Baha Veled daha o konağa ve
ülkelere ulaşmadan oraların halkı onu bir günlük yoldan karşıladılar.
Mükemmel surette ağırlayarak
yemekler hazırladılar.
Bağdat dolaylarına yaklaşınca
şehri muhafızları gelenlerin kim olduklarını sorduklarında Baha Veled:”
Tanrı’dan geldik Tanrı’ya gidiyoruz,
Tanrı’dan başka kimsede
kuvvet ve kudret yoktur.
Biz mekânsızlıktan gelip
mekânsızlığa gidiyoruz” diye cevap verdi.
Arap muhafızlar halifeye haber
saldılar.
Zamanının şeyhlerin şeyhi
Şahabeddin Suhreverdi, halifeden bu sözleri duyunca:
Bunu ancak Belh’li Baha’addin
Veled söyleyebilir” dedi.
Böylece Bağdat’ın uluları ve
küçükleri tam bir aşk ve doğrulukla Baha Veled’i karşılamaya gittiler.
Suhreverdi katırdan inip
nezaketle Baha Veled’in dizini öptü, hizmette bulundu ve tekkesine doğru
yürüdü.
Sultan-ül- ulema “ İmamlara
medrese daha münasiptir” diye buyurup Muntansıriye medresesine indi.
Baha Veled, Suhreverdi’ye
hitaben:
“Biz burada demir atıp kalmak
istiyorduk;
Fakat yalnız aziz olan Tanrı
isterse şeyhin gösterdiği iyi muamele sayesinde Mekke’ye gitmek üzere ihrama
bürünmeyi tercih ediyoruz” dedi.
*
Hoş geldin hediyesi olarak
halife, ona çeşitli yemeklerle beraber altın bir tabak içinde üç bin mısır
altını gönderdi.
Baha Veled:
“Halifenin malı haram ve
şüphelidir” diyerek gönderilen hediyeleri kabul etmedi. Ve
“ Kendini içkiye, çalgıları
ve şarkıları dinlemeye veren bir kimsenin yüzü görülmeye ve bulunduğu yerde
oturmağa layık değildir” dedi.
Bu haber halifenin kulağına
gider gitmez, son derecede kederlenip üzüldü.
Halife Suhreverdi’yi huzuruna
çağırdı,
“Bu adamın yüzünü mutlaka
görmem lazımdır” dedi.
Suhreverdi de
“Ey yeryüzünün halifesi!
O sizinle yüz yüze gelmeye
razı olmuyor.
Ben o ulu kişinin olağan üstü
heybetiyle, halife hazretlerinin vereceği ceza arasında şaşırmış kalmışım” diye
cevap verdi.
Bunun üzerine halife:
“Çaresiz, onun yüzünü
görebilmem için bir çare bulmak lazımdır” diye buyurdu.
Şeyh:
“Onun yüzünü belki Cuma günü
camide görebiliriz” dedi ve kalkıp Sultan-ül-ulema’nın huzuruna geldi.
Ondan bir vaazda bulunmasını
rica ederek,
“Bütün Bağdat ahalisi büyük
ve küçükler candan ve âşıklara yaraşır bir niyazla senin meclisine vurgun ve
susamışlardır.
(Zikret (Allah beni anın diyor), çünkü benim
zikrim müminlere faydalıdır)
Ayetine icabet ederek inayet
buyurursunuz.
Onların ricalarının kabul
edileceği umulur” dedi.
Sultan davete icabet ederek
razı oldu.
Bağdat şehrinde Baha Veled’in
Cuma günü vaiz vereceği haberi yayıldı.
Bütün Bağdat halkı büyük
camiye toplandılar, sesi güzel hafızların her biri Kuran’ın muhtelif
yerlerinden ayetler ve on ayet uzunluğunda bölümler okudular.
Baba Veled o kadar güzel,
ince, garip ve dakik şeyler söyledi ki, mecliste bulunanların hepsi baştanbaşa
mest oldular ve kendilerinden geçtiler.
Halife anlatılmayacak
derecede ağladı.
Baha Veled mübarek sarığını
kaldırdı ve yüzünü halifeye çevirerek:
“Ey Abbas oğullarının halefi!
Yazıklar olsun, sen Salih bir
halef değilsin.
Böyle mi yaşamak lazımdır?
Şeriat dininde şeriatsızlık
yaşanır mı?
Acaba bu delili Tanrı’nın
kitabında okudun mu?
Bu fetvayı peygamberlerin
hadislerinde buldun mu?
Bu delili ilk dört halifenin
sözlerinde ve din imamlarının yaptıklarında rastladın mı?
