10 Kasım 2012 Cumartesi

BAHA VELED’İN BAĞDAT’A VARMASI

Belh’ten ayrılarak Bağdat’a doğru yol aldılar.

Baha Veled daha o konağa ve ülkelere ulaşmadan oraların halkı onu bir günlük yoldan karşıladılar.

Mükemmel surette ağırlayarak yemekler hazırladılar.

 

Bağdat dolaylarına yaklaşınca şehri muhafızları gelenlerin kim olduklarını sorduklarında Baha Veled:” Tanrı’dan geldik Tanrı’ya gidiyoruz,

Tanrı’dan başka kimsede kuvvet ve kudret yoktur.

Biz mekânsızlıktan gelip mekânsızlığa gidiyoruz” diye cevap verdi.

 

Arap muhafızlar halifeye haber saldılar.

Zamanının şeyhlerin şeyhi Şahabeddin Suhreverdi, halifeden bu sözleri duyunca:

Bunu ancak Belh’li Baha’addin Veled söyleyebilir” dedi.

 

Böylece Bağdat’ın uluları ve küçükleri tam bir aşk ve doğrulukla Baha Veled’i karşılamaya gittiler.

 

Suhreverdi katırdan inip nezaketle Baha Veled’in dizini öptü, hizmette bulundu ve tekkesine doğru yürüdü.

 

Sultan-ül- ulema “ İmamlara medrese daha münasiptir” diye buyurup Muntansıriye medresesine indi.

 

Baha Veled, Suhreverdi’ye hitaben:

“Biz burada demir atıp kalmak istiyorduk;

Fakat yalnız aziz olan Tanrı isterse şeyhin gösterdiği iyi muamele sayesinde Mekke’ye gitmek üzere ihrama bürünmeyi tercih ediyoruz” dedi.

                                      *

Hoş geldin hediyesi olarak halife, ona çeşitli yemeklerle beraber altın bir tabak içinde üç bin mısır altını gönderdi.

Baha Veled:

“Halifenin malı haram ve şüphelidir” diyerek gönderilen hediyeleri kabul etmedi. Ve

“ Kendini içkiye, çalgıları ve şarkıları dinlemeye veren bir kimsenin yüzü görülmeye ve bulunduğu yerde oturmağa layık değildir” dedi.

 

Bu haber halifenin kulağına gider gitmez, son derecede kederlenip üzüldü.

 

Halife Suhreverdi’yi huzuruna çağırdı,

“Bu adamın yüzünü mutlaka görmem lazımdır” dedi.

 

Suhreverdi de

“Ey yeryüzünün halifesi!

O sizinle yüz yüze gelmeye razı olmuyor.

Ben o ulu kişinin olağan üstü heybetiyle, halife hazretlerinin vereceği ceza arasında şaşırmış kalmışım” diye cevap verdi.

 

Bunun üzerine halife:

“Çaresiz, onun yüzünü görebilmem için bir çare bulmak lazımdır” diye buyurdu.

 

Şeyh:

“Onun yüzünü belki Cuma günü camide görebiliriz” dedi ve kalkıp Sultan-ül-ulema’nın huzuruna geldi.

 

Ondan bir vaazda bulunmasını rica ederek,

“Bütün Bağdat ahalisi büyük ve küçükler candan ve âşıklara yaraşır bir niyazla senin meclisine vurgun ve susamışlardır.

 (Zikret (Allah beni anın diyor), çünkü benim zikrim müminlere faydalıdır)

Ayetine icabet ederek inayet buyurursunuz.

Onların ricalarının kabul edileceği umulur” dedi.

Sultan davete icabet ederek razı oldu.

 

Bağdat şehrinde Baha Veled’in Cuma günü vaiz vereceği haberi yayıldı.

Bütün Bağdat halkı büyük camiye toplandılar, sesi güzel hafızların her biri Kuran’ın muhtelif yerlerinden ayetler ve on ayet uzunluğunda bölümler okudular.

 

Baba Veled o kadar güzel, ince, garip ve dakik şeyler söyledi ki, mecliste bulunanların hepsi baştanbaşa mest oldular ve kendilerinden geçtiler.

 

Halife anlatılmayacak derecede ağladı.

Baha Veled mübarek sarığını kaldırdı ve yüzünü halifeye çevirerek:

“Ey Abbas oğullarının halefi!

Yazıklar olsun, sen Salih bir halef değilsin.

Böyle mi yaşamak lazımdır?

Şeriat dininde şeriatsızlık yaşanır mı?

Acaba bu delili Tanrı’nın kitabında okudun mu?

Bu fetvayı peygamberlerin hadislerinde buldun mu?

