Dedi ki: Ömürlerince arşın daha yücesine çık, sonra yerin ta dibine in.
Ne varsa, ne olmuş ve ne
olacaksa;
İyi, kötü, hepsi de bir
zerreden (Çok küçük parçacıktan) ibarettir;
Hepsi de Tanrı’nın cömertlik
ve ihsan denizinden bir damladır.
Bu âleme bir ihsan (İyilik) bile
gelmiş yahut gelmemiş…Ne çıkar bundan?
A bön (Saf) kişi, bu vadiyi aşmak
pek kolay değildir.
Fakat sen bilgisizliğinden
dolayı kolay sanıyorsun!
Şu gönlün (Kalpte oluşan duygularının kaynağı) yüzlerce defa kan
kesilse (Kıpkırmızı olsa) yine bir konaklayıp, durulup tekrar yola düşülen yeri bile aşamazsın.
Her an, bir âlem boyunca yol
aşan baktın mı görürsün ki henüz ilk adım attığın yerdesin!
Hiçbir yolcu, yolun sonunu
göremedi.
Hiç kimse bu derdin dermanını
bulamadı.
Durdun mu buz kesildin,
dondun gitti.
Gâh (Bazen) leş haline gelirsin, gâh
ölür gidersin!
Yok, durmadın da daima yelip
yorttun (Hızlıca hareket ettin) mu boyuna
“GEL” sesini duyar durursun!
Ne gitmenin faydası var, ne
durmanın.
Ne ölürsün ne doğarsın.
Ne çare;
Pek zorlu bir yola düştün.İş zor, öğretecek ustan da yok!
Ey susup duran kişi, bu işe
girişme, girişte dur.
Kendine gel.
Bu işi bırak, boşla;
İşe sarıl, işe giriş!
Hem işi bırak hem işe giriş.
İşini hem azalt, hem çoğalt!
Bir iş çıkar da bu işe derman
olursa işin sonuna kadar işsiz kalmazsın.
Yoksa bir iş çıkmaz, derdine
derman olmazsa nasibin ancak işsizliktir.
Önce yaptığın işi bırak.
Bunu yapman da doğrudur,
yapmaman da.
Ha yapmışsın, ha yapmamışsın!
Burada gereken iş nedir?
Tanınmaz, bilinmez ki;
Nasıl anlar bilirsin?
Fakat olur ya, belki tanır
bilir de o işe koyulursun!
Hele niyazsızlığa (İhtiyaç
duymamaya) bak, istiğnayı (Tok gözlülüğü) bir gör.
Diler şarkı söyle,
diler bağır, yolun!
İstiğna şimşeği (Tok gözlülük), burada öyle bir çakmıştır ki onun alevinden derhal yüzlerce cihan yanmış yakılmıştır!
Burada yüzlerce cihan,
topraklara dökülür.
Bu vadide cihan olmazsa
olmasın;
Ne zararı var ki?
*****
Mantık al-Tayr 2.
Feridüddin-i Attar
****
Yaren yücelere de çıkacaksın
aşağılara da ineceksin.Bu bir olgunluk yolculuğudur.
Bir gökdelene aşağıdan
bakarsan ne büyük dersin, aynı binaya uçaktan baktığında bir nokta olarak
görürsün.
Yani; büyüten ifade de
küçülten ifade de sana ait.
Oysaki bina aynı
büyüklüktedir.
Gerçeği olduğu gibi görmek
her iki uca giderek bulunur.
Durumuna konumuna bakarak
sevinç de duyma, üzüntü de duyma.Bu bir yolculuktur.
Amaçladığımız yere varana kadar devam edecektir.
Gecenin arkasından sabah
nasıl geliyorsa aydınlığın arkasından karanlık gelir.
Sen her durumun geçici
olduğunu ve bir durak olduğunu anlayıp kabul ederek bekleyiş süresinden sonra yoluna
devam edeceksin.
Sonra bir bakacaksın ki çok
önemsediğin, sevindiğin ve acı duyduğun bir andır, hayatının küçük bir
parçasıdır.
Büyültenin kendin ve kendi
bilgisizliğin yüzünden düşüncendeki aşırılık olduğunu görürsün.
*Yargı yaparak suç ve cezaya
yönelirsen yoldan kalırsın.
