24 Kasım 2012 Cumartesi

TANRI ERLERİNİ ANIŞ

Bir sofiye ihtiyar bir adam:
“Tanrı erlerinden niceye bir bahsedip duracaksın” dedi.

Sofi cevap verdi.
“Dilim, bundan hoşlanıyor…
Daima Tanrı erlerinden bahsetmek hoşuma gidiyor.

Onlardan olmasam bile hiç olmazsa onlardan bahsediyorum ya…
Bunu candan söylüyorum;
Bu yüzden de gönlüm hoşlanmada!

Şekerin, yalnız adını biliyorum ama bu, ağzımda zehir olmadan daha iyi ya!”

Divanım, baştanbaşa divanelikten ibaret…
(Meclisim sıra dışılıktan ibaret)
Akıl bu sözlere yabancıdır.

Can, yabancılıktan arınmadıkça bu divanelikten bir koku bile alamaz.
(Tanrı erlerini tanımadıkça bir şey anlayamaz)

Şaşılacak şey!
Ne kadar söyleyeceğim..
Niceye bir kaybetmediğim şeyi arayıp duracağım, bilmem!

Aptallıkla devleti terk ettim, ondan hiç bahsetmedim de gaflet aylaklarına (Dikkatsizce yaşayanlara) ders vermeye kalkıştım.

Bana
“Ey yolunu kaybeden, kendinden bu suçunun özrünü dile” derlerlerse,
Bilmem ki bu iş doğrulur mu?

Yahut bu ömrüm gibi yüzlerce ömrüm de olsa da özür dilemekle geçirsem kudretim yeter de özür dilebilir miyim?

Bir an olsun, onun işine girişseydim hiç böyle şiirlere dalar gider miydim ben?

Durağım, onun yolunda olsaydı şiirimin “ş” i, daima sır kelimesinin “s” i olurdu.

Şiir söylemek, hiçbir şey elde etmemiş olmanın delilidir.
Hele kendini görmek (ne güzel söylüyorum diye kendi kendini övmek), bilgisizlikten ibarettir.

Âlemde derdime mahrem olacak kimseyi görmediğimden bir hayli şiir söyledim, kendimi şiirle eğledim (avuttum).

Senin sırdaşın, mahremin varsa açıl.

KANLAR SAÇ,
KAN AĞLA,
SIRLARIN ASLINI SOR,
ARA!

Bende kanlar ağladım, kanlı gözyaşları saçtım da öyle bir kanı, kelimelerle gizledim!

Bu engin denizi bir koklarsan sözlerimden o kan kokusunu duyarsın.
Sonradan meydana çıkanlarla zehirlenmiş olana panzehir olarak bu yüce sözler kâfidir.

Attar’ım, panzehir veriyorum ama yanmış yakılmış bir ciğerim var.
Tertemiz kan sunmadayım!

Tatsız tuzsuz, ciğeri beş para etmez nice kişiler var.
Onun için yalnız başıma ciğerimi yiyip duruyorum.

Cimri karılar gibi önüme bomboş bir sofra yaymada, sonra gözyaşlarımdan ortaya bir çorba koymada;

Gönlümü de çıkarıp ekmek yerine o sofrayı donatmada, hatta bazı-bazı Cebrail’i bile konuklamadayım!

Ruhülkudüs’le beraber yiyip içmekteyim.
Artık her devletsizin ekmeğini kırıp ufalayabilir miyim ben?

Her türlü kişinin ekmeğini istemem.
Bana bu ekmekle bu yemek kifayet (yeter) eder.

GÖNÜL ZENGİNLİĞİ, CANIMA CAN KATMADA;
KANAAT TÜKENMEZ BİR HAZİNEM.

Böyle bir hazineye sahip olan zengin, öyle her aşağılık kişinin minneti (iyiliğe karşılık borçlu kendini hissetmek) altına girer mi?

Tanrı’ya şükürler olsun padişah sarayına mensup değilim.
Öyle her hürmete layık olmayana bağlı da değilim!

Ne başımda padişah lokmasının havası var, ne kapıcının sillesini yemek korkusu.

Ben nerde öyle herkese gönül verecek;
Her aşağılık kişiye efendi adını takacağım?

Hiçbir zalimin yemeğini yemediğim gibi divan kâtiplerine ait bir mahlas bile takınmadım.
(Saraya mensup olup şiir yazanların ikinci adı vardı.
Ben ikinci bir ad kullanmadım)

Halkla hiçbir alışverişim yok;
Yüzlerce belalar içindeyim de yine de neşeliyim.

Ben bu birbirinin kötülüğünü isteyen topluluğa boş verdim…
Adımı ister iyi taksınlar ister kötü!

Övdüğüm ancak yüce himmetimdir ve bu da yeter bana.
(Himmet: Gayret, çalışma, çabalama, emek.)

Ruhumun gıdası, aynı zamanda cismime de gıda oluyor.
Bu kâfi!

Önce gelenler, beni tapılarına götürdüler ama bu KENDİNİ GÖRENLERLE ben niceye bir uğraşacağım!

Ben kendi derdime düşmüş, öyle aciz bir hale gelmişim ki bütün âlemden elimi çekmişim.

Eğer derdimden nasıl acıklandığımı (üzüldüğümü) duysaydın bana, benden ziyade şaşardın.

