“Tanrı erlerinden niceye bir bahsedip duracaksın” dedi.
Sofi cevap verdi.
“Dilim, bundan hoşlanıyor…Daima Tanrı erlerinden bahsetmek hoşuma gidiyor.
Onlardan olmasam bile hiç
olmazsa onlardan bahsediyorum ya…
Bunu candan söylüyorum;Bu yüzden de gönlüm hoşlanmada!
Şekerin, yalnız adını
biliyorum ama bu, ağzımda zehir olmadan daha iyi ya!”
Divanım, baştanbaşa
divanelikten ibaret…
(Meclisim sıra dışılıktan
ibaret)Akıl bu sözlere yabancıdır.
Can, yabancılıktan
arınmadıkça bu divanelikten bir koku bile alamaz.
(Tanrı erlerini tanımadıkça
bir şey anlayamaz)
Şaşılacak şey!
Ne kadar söyleyeceğim..Niceye bir kaybetmediğim şeyi arayıp duracağım, bilmem!
Aptallıkla devleti terk
ettim, ondan hiç bahsetmedim de gaflet aylaklarına (Dikkatsizce yaşayanlara)
ders vermeye kalkıştım.
Bana
“Ey yolunu kaybeden,
kendinden bu suçunun özrünü dile” derlerlerse,Bilmem ki bu iş doğrulur mu?
Yahut bu ömrüm gibi yüzlerce
ömrüm de olsa da özür dilemekle geçirsem kudretim yeter de özür dilebilir
miyim?
Bir an olsun, onun işine
girişseydim hiç böyle şiirlere dalar gider miydim ben?
Durağım, onun yolunda olsaydı
şiirimin “ş” i, daima sır kelimesinin “s” i olurdu.
Şiir söylemek, hiçbir şey elde etmemiş olmanın delilidir.
Hele kendini görmek (ne güzel söylüyorum diye kendi kendini övmek), bilgisizlikten ibarettir.
Âlemde derdime mahrem olacak
kimseyi görmediğimden bir hayli şiir söyledim, kendimi şiirle eğledim
(avuttum).
Senin sırdaşın, mahremin
varsa açıl.
KANLAR SAÇ,
KAN AĞLA, SIRLARIN ASLINI SOR,
ARA!
Bende kanlar ağladım, kanlı
gözyaşları saçtım da öyle bir kanı, kelimelerle gizledim!
Bu engin denizi bir koklarsan
sözlerimden o kan kokusunu duyarsın.
Sonradan meydana çıkanlarla
zehirlenmiş olana panzehir olarak bu yüce sözler kâfidir.
Attar’ım, panzehir veriyorum
ama yanmış yakılmış bir ciğerim var.
Tertemiz kan sunmadayım!
Tatsız tuzsuz, ciğeri beş
para etmez nice kişiler var.
Onun için yalnız başıma
ciğerimi yiyip duruyorum.
Cimri karılar gibi önüme
bomboş bir sofra yaymada, sonra gözyaşlarımdan ortaya bir çorba koymada;
Gönlümü de çıkarıp ekmek
yerine o sofrayı donatmada, hatta bazı-bazı Cebrail’i bile konuklamadayım!
Ruhülkudüs’le beraber yiyip
içmekteyim.
Artık her devletsizin
ekmeğini kırıp ufalayabilir miyim ben?
Her türlü kişinin ekmeğini
istemem.
Bana bu ekmekle bu yemek
kifayet (yeter) eder.
GÖNÜL ZENGİNLİĞİ, CANIMA CAN
KATMADA;
KANAAT TÜKENMEZ BİR HAZİNEM.
Böyle bir hazineye sahip olan
zengin, öyle her aşağılık kişinin minneti (iyiliğe karşılık borçlu kendini
hissetmek) altına girer mi?
Tanrı’ya şükürler olsun
padişah sarayına mensup değilim.
Öyle her hürmete layık
olmayana bağlı da değilim!
Ne başımda padişah lokmasının
havası var, ne kapıcının sillesini yemek korkusu.
Ben nerde öyle herkese gönül
verecek;
Her aşağılık kişiye efendi
adını takacağım?
Hiçbir zalimin yemeğini
yemediğim gibi divan kâtiplerine ait bir mahlas bile takınmadım.
(Saraya mensup olup şiir
yazanların ikinci adı vardı. Ben ikinci bir ad kullanmadım)
Halkla hiçbir alışverişim
yok;
Yüzlerce belalar içindeyim de
yine de neşeliyim.
Ben bu birbirinin kötülüğünü
isteyen topluluğa boş verdim…
Adımı ister iyi taksınlar
ister kötü!Övdüğüm ancak yüce himmetimdir ve bu da yeter bana.
(Himmet: Gayret, çalışma, çabalama, emek.)
Ruhumun gıdası, aynı zamanda
cismime de gıda oluyor.
Bu kâfi!
Önce gelenler, beni
tapılarına götürdüler ama bu KENDİNİ GÖRENLERLE ben niceye bir uğraşacağım!
Ben kendi derdime düşmüş,
öyle aciz bir hale gelmişim ki bütün âlemden elimi çekmişim.
Eğer derdimden nasıl
acıklandığımı (üzüldüğümü) duysaydın bana, benden ziyade şaşardın.
Cismim de gitti, canım da.
Cismimden, canımdan da bana
kalan pay, ancak dert ve üzüntü.
