26 Kasım 2012 Pazartesi

OTUZUNCU MAKALE

Bu sözleri duyan ova kuşlarının ciğerleri kan kesildi.
Hepsi de başlarını eğdiler.

Bu çekilmesi zor olan yayın, öyle bir avuç güçsüz kuvvetsiz kişinin, kolunun harcı olmadığını hepsi de anladı.

Bu sözleri duyunca kararları kalmadı.
O konakta bir haylisi öldü gitti.

Öbür kuşlar, hayretler içinde bu konaktan yola düştüler.
Yıllarca yokuşlarda, inişlerde uçtular.

O yolda uzun bir ömür harç ettiler.
Bu yolda, onlara yüz gösteren şeyleri anlatmaya imkân mı var?

Sen de bir gün olur, bu yola düşersen sarp geçitlerini birer- birer görür, anlarsın.

İşte o vakit onların başına gelenleri anlar, ne hale düştüklerini, nasıl dönüp dolaştıklarını apaydın bilirsin.

Nihayet o kuşların pek azı tapıya varabildi.
O kuşların pek azı o makama erişti.

Binde biri ancak yol aldı, oraya vardı.
Bir kısmı denizlerde boğulup kaldı.

Bir kısmı yollarda kaybolup gitti.
Bazısı yüce dağların tepelerinden sıcakta, susuz can verdi.

Bazısının, güneşin hararetiyle kanatları yandı, yürekleri kebap oldu.
Bir kısmını da yoldaki aslanlar, kaplanlar bir an içinde rezilce paraladılar, mahvettiler.

Bazısı ise kötü suların çamurlarına saplanıp kayboldu gitti.
Bazıları, o çöllerde susadılar.

Dudakları kup kuru olarak denize vardılar, yine de eziyetlerle susuz öldüler!
Bir kısmı, yemek sevdasıyla delicesine kendisini öldürdü.

Bir kısmı, yoldaki acayip şeylere daldı, oralarda kalakaldı.
Bir kısmı da seyre, çağlıya çengiye kapıldı;

Başını eğdi, varacağı yeri aramadan vazgeçti.
Nihayet yüz binlerce kuştan ancak bir tanesi dönmedi.

Bu suretle oraya yalnız otuz kuş varabildi.
Yola giden kuşlar bir âlemi dolduruyordu.

Fakat nihayet otuz kuş oraya vardı.

Gönülleri kırık, canları ezgin, bedenleri yorgun, kolsuz kanatsız kalmış, hasta ve perişan bir halde otuz kuş

Öyle bir tapı gördüler ki anlatmanın imkânı yok.
Aklın idrakinden çok yüce!

 O âlemde bir kere istiğna (tok gözlülük) kıvılcımı çakıp parladı mı bir solukta yüzlerce âlemi yakıyor!

Yüz binlerce güneş, yüz binlerce ay ve yıldızla.
Hepsi de bir arada…

Bunları görüp şaşırdılar…
Zerre gibi ayaklarını vurarak kalakaldılar!

Hepsi de ne şaşılacak şey dediler;
Güneş bile bu tapıda bir zerre gibi mahvolmuş.

Nerde biz burada görüneceğiz?
Kim bize aldırış edecek?

Yazık oldu emeklerimize…
Kendimizden ümit kestik artık.

Burası sandığımız âlemden değilmiş!
Burada dokuz kat gök, bir zerrecik topraktan ibaret.

Artık biz, ha olmuşuz, ha olmamışız;
Kimin umurunda?

Bütün kuşlar, ümitsiz, gönülsüz bir hale geldi.
Adeta yarı kesilmiş kuşlara döndüler.

Mahvoldular, kendilerini kaybettiler, varlıkları hiç kalmadı.
Böylece yine bir zaman geçip gitti.

Nihayet o yüce tapıdan ansızın bir yüce çavuş çıkageldi.

Perişan bir hale düşen, kolsuz kanatsız, cansız gönülsüz kalan, tenleri yanıp eriyen bu biçare otuz kuşu gördü.

Hepsi de tepeden tırnağa kadar şaşırmış kalmıştı.
Ellerinde bir şeyleri yoktu.

Kolsuz kanatsız bir haldeydiler.

Dedi ki:
Ey kavim kendinize gelin!
Hangi şehirdensiniz siz?

Bu konağa niçin geldiniz?
Elinizde ne kar var, ne ziyan.

