25 Kasım 2012 Pazar

SATILIK AKIL

Saifulmuluk adında bir adam, ömrünün yarısını gerçeği arayarak geçirmiş.
Eski tüm kitapları okumuş.

Görünmeyen varlıklar ve güçleriyle ilgili hocaların diyeceklerini duymak için bütün ülkelere gitmiş.

Gündüzleri çalışıyor, geceleri gizemleri düşünüyor, araştırıyormuş.
Bir gün, bir başka âlimi daha duymuş.

Bu Herat şehrinde yaşayan büyük şair Ansari’ymiş.
Hemen âlimin kapısına gitmiş.

Kapının üzerinde, beklenilenin aksine, tuhaf bir yazı görmüş.

“AKIL BURADA SATILIYOR”

“ Bir hata ya da meraklıları şaşırtmak için kasıtlı yapılmış bir hareket olmalı” diye düşünmüş.

” Ne de olsa daha önce hiç aklın alınıp satılabildiğini duymadım” Bunun üzerine eve girmiş.

Yaşı dolayısıyla kamburlaşan Ansari avluda oturmuş şiir yazıyormuş.
“ Bilgi satın almaya mı geldin?” diye sormuş.

Saifulmuluk hayır anlamında başını sallamış.
Ansari ona, mümkün olduğu kadar çok para biriktirmesini söylemiş.

Saifulmuluk, yüz gümüş akçe değerindeki tüm parasını çıkarmış.
“ Bu kadar parayla” demiş Ansari,

“Ancak üç parça öğüt alabilirsin”
“ Bunu gerçekten ciddi mi söylüyorsunuz?” diye sormuş Saifulmuluk.

“ Mütevazı ve kendinizi insanlara adamış bir insansınız, neden paraya ihtiyacınız olsun?”

“ MADDESEL GERÇEKLERLE ÇEVRİLİ BİR DÜNYADA YAŞIYORUZ” demiş Ansari.

“ Sahip olduğum bilgiyle, çok önemli sorumluluklar ediniyorum.

Ben, başkalarının bilmediği bazı şeyleri bildiğim için bir sözün ya da “ sadakanın” geçerli olmadığı hizmetler verebilmek adına, para harcamam gerekiyor.

Tüm gümüşleri almış ve “ iyi dinle” demiş.

                                       *
İLK ÖĞÜDÜM: “ Küçük bir bulut tehlikeye işaret eder”

“Ama bu bilgi mi?” diye sormuş Saifulmuluk.
 “ Bana sonuçta gerçeğin doğası ya da insanın yeri konusunda pek bir şey anlatmıyor gibi geldi”

“ Eğer beni böleceksen” demiş bilge” paranı alıp gidebilirsin.
Bir adam ölüyse dünyadaki yerinin ne önemi var?”

Saifulmuluk sessizce bir sonraki öğüdü beklemiş.

                                        *
İKİNCİSİ: “ Bir kuş, bir kedi ve bir köpeği aynı yerde bulabilirsen, onları tut ve sonuna kadar onlara bak”

“ Bu ilginç bir öğüt” diye düşünmüş,
 “ Ama belki içsel metafiziksel bir anlamı vardır, ben de yeterince uzun derin düşünme yaparsam, bu anlamı ortaya çıkarabilirim.”

Bunun üzerine, âlim son öğüdünü söyleyene dek Saifulmuluk nefesini tutup beklemiş.

ÜÇÜNCÜSÜ:
 “ Yukarıdaki öğütlere olan inancını kaybetmeden, ilgisiz gibi görünen bazı şeyleri tecrübe ettiğinde, senin için bir kapı açılacak.

 O kapıdan gir”

Saifulmuluk, bu şaşırtıcı âlimin yanında kalıp ondan ders almak istemiş, ancak Ansari onu kaba bir tavırla kovmuş.

Saifulmuluk araştırmaya devam etmiş ve bir bilgenin yanında eğitim almak için Kaşmir’e gitmiş.
Tekrar orta Asya’da seyahat ederken Buhara’da bir Pazar yerine ulaşmış.

O sırada pazarda açık artırma varmış.
Bir adam henüz satın aldığı kediyi, köpeği ve kuşu satıyormuş.

