O gün balık yakalayamadığı
için bunu pirinç tüccarına satabilirim diye düşünmüş.
Şişe çok büyük değilmiş.
Tepesinde tuhaf bir sembol varmış;
Kral Süleyman’ın mührü
Şişenin içinde, korkunç bir cin varmış.
Şişe Süleyman’ın kendisi
tarafından denize bırakılmış. Biri gelip de o cini,
İNSANLIĞA FAYDALI OLACAK
UYGUN GÖREVİNE
ATAYARAK KONTROL ALTINA ALANA
DEK, halkı koruyacakmış.
Ama balıkçının bunlardan
haberi yokmuş.
TEK BİLDİĞİ, BUNUN ONA FAYDA
SAĞLAYACAK,
KAR GETİRECEK BİR ŞEY
OLDUĞUYMUŞ.
Dışı parlakmış ve bir sanat
eseriymiş.” İçinde elmaslar olabilir diye” düşünmüş.
“ İNSAN SADECE KULLANMAYI
ÖĞRENDİĞİ ŞEYİ KULLANABİLİR” sözünü unutup tıpayı çekmiş.
Şişeyi ters çevirmiş, ancak
içinde hiçbir şey yokmuş.
Bunun üzerine balıkçı şişeyi
koyup uzunca bakmış, sonra içinden, giderek yoğunlaşan bir duman çıkmaya
başladığını fark etmiş.
Duman süzülerek yükselmiş ve
dev, korkutucu bir görünüme bürünüp ona derin bir sesle seslenmiş:
“ Ben Cinlerin, mucizevî
oluşumlarının sırrını bilen Şefleriyim.
İsyan ettiğim Süleyman
tarafından bu şişeye kapatıldım ve şimdi seni yok edeceğim!”
Balıkçı dehşete düşmüş ve
kendini kumlara atıp ağlamış: “ Sana özgürlüğünü vereni yok mu edeceksin?”
“ Aslında bakarsan evet”
demiş cin,
“ NE DE OLSA İSYAN BENİM
DOĞAMDA VAR
VE ZARAR VERMEK BENİM İŞİM,
HER NE KADAR
BİNLERCE YIL HAREKETSİZ
KALSAM DA”
Balıkçı, bunun öyle karlı bir
av olmadığını, aksine bir an önce yakalanması gerektiğini anlamış.
Tıpanın üzerindeki mühre
bakmış ve birden aklına bir fikir gelmiş. “Senin bu şişeden çıkabilmiş olman
mümkün değil” demiş.” Bu şişe çok küçük “
“Ne Cinlerin efendisinin
sözünden şüphe mi ediyorsun?” diye kükremiş Cin.
Ve tekrar duman olup şişenin
içine girivermiş.
Balıkçı tıpayı almış ve hemen
şişenin ağzını kapatmış.
Sonra şişeyi denizin
derinliklerine atmış.
*
Yıllar geçmiş, ta ki başka
bir balıkçı, ilk balıkçının torunu, aynı yerde ağ atıp aynı şişeyi çıkarana
kadar.
Şişeyi kumun üstüne koymuş ve
tam açmak üzereymiş ki aklına bir şey gelmiş. Bu babasının babasından gelen ve
ona
AKTARILAN BİR ÖĞÜTMÜŞ.
“ İNSAN SADECE KULLANMAYI
ÖĞRENDİĞİ ŞEYİ KULLANABİLİR”
Bu ara cin şişenin içinden
seslenmiş: “ Âdem’in oğlu, her kimsen, şişenin tıpasını çıkar ve beni serbest
bırak; ben mucizevî oluşumların sırlarını bilen Cin şefiyim”.
Büyüklerden duyduklarını
hatırlayan genç balıkçı, şişeyi bir mağaraya koymuş ve orada yaşayan bilge bilge
adamın yanına gitmiş.