Bu çeşit kuşlar içinde sizin adınız ne, yeriniz yurdunuz neresi?
Âlemde size kim derler?

Siz bir avuç güçsüz kuvvetsiz kuşsunuz, buraya ne yapmaya geldiniz?
Hepsi birden, biz buraya, Simurg, padişahımız olsun diye geldik.

Hepimiz de bu tapının biçareleriyiz.
O yolun âşıkları, kararsızlarıyız.

Bir müddettir ki bu yola düştük.
Binlerce kuştuk, ancak otuzumuz kaldı, bu tapıya gelebildi.

Bu tapıda huzura ereriz ümidiyle uzak yollardan geldik.

Umarız ki padişahımız, zahmetimizi takdir eder de nihayet bize lütuflarda bulunur, derdimize derman olur.

Çavuş dedi ki:
A başı dönmüş sersemler, a çamur haline gelmiş, gönül kanına bulanmış biçareler,

Siz âlemde ister olun, ister olmayın;
Zaten ebedi padişah odur.

Yüz binlerce cihan, ordularla dolsa hepsi de bu padişahın tapısında bir karınca değerindedir ancak!

Sizden bir solukta başka ne çıkabilir ki?
Siz bir avuç yok yoksuldan ibaretsiniz.
Dönün geriye!

Bu sözden öyle meyus (ümitsiz) oldular ki her biri adeta öldü, hiç yaşamamışa döndü!

 Hep birden dediler ki:
Eğer bu ulu padişah, bizi horlukla gerisin geri yollar, yine yollara düşürürse eyvah bize!

Fakat ondan kimseye bir kötülük gelemez ki,
Hatta birisini aşağılatsa bile bu aşağılık değil mi ki ondan geliyor, yüceliktir!

                                   ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                    ***

Yaren,

Her şey zamanla ve zamanında yani mevsiminde meyvesini verir.

Sabır dediğimiz ne olursa olsun sakinliği kaybetmeden bu zamana ulaşmadır.

Hemen olsun benim olsun diyenler meyve olgunlaşmadan ağacı terk
ederler.

Ele bakan, elinde olanla sevinen, elinden gidenle üzülenler bu okuduklarından bir şey anlamazlar.

Bunlara bir şey anlatmaya da uğraşma.
Ancak doğrulmak isteyene yardım edebilirsin.

Nasıl ki canı, kalbi, gönlü, aklı, nefsi göremiyorsun ama sana tesirlerini yaşayarak var diyor biliyorsun.

Bunca zamandır hep gördüğüne inandın ve bunu madde sandın.
Oysaki hepsi bir nurdan ibaret, bir ışıktan ibarettir.

Bu gerçeği anlamak için bunca zahmetli yoldan gitmek gerekiyor.
Rüya görürsün ya işte dünya hayatın da rüyadır.

Bu dünyada yaşarken uyan ki gideceğimiz âlemde ise şaşırma.
Uyanmak gerektiğini tüm din büyüklerimiz uyarı olarak dikkatimizi çekerler.

Her bir büyüğümüz bulunduğu merdivenin seviyesine ve değişik akılda olanların anlaması için misallerle anlatırlar.

Ölmeden önce farkına varıp yararlanmamızı isterler.
Aklın karışmasın.

Aslında her büyüğümüz aynı gerçeği anlatıyor.

Kelimeler ve hikâyeleri fazla önemseyip işaret edileni kaçırırsan, sanki farklılıklar var zannedersin.

Aklın daha ilerisindeki bir alan olan manadan bahsediyoruz.

Aslında unuttuğumuz dilsiz ağızsız konuşmayı, kulaksız duyma yeteneğimizi kazanmaya çalışıyoruz.

Diğer bir tabirle unuttuğumuz sessiz konuşma yeteneğimizi tekrar kazanmaya çalışıyoruz.

Kim ki bu kendinde olan bu yeteneği sahiplenir, kıymetini bilirse Kamil (Olgun) insan olur.

Uyuyan kişilere ne söylesen boştur.
Karanlık ortamda üretilen mutluluk hormona razı olanlar için diyecek bir şeyimiz yok.

İyi uykular onlara.
Uyandıklarında hayretten ne hale geleceklerini nerden bilecekler ki?     

İşte böyle yaren,

Görelim bakalım Hak neyler,
Neylerse güzel eyler.

                                *

RAVLİ

Popüler Yayınlar