****
MANTIK AL- TAYR 2
Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
***
Yaren,
İstediğin büyüklüğe
ulaşamasan bile büyükleri sık anarak gönlünde sevgi ve saygı oluşturmalısın.
Böylece sevgi bağı kurar,
bağlanır ve bu bağı kuvvetlendirirsin.
Candan sevip sofilere
bağlanmadıkça hikâyelerden yarar sağlayamazsın.
Anlatılan sofi hikâyelerinde
aklının hemen anlayacakları olduğu gibi sonra oluşan kimyanın tesirinden dolayı
daha başka şeyleri de ileride anlarsın.
Bu kimya ne denli fazla sende
oluşursa öngörün artar.
Olmuş olayların sonuçlarını
değerlendirerek ders alırsın.
Sonra olayın içinden sonu
görürsün.
Sonra da olayın
başlangıcından sonu görürsün.
Daha sonra küçük bir veriyi
değerlendirerek sonu görürsün.
Daha-daha sonra da yanlış
olanların yolunu kapatarak doğrunun yol almasını ve sonlanmasını sağlarsın.
Yani kâmil olursun.
Yani olgun olursun.Yani pir olursun.
Yaren o kadar görsel olmadığı
ve hemen sonuç alınmadığı için değersiz sanmayasın!
Sıra dışı ve gizlenmiş olan bu yolu anlamanız için daha açık hale getirdim.
Ama kişiye özel açıklıkları perden açılarak kendin yaşayacaksın.
Sözden daha önemli olan
kişinin bildiklerini yapmasıdır.
Yaren henüz sana başkasına
öğretme görevi verilmedi ise öğrendiğin sözü başkasına aktarmak için uğraşma,
uygulayarak yaşamına kat.
Hele söze ben diye veya
sonuçta kendini kendin yüceltme kokusu varsa sözlerin reddedilir, istekli
olanın da yolunu kesmiş olursun.
Önceleri ters veya yanlış
gözükebilir.
Yaparken insanın üstü de
kirlenir, yorgunluk da olur.
Unutma ki sonuçlar kalıcıdır.
Sonuç alana kadar yolundan
vazgeçme.
Kendini araya sokma, başkasının
değerini kendininmiş gibi gösterme, ben yaptım, ben başardım diye söyleme.
Ama yaptığın işi kendin beğen
ve daha iyisini yapmak için uğraşıya devam et.
Bizim bu uğraşımıza mal ve
para getirmediği için çok kişi soğuk bakar.
Bundan dolayı sır arkadaşı zor
buluruz.
Seni başkasının anlamasını
bekleme ve isteme.
Sen sofileri anlamaya ve sofi
olmayı iste.
Senin sıkıntıların
başkalarını ilgilendirmez.
Sıkıntılar sana verilmiştir
ve bu sıkıntılarla bir şekilde yaşamayı ve kendinle barışık olmayı becermelisin.
Aranılan mutluluk buradadır.
Sorunsuz, dertsiz olmak
mutluluk getirmez.
Derdi de, sıkıntıyı da,
hastalığı da, karşına çıkan sorunları da sevmelisin.
Yaren büyüklerin sofrasından
dışarıya attıklarını yiyerek beslendik.
Sofraya layık olursan buyur
derler.
O sofrada oturanlar olduğun
zaman, her şeyde kendini gören ve ele bakan insanlardan soğur, uğraşmazsın
bile.
Başkasından bir şey bekleyiş
içinde olmamalısın.
Kendi emeğinle geçinme
yolunda olmalısın.
Çıkarı için güzel şeyler
yapanı asla örnek alma.
Çıkar gözetmeksizin güzel
şeyler yapanı örnek almalısın.
Yaren, şunu iyi hatırla:
Peygamberimiz ölmeden önce
ölünüz dedi.
Bütün sofiler bu sözü emir
bilip yaptılar.
Çanakkale de Atatürk “ Ölmeyi
emrediyorum” dedi.
Yani sevdiklerimizin doğru ve
iyi yaşaması için ölmek gerektiğini artık anlamalısın.
Bu ölmek önce nefsini
(ihtiyaç dışı isteklerini) öldürerek başla.
Bunca gayret, çalışıp
çabalamadan ve ortaya çıkan yorgunluktan kişisel elde edişimiz yaşama
sevincidir.
Bedenin dünyaya ait olduğu
yerde, ruhun ruh âleminde, canın can âleminde, gönlün gönül âleminde, kalbin
kalp âleminde aynı anda ve bir arada ve geldikleri yerde yaşaması ne güzeldir.
İşte sevince ulaştın yaren.
Bu sevinçle Tanrı tapısına
doğru git.
Hem de güle oynaya.
Peki, yaren bizden bu büyüklerimiz
ne beklediler?
Ne istediler?
Kendileri için bir şey
istemediler ki.
Peki, senden bir şey neden
istemiyorlar?
Çünkü onlar her şeyi bilen
Tanrı’dan isterler ve beklerler.
Senden kendileri için bir şey
bekleyiş içinde olmadıklarından özgür ve olgunluk içinde sevinçle vücuda bağlı
kalmadan yaşamına devam ederler.
*
Babam Müftü Fehmi BAYRAŞA ‘
Oğlum Tanrıya giden yolu büyüklerimiz gitmişler ve güzelce tarif etmişler, sana
düşen bu yolu öğrenip gitmektir.
Yeni bir yol bulmak
için uğraşma.” Dedi.
*
RAVLİ