Bu delili ilk dört halifenin sözlerinde ve din imamlarının yaptıklarında rastladın mı?

Nihayet sen, bu hareketleri ne suretle uygun gördüğünü, kendine uygun saydığını ve ayağını şeriat yolundan dışarı attığını söyleyemezsin.

Ulu Tanrı’nın intikamlarından korkmuyor ve Mustafa hazretlerinden utanmıyor musun?

 

Şimdi sana bir haber veriyorum:

“Küçük gözlü olan ve etrafa ateş saçanlar yani Moğol askerleri geliyorlar.

Tanrı’nın takdirine göre, onlar seni şehit edecek ve büyük bir işkence ile öldürecekler, senin İslam dinine karşı olan kinini canından çekip çıkaracaklar.

 

Vaktine hazır ol, gaflet perdesini gönül gözünden kaldır, akıl kulağını aç, günahlarını bırakarak, Tanrı’ya dönmeye çalış ondan af dilemekle meşgul ol.

 

Padişah feryat etti ve hüngür-hüngür ağladı.

 

Padişah eşya, atlar ve paralar gönderdi ise de Baha Veled kabul etmedi. Ve

“Sadaka almak ne zengine, ne de sağlığı yerinde olan bir adama yaraşır.

 

Bizim kâfi derecede malımız ve servetimiz vardır.

Bize hiçbir şey lazım değildir.

 

Eğer onun bağışladığı şeyi kabul edersek, Tanrı’nın gazasına mani olmuş oluruz.

Hâlbuki” Hiçbir şey onun kararını geri çeviremez ve hiçbir şey onun hükmünün yerine gelmesine mani olamaz” o istediğini ve dilediğini yapar” dedi.

 

Baha Veled Bağdat’tan hareket etmemişti ki Cengiz’in beş yüz bine yakın Moğol askeriyle Belh’i kuşattıkları ve Horasanı harap ve yağma ettikleri, sayısız esir aldıkları haberi geldi.

 

Bağdat halifesi bu can eriten ve hoşa gitmeyen haberi işitince üzüldü ve kendine bir hal geldi.

 

Devletinin göçeceğini ülkesinin elinden gideceğini kendin de anladı.

 

Üçüncü gün Baha Veled Küfe yolundan Kâbe’ye hareket etti.

Ulu Kâbe’yi ziyaretten dönünce Şam’a uğradı.

O zaman orada Melik-ül-Eşref hükümdardı.

 

Şam halkı Baha Veled’e büyük bir rağbet göstererek orada kalmasını istediler.

O,

“Tanrı yurdumuzun Rum ülkesinde olmasını buyurdu” diyerek razı olmadı ve “bizim toprağımız Konya başkentindedir” dedi.

 

Baha Veled hazretleri oradan Konya’ya tabi olan Larende (Karaman) şehrine ulaştı.

Orada İslam sultanı Alaattin Keykubat’ın vekillerinden Emir Musa adında biri vardı.

Emir Musa o ilin subaşısı ( Belediye başkanı) ve hâkimi olup çok kahraman, temiz ve sadık bir Türk’tü.

O Baha Veled gibi bir adamın Horasan ülkesinden geldiğini işitince ve böyle bir güneşin başka bir yerde kolayca parlamayacağını da bilince bütün şehir halkı ve askerlerle birlikte yaya olarak onu karşıladı.

Hepsi onun talebesi oldular.

 

Her ne kadar Emir Musa Baha Veled’i sarayına çağırdıysa da Baha Veled razı olmadı ve mutlaka bir medrese istedi.

 

Bunu üzerine Emir Musa hazretleri şehrin ortasında onun için bir medrese yapmalarını emretti.

 

Bu durumu Sultan Alâeddin sonradan Emir Musa’ya öğrenince kızdı.

Emir Musa padişaha giderek durumu arz etti.

Padişah Sultan Alaattin hediyeler göndererek davet etti.

 

Sultan Veled Konya’ya gelirken yolda karşılandı.

Sultan uzak bir mesafede attan indi, gidip şeyhin dizini öptü.

Elini sıkmak istedi Baha eli yerine asasını uzattı.

Sultan bu heybetten ve keskin bakıştan titremeye başladı.

 

Sultanın niyeti Sultan-ül- Ulema’ya kendi sarayının holünde yer hazırlamak ve onu orada misafir etmekti.

Baha Veled kabul etmedi ve

“İmamlara medrese, şeyhlere hanikah (tekke), emirlere saray, tüccarlara han, başıboş gezenlere zaviyeler (sufi tekkesi), gariplere kervansaraylar münasiptir” diye buyurup Altunpa medresesine indi.

