Güzelliğini periler bile
kıskanırlardı, sanki bir Yusuf’tu o, çene çukuru da adeta bir kuyuya
benziyordu.
Alnına dökülen saçlara
yüzlerce yaralı gönül bağlanmıştı.
Saçının her teline ordularca
can asılmıştı!
Ay gibi yüzü cennete
benziyordu.
Kaşları adeta birer yaydı.
Kaşlarıyla ok yağdırmaya
başladı mı göğe çıktıktan sonra iki yay boyu Allah’a mesafe kalan bile onu
övmeye başlardı.
Sarhoş nergisleri (güzelin
gözü), dikene benzeyen kirpikleriyle nice ayık kişileri yıkmış, harap etmişti.
O güneş yüzlü kızoğlan kızın
güzelim yüzü, gökyüzündeki Sünbüle burcunun yıldızlarındaki parlaklığı bile
gidermişti.
(Sünbüle: Başak burcu,
semanın kuzey yarım küresinde bulunan yedi parlak yıldızdan müteşekkil bir
dörtgen ve iki kuyruklu bir burç.)
Cana gıda olan iki yakutuna
karşı, Ruhül-kudüs (Cebrail), daima hayran olur kalırdı.
Güldü mü dudakları abıhayat
kesilir;
Susuzlar ölürler, o dudaktan
zekât isterlerdi!
Çene çukuruna bakan, baş
aşağı o kuyunun ta dibine yuvarlanır giderdi.
Ay gibi yüzüne avlanan, ipsiz
olarak baş aşağı, o kuyuya düşüverirdi!
Sözü uzatmayalım;
O sırada padişahın tapısına,
hizmet etmek üzere ay gibi bir köle geldi.
Öyle güzeldi ki güzelliğiyle
güneşi bozguna uğratır, dolunay hali bitmiş eski ay haline sokardı.
(Öyle parlaktı ki, Güneşin
parlaklığı sönük kalırdı.)
Bütün âlemde eşi, benzeri
yoktu.
Güzellikte hiç kimse ona eş
olmazdı.
Çarşıda, pazarda o güneş
yüzlüyü gören yüz binlerce halkın gözü kamaşır, herkes o güzelliğe şaşırır
kalırdı!
Bir gün nasılsa kız da,
padişahın bu kölesini görüverdi.
Gönlü elden gitti, kan
kesildi.
Aklı perdeden çıktı, deli
divane oldu!
Aklı gitti;
Aşk onu zorlamaya başladı,
alt etti.
Tatlı canı acıdı;
Canından bezdi adeta!
Bir müddet kendi kendisine
düşündü;
Nihayet kararı kalmadı, sabrı
tükendi.
Kölenin özlemiyle erimekte,
ayrılık ateşiyle yanıp yakılmaktaydı.
Hep yanıp eriyordu, hem de
gönlü özlemle doluydu.
Kızın, sesleri gayet güzel on
tane çalgıcı halayığı vardı.
Hepsi müzik aletleri çalar,
bülbül gibi öterdi.
Davudi sesleri (Kalın),
canlara can katardı.
Halini, derhal onlara
anlattı.
Ar’ı (utanmak) da terk etti,
namusu da.
Hatta canımdan bile bezmişti
zaten.
Sevgiliye âşık olan kişinin
aşkı ilerledi, apaçık bir hale geldi de duyuldu mu, orada artık canın ne işi
var ki?
Onlara dedi ki:
Köleye sevdamı anlatsam
pişkin değildir, yanlış anlar;Başıma iş açılır.
Mevkiime bir hayli ziyan
verir.
Hiç benim gibi birisi, bir
köleye denk olur mu?
Fakat söylesem adeta perde
altında zarı-zarı ağlayıp inleyerek ölüyorum.
Kendime yüzlerce sabır kitabı
okudum, fakat ne yapayım, ne işleyeyim?
Sabrım tükendi, şaşırdım
kaldım!
Şunu istiyorum:
O soydan selvi boyludan murat
alayım da onun haberi bile olmasın.Bu maksadıma erersem isteğime ulaştım, muradıma erdim demektir.
Çalgıcı kızlar bunu duyunca
hep birden gönlünü hoş tut, merak etme dediler.