Hikâyeyi anlatmış. Bilge de:
“ Aklına gelen söz son derece
doğrudur. Ve
BUNU KENDİN YAPMALISIN,
AMA TABİİ ÖNCE NASIL
YAPILACAĞINI BİLMELİSİN”
“Ama ne yapmam gerekiyor?”
diye sormuş balıkçı.
“ Elbette, yapmak istediğin
bir şey vardır, değil mi*” demiş bilge.
“ Yapmak istediğim şey, cini
serbest bırakmak.
Böylece bana mucizevî bilgiyi
verebilir ya da dağlarca altın ve zümrüt getirebilir bana”
“Tabii sen hiç, serbest
kaldığı takdirde cinin bunları sana vermeyeceğini ya da verip onları koruyacak
araçların olmadığı için sonradan geri alabileceğini düşünmedin” demiş bilge.
“İNSAN SADECE KULLANMAYI
ÖĞRENDİĞİ ŞEYİ KULLANABİLİR”
sözünü hatırladıktan sonra
peki ne yapmalıyım? Diye sordu bilgeye.
“Cinden, sunabileceği şeyin
bir numunesini iste. O numuneyi koruyacak ve test edecek bir araç iste.
******* BİLGİ İSTE, MAL MÜLK
DEĞİL,
ÇÜNKÜ BİLGİ OLMADAN MAL
FAYDASIZDIR
VE TÜM SORUNLARIMIZIN SEBEBİ
DE BUDUR”********
Şimdi olayı daha iyi kavrayan
genç balıkçı, cini bıraktığı yere dönmüş.
Şişeyi tıklatmış cin uyanmış.
Cine:
“Senin iddia ettiğin kişi
olduğuna ve söylediğin güçlere sahip olduğuna inanmıyorum”, “Yalan da
söyleyebilirsin” demiş genç balıkçı.
“Evet” diye itiraf etmiş
cin.” Ama bu
GÜÇLERİMLE ÖZGÜR KALAMAM “
“ İyi, o zaman” demiş balıkçı
“AKLIMDAKİ SORUNUN GERÇEK
OLUP OLMADIĞINI
ANLAMAM İÇİN GEREKLİ BECERİYİ
VER BANA.”
Sihir gerçekleşince büyük
babasından gelen öğüdün sebebini anlamış.
Cinlerden neler olabileceğini
görmüş. Şişeyi büyük babası gibi denizin dibine atmış.
Ve yaşamının geri kalanını,
bir balıkçı olarak değil, başkalarına
“ İNSAN SADECE KULLANMAYI BİLDİĞİ ŞEYİ
KULLANABİLİR”
sözünün değerini anlatan bir
adam olarak geçirmiş.
Sonraları akıl verecek akıllı
insanlara kıymet vermedikleri için sonra gelen nesiller, bu söz onlara tabu
olmuş, dine dönüşmüş, taklit edilmiş, inanca dönüşmüş.
Bu balıkçının mirasçıları
onun “ Öğretileri” diye nitelendirdikleri şeylere zarar vermişler ve onun
anlatımını taklit etmişler.
Zamanla bu öğretiler dine
dönüşmüş.
Ve bu balıkçının davranışına
saygı duydukları için, her açıdan ona benzemeye çalışmışlar.
Bugün, yüzyıllar sonra, şişe
hala bu insanlar için kutsal bir sembol ve gizemini koruyor. Birbirlerini
sevmeye çalışıyorlar, sadece o balıkçıyı sevdikleri için ve onun yerleşip bir
baraka kurduğu yerde, şimdi onlar güzel giysiler giyip ayinler yapıyorlar.
Zeki adamın ilkelerinin hala yaşadığını
bilmeyen torunları da nerede, bilinmiyor. Pirinç şişe ise, içinde uyuyan cinle
birlikte denizin dibinde yatıyor.
***
MEVLANA VE GİZEMLİ SUFİ BİLGELİK HİKÂYELERİ.