 

Sultan Alaattin Baha Veled’e para ve eşyadan türlü hediyeler gönderdi.

Baha Veled:

“Sizin mallarınız haramla karışık ve şüphelidir. Bana yetecek kadar esbabım vardır ve daha atalarımızın savaşı suretiyle elde ettikleri malımız duruyor” diyerek hiç kimseden, hiçbir şey kabul etmedi.

 

Herkes onun bu Ebubekir evladına yaraşır takvasının kemaline ve tokgözlülüğüne şaştı.

Sayısız doğruluk ve samimiyetle kadın ve erkek onun öğrencisi oldu.

 

Padişah Alaattin içinden Baha Veled’in hazır bulunanlara konuşmasını ve bilgisiyle onları aydınlatmasını düşündü.

Baha Veled:

“Ey dünya padişahı sana Sultan-ül-Ulema geldi dediler, bir metihçi geldi de senin için metihte bulunuyor demediler.

Eğer sen samimiyet ve gönül huzuru ile bir an başını önüne eğer de kalbini dinlersen ve içindeki terbiyeni saklarsan gönlün istediği ve murat ettiği şey söylemeden de sana kolay olur” dedi.

 

                                       ***

ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark İslam Klasikleri 29,

Ahmet Eflaki, M.E B. YAYINLARI 489

                                      ***

 

İşte böyle yaren;

Bizlere açıkça, anlaşılır olarak, aklımızın kolayca kabul edebileceği hayatın sırrını kolayca veriyor.

Ne diyor:

“Eğer sen samimiyet ve gönül huzuru ile bir an başını önüne eğer de kalbini dinlersen ve içindeki terbiyeni saklarsan gönlün istediği ve murat ettiği şey söylemeden de sana kolay olur”

Binlerce mesaj yazdık, bu mesajlar işte bunu anlaman, önemini kavraman içindir.

 

Ey yaren,

Zaman içinde gönlüne doldurulan değersiz isteklerinden temizlenmen istendi.

Gönül tahtına Allah sevgisini yerleştir dendi.

Peygamberimizin dostları arasına gir dendi.

Peki,

Kötü bir şey mi söylendi?

 

Terbiyeli olman istendi.

Peygamberi kendine örnek ve kılavuz al dendi.

Büyüklerin yanına yaraşır davranışlarda bulunun dendi.

Peki,

Kötü bir şey mi söylendi?

 

Allah dostlarının yaşamlarını ve izledikleri yolları öğrenerek iyi bir yol gösterildi.

İşin başında işin sonunu görme yeteneğin kazandırıldı.

Yanlış yapmaktan, günaha girmekten, kul hakkına girmekten sakındırıldın.

Peki,

Kötü bir şey mi söylendi?

 

Kendin kendini özeleştiriye sokarak yüzleşmen sağlandı.

Kendi ölçülerin bırakılarak Hak ölçülerine göre değerlendirmen sağlandı.

Kendi yaptıkların kendine söylendi, başka birine değil.

Peki,

Kötü bir şey mi söylendi?

 

Uzun bir geçmişten sonra ki dünya hayatında doğru nasıl davranmalısın anlatıldı.

Dünya hayatından sonra başına gelecekler anlatıldı.

Çok özel ve güzel bilgilerle donatıldın.

Peki,

Fena bir şey mi söylendi?

 

Ey yaren,

Sen kendi kendine doğruları söylemekten kaçıyorsan,

Doğruları öğrenmekten ve yaşamaktan kaçıyorsan

Elbet hayatın gerçekleri seni yakalayacak kıskıvrak bağlayacak.

Çaresizlik içinde kalacaksın.

 

KEŞKE diyeceksin ama bu sana kurtuluşun için fayda sağlamayacak.

 

Ey yaren KEŞKE dememen için AH demelisin, AH etmelisin. 

Seni kurtaracak o içten gelen AH ne ettim demendir.

 

Neyi, nerede, nereden, ne zaman, ne kadar, nasıl elde edip kendine mal edeceğini iyi bilmen için iyi bir önderin olmalıdır.

 

Önderin ille de yaşayan olması gerekmez.

Her bakımdan bize örnek olacak, yol gösterecek o kadar çok büyüğümüz var ki bilememen imkânsız.

 

Birinin eteğinden tuttun mu o seni daha iyi yere ve kişiye yönlendirir.

Önce kendi ışığı ile yol gösterir, sonra sana daha aydınlık verecek kaynağa yönlendirir.

 

Neyse kısa keselim.

                          *

RAVLİ

Popüler Yayınlar