Ne kendini ne de başkasını
suçlamamalısın.
Tanrının oyununu anlamaya
çalışmalısın.
Sevinç duyduğun zaman da
sahiplenmeye yönelmemelisin.
Ve yaren görürsün ki tüm
yaşamında gördüklerin
Tanrının bir ufak bir
bağışıdır.
Sevinç de duyduğun, üzüntüde
duyduğun bir konak yeridir.
Yani sevinerek sevinci yaşayıp öğreneceksin, arkasından üzüntü konağına geleceksin üzüntüyü yaşayarak öğreneceksin yoluna devam edeceksin.
Durup aynı durumda kalmak
yok.
Bu durum söylendiği kadar
kolay değildir.
*Sevinçten de, acıdan da,
üzüntüden de sıyrılıp etkisinden kurtulmasını bilmelisin.
Tekrarlanan ve sonu
gözükmeyen davranışlarla gidersin.
Bu konuda iyi yol aldım dersin ama kendine bir baktığın zaman bir adım bile atamamış olduğunu görürsün.
Yine de adım atmaya devam
etmelisin.
Bu yolda gitmeyenler, hareketsiz kalanlar çürümeye ve yok olmaya kendilerini mahkûm ederler.
Bu yolda adım atmaya devam
edenler davet hitabı olan
“GEL, YAKLAŞ” sesini hep
duyar
Tanrı’ya ulaşma yollarını arayışta tekrar
heveslenirler.
Bir belirsizlik
alanındasındır.
Gitmenin faydasını
göremezsin.
Durmanın da faydasını göremezsin.
Ne ölüsün.
Ne dirisin.Sana senin durumunu anlatacak, yol gösterecek birini de bulamazsın.
Yol gösteren olsa bile anlamazsın.
Kararsız bir haldesin.
Yani yönünü kaybetmiş birinin
ormanda kalması gibi.
Sen yine de arayış içinde
çalışmaya devam et.
Beklemekten bir şey elde
edemezsin.
Kendinin anlamadığı bilmediği
bir alanda nasibin varsa
sana çıkış yolları
gösterilerek anlar ve yoluna devam edersin.
Tok gözlülük o kadar kolay
elde edilemez.
İsteklerin seni bağırtır,
şarkı söyletir, üstünü başını yırttırır, kabul edilemeyecek kadar aşağı
davranışlara sokar.
İsteklerden vazgeçersen sayısız sorun kaynağını baştan halletmiş olursun.
Kafan karışıklığı gider,
Zihninin bulantısı durgun
hale gelir.
Önemliler önem sırasına göre
baş gösterir.
Gerçek ihtiyacın yalın olarak
ortaya çıkar.
Berraklaşırsın.
Hakikati görüşün netleşir.
Böylece aslında önemsiz,
senin önemli kıldığın her şey
yakılıp kül haline getirilerek yok edilir.
Her şeye gerçek değerini
vermeye çalışırsın.
İhtiyacın gibi gözüken isteklerini
üstünden atar, yükünden kurtulursun.
Önemsizleri üstünden at, yak
yok et, yol uzun, üstünde yükle fazla yol alamazsın.
Yaren her şeyi “HİÇ” olarak
değersizleştirmelisin sonra da aşarı değer vererek uç noktaya gitmelisin, sonra
da kendi haline bırakarak yerini ve değerini tam bulması için zamana
bırakmalısın.
Daha açık söylemek gerekirse;
İsteklerin aklına baskı yaparak hemen olsun benim olsun ister.
Zaman ve şartları ve
harcanacak emeğin getirisini isteklerin hiç algılamaz, yalnızca aklına baskı
yapar.
Akıl da çaresiz yapmaya
çalışarak vücudunu zorlar.
Bu durumda kontrolü
kaybetmişsin, kontrolü isteklerin ele geçirmiştir.Tekrar kontrolü ele alıp doğru seçenekler yapman ve davranman için TOK GÖZLÜ olman gerekir.
Kontrolü asla isteklerine bırakamazsın.
Doğru seçilmiş hedef yolunda
bunu yapman gereklidir ve önemlidir.
Bir şeyin gerçek değerini
bilmedikçe, bulmadıkça ve vermedikçe gönlün asla sakinleşmez.
*
RAVLİ