“ Kaşmir’de o kadar oyalanmasaydım”
diye düşünmüş Saifulmuluk “ Bu hayvanları satın alabilirdim, çünkü kaderimin bir parçası olduğu kesin”

Sonra endişelenmeye başlamış.
Çünkü kedi, köpek ve kuşu bir arada görmesine rağmen, henüz küçük buluta rastlamamış.

Her şey yanlış gidiyor gibiymiş.
Onu kurtaran tek şey, eski bir âlimin verdiği bir öğüdü not ettiği defterine bakmak olmuş.

“ HER ŞEY SIRAYLA OLUR.
İNSAN SIRANIN NASIL OLACAĞINI HAYAL EDER.
AMA BAZEN BU BAŞKA BİR TÜR SIRADIR “

Sonra anlamış ki üç hayvan açık artırmada satılmış olsa da, Ansari ona bu üç hayvanı açık artırmada satın almasını söylememiş.

Saifulmuluk, Ansari’nin sözlerini tam olarak hatırlamıyormuş.

Bunun üzerine Saifulmuluk, hala “ Hepsi bir yerde” mi diye emin olmak için hayvanları satın alan adamı takip etmiş.

Pek çok araştırmadan sonra, satın alan adamın Ashakikhuda olduğunu ve hayvanları, sadece günlerdir bir sahip bekleyerek kapalı kaldıkları açık artırma kafeslerinden kurtarmak için satın aldığını öğrenmiş.

Hala “ hepsi bir aradaymış” ve Ashakikhuda, onları Saifulmuluk’ a satmaktan zevk duymuş.

Saifulmuluk, Buhara’ ya yerleşmiş, çünkü hayvanlarla yola devam etmek pek kolay olmayacakmış.

Her gün, bir yün fabrikasında çalışmak için çıkıyor, günlük kazancıyla hayvanlara yemek alıp dönüyormuş.
Zaman geçmiş.

Üç yıl sonra usta şef olmuş ve toplumda, hayvanlarıyla saygın bir hayat sürerken bir gün kasabanın civarında yürüyüşe çıkmış ve küçük bir bulutun ufukta süzüldüğünü görmüş.

Öyle garip görünüşlü bir bulutmuş ki, aklına ilk öğüt gelmiş, kelimesi kelimesine:
“ Küçük bir bulut tehlikeye işaret eder” 

Saifulmuluk hemen evine dönmüş, hayvanlarını toplamış ve batıya doğru kaçmaya başlamış.
İsfahan’ a geldiğinde neredeyse beş kuruşu yokmuş.

Birkaç gün sonra, gördüğü bulutun, işgalci bir ordunun tozu olduğunu ve Buhara’yı ele geçirip tüm vatandaşları öldürdüklerini öğrenmiş.

Ve aklına, Ansari’nin şu sözleri aklına gelmiş:

“ BİR ADAM ÖLÜYSE DÜNYADAKİ YERİNİN NE ÖNEMİ VAR? ”

Isfahan’lı insanlar, hayvanlardan, yüncülerden ve yabancılardan pek hoşlanmazlarmış.
Saifulmuluk, kısa sürede son derece yoksullaşmış.
Kendini yere atıp haykırmış:

“ Ey azizler! Ey kutsal insanlar!
Ey değişmiş olanlar!

Yardıma koşun, çünkü artık kendi çabalarımla ayakta kalamıyorum.
Hayvanlarım açlıktan ve susuzluktan sıkıntıda!”

Orada yarı baygın yatarken, karnı açlıktan guruldamış ve kendini kaderine teslim ettiğinde, sanki tam karşısındaymış gibi net bir resim görmüş.

Bu altın bir yüzükmüş.
Yüzüğün üzerinde, ateş gibi parlayan, fosforlu deniz gibi aydınlanan ve derinliklerindeki yeşil ışıkları yansıtan bir taş varmış.

Bir ses ya da ona benzer bir şey şöyle demiş:
“ Bu çağların altın tacı, gerçeğin ağacı, adı huzur içinde sırları saklı Davut’un oğlu Kral Süleyman’ın kendi yüzüğüdür.”