Nihayet sen, bu hareketleri
ne suretle uygun gördüğünü, kendine uygun saydığını ve ayağını şeriat yolundan
dışarı attığını söyleyemezsin.
Ulu Tanrı’nın intikamlarından
korkmuyor ve Mustafa hazretlerinden utanmıyor musun?
Şimdi sana bir haber
veriyorum:
“Küçük gözlü olan ve etrafa
ateş saçanlar yani Moğol askerleri geliyorlar.
Tanrı’nın takdirine göre,
onlar seni şehit edecek ve büyük bir işkence ile öldürecekler, senin İslam
dinine karşı olan kinini canından çekip çıkaracaklar.
Vaktine hazır ol, gaflet perdesini
gönül gözünden kaldır, akıl kulağını aç, günahlarını bırakarak, Tanrı’ya
dönmeye çalış ondan af dilemekle meşgul ol.
Padişah feryat etti ve
hüngür-hüngür ağladı.
Padişah eşya, atlar ve
paralar gönderdi ise de Baha Veled kabul etmedi. Ve
“Sadaka almak ne zengine, ne
de sağlığı yerinde olan bir adama yaraşır.
Bizim kâfi derecede malımız
ve servetimiz vardır.
Bize hiçbir şey lazım
değildir.
Eğer onun bağışladığı şeyi
kabul edersek, Tanrı’nın gazasına mani olmuş oluruz.
Hâlbuki” Hiçbir şey onun kararını
geri çeviremez ve hiçbir şey onun hükmünün yerine gelmesine mani olamaz” o
istediğini ve dilediğini yapar” dedi.
Baha Veled Bağdat’tan hareket
etmemişti ki Cengiz’in beş yüz bine yakın Moğol askeriyle Belh’i kuşattıkları
ve Horasanı harap ve yağma ettikleri, sayısız esir aldıkları haberi geldi.
Bağdat halifesi bu can eriten
ve hoşa gitmeyen haberi işitince üzüldü ve kendine bir hal geldi.
Devletinin göçeceğini
ülkesinin elinden gideceğini kendin de anladı.
Üçüncü gün Baha Veled Küfe
yolundan Kâbe’ye hareket etti.
Ulu Kâbe’yi ziyaretten
dönünce Şam’a uğradı.
O zaman orada Melik-ül-Eşref
hükümdardı.
Şam halkı Baha Veled’e büyük
bir rağbet göstererek orada kalmasını istediler.
O,
“Tanrı yurdumuzun Rum
ülkesinde olmasını buyurdu” diyerek razı olmadı ve “bizim toprağımız Konya
başkentindedir” dedi.
Baha Veled hazretleri oradan
Konya’ya tabi olan Larende (Karaman) şehrine ulaştı.
Orada İslam sultanı Alaattin
Keykubat’ın vekillerinden Emir Musa adında biri vardı.
Emir Musa o ilin subaşısı ( Belediye
başkanı) ve hâkimi olup çok kahraman, temiz ve sadık bir Türk’tü.
O Baha Veled gibi bir adamın
Horasan ülkesinden geldiğini işitince ve böyle bir güneşin başka bir yerde
kolayca parlamayacağını da bilince bütün şehir halkı ve askerlerle birlikte
yaya olarak onu karşıladı.
Hepsi onun talebesi oldular.
Her ne kadar Emir Musa Baha
Veled’i sarayına çağırdıysa da Baha Veled razı olmadı ve mutlaka bir medrese
istedi.
Bunu üzerine Emir Musa
hazretleri şehrin ortasında onun için bir medrese yapmalarını emretti.
Bu durumu Sultan Alâeddin
sonradan Emir Musa’ya öğrenince kızdı.
Emir Musa padişaha giderek
durumu arz etti.
Padişah Sultan Alaattin
hediyeler göndererek davet etti.
Sultan Veled Konya’ya
gelirken yolda karşılandı.
Sultan uzak bir mesafede
attan indi, gidip şeyhin dizini öptü.
Elini sıkmak istedi Baha eli
yerine asasını uzattı.
Sultan bu heybetten ve keskin
bakıştan titremeye başladı.
Sultanın niyeti Sultan-ül-
Ulema’ya kendi sarayının holünde yer hazırlamak ve onu orada misafir etmekti.
Baha Veled kabul etmedi ve
“İmamlara medrese, şeyhlere
hanikah (tekke), emirlere saray, tüccarlara han, başıboş gezenlere zaviyeler
(sufi tekkesi), gariplere kervansaraylar münasiptir” diye buyurup Altunpa
medresesine indi.