Biz geceleyin gizlice onu,
senin yanına getiririz.
Hem öyle getiririz ki onun
haberi bile olmaz.
Bir cariye, kölenin yanına
gitti.
Onu yalnız bulup bir kadeh
şarap sundu.
İçeceği şaraba bayıltıcı,
adamı kendinden geçirici bir şey koymuştu.
Köle, o şarabı içince
bayıldı, kendinden geçti.
O güzel cariyenin de muradı
oldu.
O gümüş bedenli köle gündüz
akşama kadar sarhoş bir halde yattı kaldı, iki alemden de haberi yoktu.
Akşam olunca halayıklar, düşe
kalka kölenin yanına gittiler.
Onu döşeğe yatırdılar;
Gizlice kızın yanına
getirdiler.
Derhal onu bir altın tahtın
üstüne oturttular, başına inciler saçtılar.
Gece yarısı o köle yarı
sarhoş bir halde nergis gibi gözlerini açınca,
Cennet gibi bir köşk gördü.
Köşkün içinde altın bir taht
kurulmuştu.
İki tane amber mumu yanmada,
odun yerine yaş ödağacı yakılmaktaydı.
O güzelim halayıklar da çalıp
çağırmada, gülüp oynamadaydı.
Bunu görünce kölenin aklı
başından, ruhu bedeninden uçup gitti!
Köle, o gece o topluluğun
ortasında adeta mumlar içinde bir güneşe benziyordu.
Bütün bu şatafatlar içinde
köle, kızın yüzünü görür görmez mahvoldu.
Şaşırıp kaldı;
Ne aklı kaldı, ne canı.
Doğrusu ne bu âlemdeydi o, ne
o âlemde!
Gönlü sevdalarla doldu, dili
tutuldu.
Özlemle canı dudağına geldi.
Gözü, sevgilinin yüzündeydi,
kulağı müzikte.
Burnuna burcu-burcu amber
kokuları geliyordu, ağzında hararetli bir ateş vardı!
Kız, derhal ona şarap kadehini sundu, ardından da meze olarak bir öpücük verdi.
Kölenin gözü, sevgilinin
yüzüne daldı kaldı.
Kızın yüzüne karşı adeta
şaşırmış, kendinden geçmişti.
O güzel kız da her an ondan
yüz binlerce defa daha fazla ağlamakta, onun yüzüne gözyaşları saçmaktaydı.
Gâh şeker gibi dudağını
öpmekte, gâh o dudağı sorup ciğerlerine tuzlar ekmekteydi.
Köle, tanyeri ağarıncaya
kadar o güzel kızı seyretti.
Köle uykuya dalınca derhal aldılar, yine eski yerine götürdüler.
O gümüş bedenli köle, birazcık ayıldı, birazcık kendine geldi.
Başına neler geldiğini
düşündü.
Fakat bilmiyordu ki.
Olan olmuş, geçen geçmişti;
O yanıp yakılmadan ne fayda
var ki?
Ciğerinde bir katre su
kalmamıştı ama bir suya dalmıştı ki başından aşmıştı!
O Tıraz (süs) mumundan başına
gelenleri sordular.
Şöyle cevap verdi:
“Anlatamam ki!
Sarhoş ve harap bir halde
apaçık ve gözlerimle gördüğümü kimsecikler, rüyada bile görmemiştir.
Benim başıma gelenler, bilmem
kimsenin başına geldi mi?
Gördüklerimi söylememe imkân
yok.
Bundan daha ziyade şaşılacak
bir sır olamaz.”
Herkes dedi ki:
Birazcık kendine gel de
başından geçenleri yüzde birini olsun söyle!
Köle dedi ki:
Ben şaşırdım kaldım.Hala hayretteyim, gördüklerimi ben mi gördüm, başkası mı gördü?
Her şeyi ben duydum, ben
gördüm, ben işittim ama hiçbir şey duymadım, hiçbir şey işitmedim.
Hepsini ben gördüm, gördüm
ama hiçbir şey de görmedim.
Bir akıllı, galiba bir rüya
gördün de böyle deli divane oldun dedi.