IDRIES SHAH.
ÇEV. MERVE DUYGUN. 2009
BUTİK YAYINCILIK VE KİŞİSEL
GELİŞİM HİZ. TİC. LTD. ŞTİ.YAYINI
(Bu kitabı temin ederek evinde bulundurmanı
önemle tavsiye ederim)
***
Cin: Göze gözükmeyen fakat
etkisi büyük değişiklik olduğu zaman, sebebi bilinmiyorsa veya anlaşılamamışsa
cin olarak ifade edilir.
Yaren,
Bilinmeyenin gücünü kontrol
altına alıncaya kadar insanları uyarmalısın ve korumalısın.
Yapısında isyan olana asla
özgürlük alanı bırakma, zarar verir.
Yapısında şikâyetçi olanı
yanına yaklaştırma, huyunu bozar.
Aktarılan bir öğüt muhakkak
yaşanmıştır, aynen yaşanmasa bile o anlamı taşıyacak bir olay yaşanmıştır ve
senin yararın için binlerce yıl hafızada yaşatılıp sana sunulmuştur.
Öğütün değeri buradan
gelmektedir.
KENDİNİN YAPMADIĞI BİR
DENEYİM KALICI OLAMAZ,
GELECEĞE MİRAS OLARAK AKTARILAMAZ.
Varlıkların çok alanda gücü
vardır ama özgür olabilme ve kalabilme gücünü yalnız isteyen insan elde
edebilir.
Aklımız şehir gibidir.
Düşünceler gelir, gezinir, biraz kalır, sonra gider.
Aklına gelen düşüncelerin
içindeki sorular bilgi şehrinde cevap ararlar.
Bulabilirlerse alırlar,
cevabı beğenirlerse kalırlar.
Bulamazlarsa bulabilecekleri
başka akıllara giderler.
Akıl gerçek olmayanı asla
kabul etmez.
Nefsinin kabul ettiği şeyleri
aklın kabul etmiş gibi kabul edersen kendini kandırmaya çalışırsın ki yine de
kandıramazsın. Anlatır durursun.
Yaren burada çok dikkatli
davranmalısın.
Nefsin istekleri kendini
gösterirce kontrolü kaybetme. Nefsini kontrol etmek için ihtiyaç sınırı
koymalısın.
Nefsin istediği gelip geçicidir.
Aklın istediği kalıcı
olandır.
Şu soruyu günde kendine
defalarca somalısın.
Bunu arzu ettim. Bu arzum
aklımdan mı?
Nefsimden mi?
Ne yaparsan yap nasıl
yaparsan yap bilincince ve kontrol altına al yap.
*
Yaren, her hikâye ile
beyninde bir zekâ kimyası oluşmaktadır.
Hikâye ile aklına hitap edilir,
ilgin ve merakın tetiklenir.
Hikâyeyi anlamaya çalışırken
gönül bahçenin kapısı kendiliğinden açılır.
Gülfidanları uygun yerlere
dikilir.
Sen tam anlayacağım derken
gönülden aklına gelinir ve orada gönülle olan ilişki kimyasal olarak yazılır.
Gül mevsimi gelince gönlünde
güller açar, mis gibi kokular saçılır.
Sen o gülleri dikeni,
çeşitlerini, ne zaman dikildiğini unutursun ama kokunun lezzetini kokladıkça
tarif edemeyeceğin bir hoşluğa girersin.
Bu hoşluk içten gelen bir
yaşam sevincidir.
Zaman içinde zekâ ile gönlüne
dikilen sofi gülfidanlarıdır.
Neyse, fazla açık etmemek
gerek.
Mevlana hazretleri gel bize
kimyanı değiştirelim sözünü hatırlayalım.
Sevgiyle kalın,
Hoşlukla kalın,
Sevinç içinde kalın,
Sevdiklerinizle birlikte
kalın.
Hoşça kalın
RAVLİ