Etrafına bakan Saifulmuluk, yüzüğün yerdeki bir yarıktan yuvarlandığını görmüş.
Sanki bir nehrin kenarında, bir ağacın altında, tuhaf bir kaya parçasının yanındaymış.

 Sabah, biraz dinlenmiş ve aşlığa daha tahammül edebilir bir hal almış olarak uyanan Saifulmuluk, İsfahan çevresinde dolaşmaya başlamış.

Sonra kayayı görmüş.
Kayanın altında bir yarık varmış.

Yarığın içine bir çubuk sokarak yüzüğü çıkarmış.
Yüzüğü suda yıkayan Saifulmuluk haykırmış:

“ Eğer bu gerçekten yüce Süleyman’ın yüzüğü ise, yüzüğün ruhu, bana yaşadığım sıkıntıların sonunu getir”

Aniden sanki yer sallanmış ve girdap gibi bir ses kulaklarında yankılanmış:
“Yüzyıllardır, iyi Saifulmuluk, biz sana huzur diledik.

Sen, Davut oğlu, Cinlerin ve insanların efendisi Süleyman’ın yüzüğünün sahibisin ve ben de yüzüğün kölesiyim.

Emret, efendi Saifulmuluk, emret!”
“ Hayvanları buraya getir ve onları doyur” demiş hemen sonra eklemiş:

“Efendimiz, cinlerin ve insanların efendisi, yüce Süleyman’a sıhhat ve huzur ver!”

Neredeyse o daha sözünü bitirmeden, hayvanlar gelmiş ve her birinin önüne en sevdikleri yemekler dizilmiş.

Sonra Saifulmuluk yüzüğü tekrar ve yine kulaklarında, yüzüğün ruhunun sesi yankılanmış.

“ Emret, ne dilersen dile benden, sadece yapılamayacak olanı söyleme, yüzüğün efendisi.

“ Söyle bana, Süleyman adına, bu bir son mu?

Çünkü kendi efendim, Heratlı Ansar Hocanın emrine göre, sona kadar bu hayvanlara sahip çıkmalıyım.

“Hayır” diye yanıtlamış Ruh, “ bu bir son değil”

Saifulmuluk, cinin ona bir ev ve hayvanlarına barınak inşa ettiği bu yere yerleşmiş ve onlarla günlerini geçirmiş.

Her gün cin onlara ihtiyaçlarına yetecek eşyalar ve ziyaretçiler getirmiş. Saifulmuluk’a

“ Hiç bir şeyi olmayan, evcil ve vahşi hayvanlarla çevrili yaşayan, Saif baba adını takmışlar.

Yolcularının notlarını çalışıp onların deneyimleri üzerinde kafa yormadığı zamanlarda, Saif baba üç hayvanını incelemiş ve onların davranışlarını öğrenmiş.

Her biri ona kendi diliyle karşılık veriyormuş.
Onların iyi niteliklerini ön plana çıkartmış ve kötü olanları bastırmış.

Onlara genelde büyük Hoca Ansar’ı ve onun üç parça öğüdünü anlatmış.

Arada bir evinin yanından kutsal adamlar geçmiş ve genelde onu da yanlarına çağırmışla, kendi yollarını öğretmek istemişler.

Ancak o hep reddetmiş.
“Efendimin bana verdiği görevi yerine getirmem gerek “ demiş.

Sonra bir gün bir bakmış, kedi onunla anlayabileceği bir dille konuşuyor.

“ Efendim” demiş kedi “ sizin bir göreviniz var ve onu yerine getirmelisiniz.

Ama hala “son” dediğiniz zamanın gelmemesine şaşmıyor musunuz?”

“Pek şaşmıyorum” demiş Saif baba, çünkü tek bildiğim, yüz yıl bile sürebileceği.

“İşte, burada hata yapıyorsunuz” demiş kuş.
O da konuşuyormuş.

“ Çünkü bu yoldan geçen pek çok yolcudan öğrenebileceklerinizi öğrenmediniz.

 Farklı görünseler bile onların aslında öğretileriniz için tek bir kaynaktan, Hoca Ansar’ın kendisi tarafından, onları izleyecek yeterli bilgiye sahip olup olmadığınızı anlamak için gönderildiklerinizi fark etmediniz.”