Köle dedi ki:
Kendimden haberim yok ki rüya
mı gördüm yoksa gördüklerim doğru muydu, bileyim.
Gördüklerimi sarhoşken mi
gördüm, duyduklarımı ayıkken mi duydum?
Haberim yok ki!
Âlemde bundan daha ziyade
şaşılacak bir hal olamaz.
Başımdan geçenler, hem
aşikârdı (açık), hem gizli.
Ne söyleyebilirim, ne
susabilirim, ne de bununla onun arasında şaşkınım!
Bir an oluyor, onu
unutabiliyorum, ne ondan bir zerrecik nişane buluyorum!
Öyle bir güzel gördüm ki hiç
kimse, öyle bir güzelin izine bile izlememiştir.
Onun yüzüne karşı güneş
nedir?
Allah bilir ya, zerreden
ibaret!
Bilmiyorum ki.
Bundan önce onu gördüm,
gördüm ama bundan fazla ne söyleyeyim?
Ben, onu hem gördüm, hem
görmedim.
Bu ikisi arasında şaşırdım
kaldım vesselam (son söz budur)!
***
MANTIK AL- TAYR 2
Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
*****
Yaren,
Yaren aklın başındayken
sevgili ile buluşamazsın.
Seviyen çok farklıdır.
Sevgili seni aklı başında
istemez.
Sarhoş ister.
Bu sarhoşluk içkiden oluşan
sarhoşluk değildir.
İçki sarhoşluğu üzerinden
anlatılmış anlaman için.
Beğenilen olursan huzura da
alırlar, sever okşar iltifatta ederler.
Sen kendinde olduğun zaman
isteklerin zorlayıcı hale gelir ki itici olursun.
Kimseden de kabul görmezsin.
Aşkı ve sevdayı cinsel
arzularla dolu yatağa girmek sanılıyorsan öncelikle bu düşünceni düzelt.
Sevmenin en yüksek seviyede,
saf, temiz duyguların kendinden geçirdiği alan ve zamandır sevda.
Sevdada sevdiğine en ufak bir
zarar verme kabul edilmez.
Sevda da tek taraf vardır.
Sevda iki taraflı olursa buna
aşk diyoruz.
*
Yaren,
Daha da aklının hiçbir zaman
anlayamayacağı ama inancınla kabul edeceğin başka bir şey daha söyleyeyim.
Âşık olduğuna temiz
kalplilikle ona zarar vermeden çok istersen, yaşamının bir anında başka bir
anadan doğarsın.
Sevdiğin de başka bir anadan
doğar.
Çocukluk ve gençlik
devresinden sonra evlenirsin.
Çoluk çocuğun olur.
İhtiyarlarsın ölürsün.
Ve şimdiki ana dönersin.
Bu bir an içinde olur.
Buna zaman ve mekân dürülmesi
denir.
Bu yaşayışı unutamazsın ama
somut bir kanıt olmadığı için kimseye inandıramadığın gibi kendin de acabalar
içinde kalırsın.
Doktora söylesen o sana buna
öyle inanmışsın ki hayalinde oluşturmuşsun yaşamış gibi inanmışsın der.
Zihnimiz daima bize oyun
oynar.
İnanırsan aklın bunu gerçek
sanır.
Önce inanıp sonra kabul etmek
değil, yaşayarak doğruyu kabul etmektir.
Yaşayarak inanılan bir
duraktır.
Çok az kişiye nasip olur.
İşte böyle yaren;
Allah’ın insanlara sunduğu
imkânlardan bir tanesi anlattım.
İstek, aşk, marifet, istiğna
(tok gözlülük), tevhit vadisini geçtikten sonra hayret edeceğin çok şeyle
karşılaşacaksın.
Sözlere değer verip öğütleri
yerine getirdiysen seni de kendi halince başka şeyler yaşatarak sadece âlemin
görünen âlem olmadığını anlatacaklar ve inandıracaklar.
Daha neler-neler
yaşayacaksın.
Dünyaya ve insanlara bakışın
iyiden iyiye farklılaşacak.
Eğer dünyaya ve değerlerine
sıkıca bağlıysan bu duraktan bir şey göremezsin, fayda sağlayamazsın.
*
RAVLİ