Sultan Alaattin Baha Veled’e
para ve eşyadan türlü hediyeler gönderdi.
Baha Veled:
“Sizin mallarınız haramla
karışık ve şüphelidir. Bana yetecek kadar esbabım vardır ve daha atalarımızın
savaşı suretiyle elde ettikleri malımız duruyor” diyerek hiç kimseden, hiçbir
şey kabul etmedi.
Herkes onun bu Ebubekir
evladına yaraşır takvasının kemaline ve tokgözlülüğüne şaştı.
Sayısız doğruluk ve
samimiyetle kadın ve erkek onun öğrencisi oldu.
Padişah Alaattin içinden Baha
Veled’in hazır bulunanlara konuşmasını ve bilgisiyle onları aydınlatmasını
düşündü.
Baha Veled:
“Ey dünya padişahı sana
Sultan-ül-Ulema geldi dediler, bir metihçi geldi de senin için metihte
bulunuyor demediler.
Eğer sen samimiyet ve gönül
huzuru ile bir an başını önüne eğer de kalbini dinlersen ve içindeki terbiyeni
saklarsan gönlün istediği ve murat ettiği şey söylemeden de sana kolay olur”
dedi.
***
ARİFLERİN MENKIBELERİ, Şark
İslam Klasikleri 29,
Ahmet Eflaki, M.E B.
YAYINLARI 489
***
İşte böyle yaren;
Bizlere açıkça, anlaşılır
olarak, aklımızın kolayca kabul edebileceği hayatın sırrını kolayca veriyor.
Ne diyor:
“Eğer sen samimiyet ve gönül
huzuru ile bir an başını önüne eğer de kalbini dinlersen ve içindeki terbiyeni
saklarsan gönlün istediği ve murat ettiği şey söylemeden de sana kolay olur”
Binlerce mesaj yazdık, bu
mesajlar işte bunu anlaman, önemini kavraman içindir.
Ey yaren,
Zaman içinde gönlüne
doldurulan değersiz isteklerinden temizlenmen istendi.
Gönül tahtına Allah sevgisini
yerleştir dendi.
Peygamberimizin dostları
arasına gir dendi.
Peki,
Kötü bir şey mi söylendi?
Terbiyeli olman istendi.
Peygamberi kendine örnek ve
kılavuz al dendi.
Büyüklerin yanına yaraşır
davranışlarda bulunun dendi.
Peki,
Kötü bir şey mi söylendi?
Allah dostlarının yaşamlarını
ve izledikleri yolları öğrenerek iyi bir yol gösterildi.
İşin başında işin sonunu
görme yeteneğin kazandırıldı.
Yanlış yapmaktan, günaha
girmekten, kul hakkına girmekten sakındırıldın.
Peki,
Kötü bir şey mi söylendi?
Kendin kendini özeleştiriye
sokarak yüzleşmen sağlandı.
Kendi ölçülerin bırakılarak
Hak ölçülerine göre değerlendirmen sağlandı.
Kendi yaptıkların kendine
söylendi, başka birine değil.
Peki,
Kötü bir şey mi söylendi?
Uzun bir geçmişten sonra ki
dünya hayatında doğru nasıl davranmalısın anlatıldı.
Dünya hayatından sonra başına
gelecekler anlatıldı.
Çok özel ve güzel bilgilerle
donatıldın.
Peki,
Fena bir şey mi söylendi?
Ey yaren,
Sen kendi kendine doğruları
söylemekten kaçıyorsan,
Doğruları öğrenmekten ve
yaşamaktan kaçıyorsan
Elbet hayatın gerçekleri seni
yakalayacak kıskıvrak bağlayacak.
Çaresizlik içinde kalacaksın.
KEŞKE diyeceksin ama bu sana
kurtuluşun için fayda sağlamayacak.
Ey yaren KEŞKE dememen için
AH demelisin, AH etmelisin.
Seni kurtaracak o içten gelen
AH ne ettim demendir.
Neyi, nerede, nereden, ne
zaman, ne kadar, nasıl elde edip kendine mal edeceğini iyi bilmen için iyi bir
önderin olmalıdır.
Önderin ille de yaşayan
olması gerekmez.
Her bakımdan bize örnek
olacak, yol gösterecek o kadar çok büyüğümüz var ki bilememen imkânsız.
Birinin eteğinden tuttun mu o
seni daha iyi yere ve kişiye yönlendirir.
Önce kendi ışığı ile yol
gösterir, sonra sana daha aydınlık verecek kaynağa yönlendirir.
Neyse kısa keselim.
*
RAVLİ