“ Eğer bu doğruysa” demiş Saif baba “ Ki bir an bile inanmıyorum, bana söyler misin, neden bunları aldığım mucizevî faydalarla kendim göremiyorum da bir kedinin ve bir küçük bir kuşun bana söylemesine ihtiyaç duyuyorum?”

Çok basit demişler hep bir ağızdan:

“ HER ŞEYE TEK BİR AÇIDAN BAKMAYA ÖYLE ALIŞTINIZ Kİ KUSURLARINIZ EN

SIRADAN AKLIN BİLE GÖREBİLECEĞİ KADAR ORTADA ”

Bu Saif Babayı endişelendirmiş.
“Yani eğer doğru bir şekilde eğitilseydim, üçüncü öğütte söylenen kapıyı uzun zaman önce bulmuş mu olacaktım?”

“ Evet “ demiş konuşmaya katılan köpek:
“Geçtiğimiz yıllarda kapı defalarca açıldı, ama siz görmediniz.

Biz gördük, ama biz hayvan olduğumuz için size söyleyemedik”
Saif:” Peki, o zaman şimdi nasıl söyleyebiliyorsunuz?”

“ Şimdi konuştuklarımızı anlıyorsunuz, çünkü son zamanlarda siz daha insan oldunuz.

Ama son bir sansınız var; ne de olsa yaşınız ilerliyor.
Saif baba önce düşünmüş:

“ Bu bir varsanım” Sonra da durmuş:

“ Benimle bu şekilde konuşmaya ne hakları var, ben onların efendisi ve var oluş kaynağıyım”

Sonra tekrar düşünmüş: “ Eğer haksızlarsa, önemli değil.
Ama haklılarsa, bu korkunç bir şey.

Bunu sansa bırakamam.”
Bunun üzerine Saif Baba beklemeye başlamış.

Aylar geçmiş.
Bir gün gezgin bir derviş gelmiş ve Saif Babanın kapısının önüne çadır kurmuş.

Hayvanlarla arkadaş olmuş ve Saif baba bu adamı, kanatlarının altına almaya karar vermiş.

“ Uzak dur benden” diye bağırmış derviş” Senin, efendi Ansari’nin öyküleriyle, bulutunla, arayışınla, hayvanlardan sorumlu oluşunla, hatta yüzüğünle bile ilgilenmiyorum

Beni rahat bırak Senin neden bahsetmen gerektiğini biliyorum, ama neden bahsettiğini bilmiyorum”

Üzüntüye boğulan Saif Baba, yüzüğünün ruhunu çağırmış.
Ama Cin şöyle demiş:

 “ Sana, söylenmemesi gereken şeyleri söyleyemem.
Ama senin,

 DÜŞÜNCELERİNİ YÖNETEN VE YOLDA İLERLEMENE ENGEL OLAN

 “KALICI VE GİZLENMİŞ ÖNYARGI “ hastalığın olduğunu biliyorum.

Sonra Saif baba, kapısının önünde oturan dervişe gitmiş ve
 “ Ne yapmalıyım?

Çünkü hayvanlarıma karşı sorumlu hissediyorum, ama aklım karışık ve artık üç parça öğüt de yardımcı olmuyor” demiş.

“ SAMİMİ KONUŞTUN” demiş derviş “Bu bir başlangıç.
Hayvanlarını bana ver, ben sana yanıtını söyleyeceğim”

“ Ama seni tanımıyorum ve çok şey istiyorsun” demiş Saif baba.
“Böyle bir şeyi nasıl istersin?

Sana saygı duyuyorum, ama hala şüphelerim var.”
“Güzel söyledin” demiş derviş.

“Hayvanların için endişelendiğini değil, bana karşı algılarında eksiklikler olduğunu söyledin.

BENİ DUYGU YA DA MANTIKLA YARGILARSAN BENDEN FAYDALANAMAZSIN.

“ Senin hayvanların üzerinde hak iddia ederek, yine bir şekilde AÇGÖZLÜ davranıyorsun.

Git şimdi.
Benim adım Darwaza”

“ Darwaza” aslında “kapı” anlamına geldiğinden, Saif baba durup düşünmüş.

