaşamı boyunca
onu saran, yaşam ve ölüm, ölümlülük ve insanlık, bilgi ve cehalet hakkındaki
sorularının yanıtlarıymış.
“ GİTTİĞİN YOL İLE İLĞİSİ
OLMAYAN ŞEYLERE BAĞLANMAK”
Demiş.
Ansari’nin sesi,
“ BUNCA YIL SENİ GERİDE TUTAN
ŞEYDİ.
BU YÜZDEN BAZI AÇILARDAN GEÇ
KALDIN. ŞİMDİ SANA HALA AÇIK OLAN BİLGELİK KISMINI AL”
***
Yaren,
Bedava alınan çok kıymetli
bile olsa değer verilmez.
Akıl, parlak, süslü söz
değildir, yaşamına lazım olandır.
Tehlikeyi anlayınca kaç.
Kuş, kedi, köpek örneği,
birbiriyle farklıkları olanları bir arada tutmayı başarmaktır.
Her şey bir şekilde birbiri
ile ilgilidir.
Tehlikeden sakınmayı ve
birlikte yaşamayı unutmadan, bu ilişki bağlarını anlamaya çalışırsan düşünce
alanına girmiş, olursun.
Düşünce alanındaki gerçekleri
görmeye başlarsın.
Düşünce alanındaki gerçekleri
henüz anlayamayanlar büyüklerin sözünü kendilerine rehber edinerek korunurlar
ve yolda ilerlerler.
Allah’ın sevdiği kullarından
yardım istersen bir şekilde muhakkak gelir.
Görünmeyen âlemden sana
sayısız nimetler gelir.
Taraftar isen (takım veya
parti) veya bir şeye kendini sevgi ile bağladı (mal, mülk, para, şöhret,
makam) isen “kalıcı, saklı ön yargı” hastalığına
tutulmuşsun demektir.
Bu senin gerçekleri görmene
engeldir.
Çünkü tek açıdan baktırır.
Yani seni aptallaştırır.
Normal aklın görebildiklerini
göremez hale gelirsin.
Sana iletilen sözleri ve
halleri anlıyor isen insan oldun demektir.
Neden bahsetmek gerekiyorsa
ondan bahset.
Gereksiz konuları konuşma.
Samimi konuşmaktan fayda
sağlanır, bir şey öğrenilir.Hak iddia eden veya duygu ve mantıkla yargılama âdetin varsa karşındakinden faydalanamazsın.
Bu davranış açgözlü davranışıdır.
İlgisiz gibi görünenlerin çok
ilgili olduğunu gördüğün zaman düşünce boyutundasındır.”
Yolunla ilgili olmayan
şeylere bağlanıp kalmak bilgelik yolunda geç kalmana nedendir.
Unutma ki yaren bu anda
yalnız gördüklerin yaşamıyor.
Yaşayan çok varlık ve güç
var.
Sen bunlardan haberdar olmak
istiyorsan bilgelik yoluna gir.
*
RAVLİ