Cismim de gitti, canım da.
Cismimden, canımdan da bana kalan pay, ancak dert ve üzüntü.
                                    ****
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri.
M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                      ***
Yaren,

İstediğin büyüklüğe ulaşamasan bile büyükleri sık anarak gönlünde sevgi ve saygı oluşturmalısın.

Böylece sevgi bağı kurar, bağlanır ve bu bağı kuvvetlendirirsin.
Candan sevip sofilere bağlanmadıkça hikâyelerden yarar sağlayamazsın.

Anlatılan sofi hikâyelerinde aklının hemen anlayacakları olduğu gibi sonra oluşan kimyanın tesirinden dolayı daha başka şeyleri de ileride anlarsın.

Bu kimya ne denli fazla sende oluşursa öngörün artar.
Olmuş olayların sonuçlarını değerlendirerek ders alırsın.

Sonra olayın içinden sonu görürsün.
Sonra da olayın başlangıcından sonu görürsün.

Daha sonra küçük bir veriyi değerlendirerek sonu görürsün.
Daha-daha sonra da yanlış olanların yolunu kapatarak doğrunun yol almasını ve sonlanmasını sağlarsın.

Yani kâmil olursun.
Yani olgun olursun.
Yani pir olursun.

Yaren o kadar görsel olmadığı ve hemen sonuç alınmadığı için değersiz sanmayasın!

Sıra dışı ve gizlenmiş olan bu yolu anlamanız için daha açık hale getirdim.
Ama kişiye özel açıklıkları perden açılarak kendin yaşayacaksın.

Sözden daha önemli olan kişinin bildiklerini yapmasıdır.
Yaren henüz sana başkasına öğretme görevi verilmedi ise öğrendiğin sözü başkasına aktarmak için uğraşma, uygulayarak yaşamına kat.

Hele söze ben diye veya sonuçta kendini kendin yüceltme kokusu varsa sözlerin reddedilir, istekli olanın da yolunu kesmiş olursun.

Önceleri ters veya yanlış gözükebilir.
Yaparken insanın üstü de kirlenir, yorgunluk da olur.

Unutma ki sonuçlar kalıcıdır.
Sonuç alana kadar yolundan vazgeçme.

Kendini araya sokma, başkasının değerini kendininmiş gibi gösterme, ben yaptım, ben başardım diye söyleme.

Ama yaptığın işi kendin beğen ve daha iyisini yapmak için uğraşıya devam et.
Bizim bu uğraşımıza mal ve para getirmediği için çok kişi soğuk bakar.

Bundan dolayı sır arkadaşı zor buluruz.
Seni başkasının anlamasını bekleme ve isteme.

Sen sofileri anlamaya ve sofi olmayı iste.
Senin sıkıntıların başkalarını ilgilendirmez.

Sıkıntılar sana verilmiştir ve bu sıkıntılarla bir şekilde yaşamayı ve kendinle barışık olmayı becermelisin.

Aranılan mutluluk buradadır.
Sorunsuz, dertsiz olmak mutluluk getirmez.

Derdi de, sıkıntıyı da, hastalığı da, karşına çıkan sorunları da sevmelisin.
Yaren büyüklerin sofrasından dışarıya attıklarını yiyerek beslendik.

Sofraya layık olursan buyur derler.
O sofrada oturanlar olduğun zaman, her şeyde kendini gören ve ele bakan insanlardan soğur, uğraşmazsın bile.

Başkasından bir şey bekleyiş içinde olmamalısın.
Kendi emeğinle geçinme yolunda olmalısın.

Çıkarı için güzel şeyler yapanı asla örnek alma.
Çıkar gözetmeksizin güzel şeyler yapanı örnek almalısın.

Yaren, şunu iyi hatırla:
Peygamberimiz ölmeden önce ölünüz dedi.

Bütün sofiler bu sözü emir bilip yaptılar.
Çanakkale de Atatürk “ Ölmeyi emrediyorum” dedi.

Yani sevdiklerimizin doğru ve iyi yaşaması için ölmek gerektiğini artık anlamalısın.

Bu ölmek önce nefsini (ihtiyaç dışı isteklerini) öldürerek başla.

Bunca gayret, çalışıp çabalamadan ve ortaya çıkan yorgunluktan kişisel elde edişimiz yaşama sevincidir.

Bedenin dünyaya ait olduğu yerde, ruhun ruh âleminde, canın can âleminde, gönlün gönül âleminde, kalbin kalp âleminde aynı anda ve bir arada ve geldikleri yerde yaşaması ne güzeldir.

İşte sevince ulaştın yaren.
Bu sevinçle Tanrı tapısına doğru git.

Hem de güle oynaya.
Peki, yaren bizden bu büyüklerimiz ne beklediler?

Ne istediler?
Kendileri için bir şey istemediler ki.

Peki, senden bir şey neden istemiyorlar?
Çünkü onlar her şeyi bilen Tanrı’dan isterler ve beklerler.

Senden kendileri için bir şey bekleyiş içinde olmadıklarından özgür ve olgunluk içinde sevinçle vücuda bağlı kalmadan yaşamına devam ederler.

                                           *

Babam Müftü Fehmi BAYRAŞA ‘ Oğlum Tanrıya giden yolu büyüklerimiz gitmişler ve güzelce tarif etmişler, sana düşen bu yolu öğrenip gitmektir.

Yeni bir yol bulmak için uğraşma.” Dedi.

                                            *
RAVLİ

 

 

 

 

 

 

Popüler Yayınlar