Şeyh Ansari’nin söylediği kapı bu olabilirimiymiş?
 “ Sen benim aradığım “kapı” olabilirsin, ama emin değilim!” demiş dervişe.

Derviş:
“Çekil önümden, sen ve senin şüphelerin” diye bağırmış derviş.
” İlk iki öğüdün senin düşüncelerinde olduğunu ve

SON ÖĞÜDÜN SADECE SEN ALGILADIĞIN ZAMAN ANLAŞILABİLECEĞİNİ görmüyor musun?”

Şaşkınlık ve endişe ile iki yıl daha geçmiş.
Bir gün Saif baba aniden gerçeği görmüş.

Hayvanları çağırmış ve “ Artık tek başınasınız. Bu son” diyerek onları salmış.

Bunu söyler söylemez, hemen yanında Darwaza duruyormuş, ama şimdi Hoca Ansari’nin kendisiymiş.

Tek bir söz söylemeden, Ansari akıntının yanındaki ağaçta bir kapı açmış ve o eşikten girerken, Saif Baba olağan üstü bir mağarada altın harflerle yazılmış yanıtları görmüş.

Bunlar, onun, yaşamı boyunca onu saran, yaşam ve ölüm, ölümlülük ve insanlık, bilgi ve cehalet hakkındaki sorularının yanıtlarıymış.

“ GİTTİĞİN YOL İLE İLĞİSİ OLMAYAN ŞEYLERE BAĞLANMAK”

Demiş.
Ansari’nin sesi,

“ BUNCA YIL SENİ GERİDE TUTAN ŞEYDİ.
BU YÜZDEN BAZI AÇILARDAN GEÇ KALDIN.
ŞİMDİ SANA HALA AÇIK OLAN BİLGELİK KISMINI AL”
                                     ***
Yaren,

Bedava alınan çok kıymetli bile olsa değer verilmez.
Akıl, parlak, süslü söz değildir, yaşamına lazım olandır.

Tehlikeyi anlayınca kaç.
Kuş, kedi, köpek örneği, birbiriyle farklıkları olanları bir arada tutmayı başarmaktır.

Her şey bir şekilde birbiri ile ilgilidir.
Tehlikeden sakınmayı ve birlikte yaşamayı unutmadan, bu ilişki bağlarını anlamaya çalışırsan düşünce alanına girmiş, olursun.

Düşünce alanındaki gerçekleri görmeye başlarsın.

Düşünce alanındaki gerçekleri henüz anlayamayanlar büyüklerin sözünü kendilerine rehber edinerek korunurlar ve yolda ilerlerler.

Allah’ın sevdiği kullarından yardım istersen bir şekilde muhakkak gelir.
Görünmeyen âlemden sana sayısız nimetler gelir.

Taraftar isen (takım veya parti) veya bir şeye kendini sevgi ile bağladı (mal, mülk, para, şöhret, makam)  isen  “kalıcı, saklı ön yargı” hastalığına tutulmuşsun demektir.

Bu senin gerçekleri görmene engeldir.
Çünkü tek açıdan baktırır.

Yani seni aptallaştırır.
Normal aklın görebildiklerini göremez hale gelirsin.

Sana iletilen sözleri ve halleri anlıyor isen insan oldun demektir.
Neden bahsetmek gerekiyorsa ondan bahset.

Gereksiz konuları konuşma. 
Samimi konuşmaktan fayda sağlanır, bir şey öğrenilir.

Hak iddia eden veya duygu ve mantıkla yargılama âdetin varsa karşındakinden faydalanamazsın.
Bu davranış açgözlü davranışıdır.

İlgisiz gibi görünenlerin çok ilgili olduğunu gördüğün zaman düşünce boyutundasındır.”

Yolunla ilgili olmayan şeylere bağlanıp kalmak bilgelik yolunda geç kalmana nedendir.

Unutma ki yaren bu anda yalnız gördüklerin yaşamıyor.
Yaşayan çok varlık ve güç var.

Sen bunlardan haberdar olmak istiyorsan bilgelik yoluna gir.

                              *
 RAVLİ

Popüler Yayınlar