25 Kasım 2012 Pazar

SÖZÜNDE DURMAK

Hinduların ihtiyar bir padişahı vardı.
Sultan Mahmut’un askerlerine esir düştü.

Onu, padişahın yanına götürdüler;
Sonunda Müslüman oldu.

Bildiklik nişanesini buldu;
İki âlemden de ayrıldı.

Ondan sonra bir çadırda tek başına oturur, kimse ona önem vermezdi.
O da sevdalara dalmış,

Gece gündüz ağlar dururdu.
Gecesi, gündüzünden beterdi, gündüzü gecesinden beter!

Feryat ve fiğanı hadden aşınca halini Sultan Mahmut’a haber verdiler.
Mahmut onu huzuruna çağırdı.

“Sana evvelce sahip olduğun saltanatın yüz mislini vereyim.

Sen de bir padişahsın;
Niçin haline ağlıyorsun?

Niceye bir ağlayıp duracaksın, sebep ne?
Vazgeç artık!” dedi.

Hindu padişahı dedi ki:
” Padişahım, ben saltanat ve mevki için ağlamıyorum ki!

Şu sebeple ağlamaktayım:
Yarın ululuk sahibi Tanrı, kıyamette benden sorar da derse ki!
Ey ahdinde (sözünde) durmayan vefasız, benim gibi bir Tanrı’ya karşı cefa tohumunu ektin ha!

Mahmut, senin mülküne cihanı dolduran yiğit atlılarla gelmeseydi.
Beni anmayacaktın bile…
Bu nasıl olur?
Bu, vefasızlık değil de nedir?

Ben senin için ordu hazırlarken sen, başkası için hazırlanmaktaydın.
Asker ülkeni almadıkça beni hatırına bile getirmedin;

Söyle, sana dost mu diyeyim, düşman mı?
Niceye bir benden vefa, senden cevr-ü cefa?

Vefakârlıkta bu, hiç yaraşır bir şey değil!
Tanrı’dan bu hitap gelirse bu vefasızlığı nasıl örteyim;

Bu soruya ne cevap vereyim ben?
O utangaçlıkla, o yanıp yakılmakla halim ne olacak?

Ey genç, bu ihtiyarın ağlaması bundan işte!

                                       *
İnsafı, vefakârlığı gör;
İyilik divanında verilen dersi işit!

Vefakârsan yola düşmeye yelten;
Değilsen otur, bu işten el çek!

Sevgiye ve vefaya sığmayan her şey, yiğitliğe yaraşmaz, yakışmaz.

                             *  
Kâfirden pek üstün olan bir gazi, savaşta namaz zamanı kâfirden mühlet istedi, namazını kılacaktı.
Kâfir, mühlet verdi; gazi de namaza durdu.

Namazdan sonra yine savaşa başladılar.
Kâfirinde kendince bir namazı vardı;

O da gaziden müsaade istedi, meydandan çekildi.
Tertemiz bir bucak seçti;

Önüne putunu dikti, başını secdeye koydu!
Gazi, kâfirin başını yerde görünce kendi kendisine, işte şimdi fırsat buldum dedi.

Ona habersizce bir kılıç indirmek isterken gökyüzünden hatif (Allah’tan söz getiren melek) seslendi:

Ey tepeden tırnağa kadar vefasız (Sözünde durmayan) adam, amma da vefakârsın, amma da ahdinde duruyorsun ha!        

Önce o da sana mühlet verdi, seni kılıçlanmadı, öldürmedi;
Şimdi sen onu kılıçlarsan bu bilgisizliğin ta kendisidir!

Ey” Ahidlere vefa edin” ayetini okumayan, ey öylece ilk adım attığı yerde kala kalan!

Kâfir bundan önce sana bir iyilikte bulundu;
Sen de artık bundan ileri gitme, kahpelikte (hilekâr, kalleş, dönek, kancık) bulunma!

O iyilik etti, sen kötülük ediyorsun.
Halka kendine yapılmasını istediğin şeyi yap!

Kâfirde bile vefa ve emniyet var.
Sen müminsen nerede vefa ve mürüvvetin (Sözünde durmak, insaniyetin, mertliğin, yiğitliğin, cömertliğin, iyilikseverliğin)?

Ey Müslüman, sen Tanrı’ya teslim olmamışsın;
Vefa ve mürüvvette kâfirden de aşağısın!

Gazi bu sözleri duyunca yerinde titremeye başladı;
Tepesinden tırnağına kadar terlere gark oldu.

Kâfir, onu, elinde kılıç şaşkın bir halde ağlar görünce.
“Neden ağlıyorsun yahu?” dedi.

Gazi doğrusunu söyledi.
“Şimdi beni senin için azarladılar…

Senin için bana vefasız dediler;
Senin yüzünden kahra (üzüntüye) uğradım
Onun için ağlıyorum” dedi.

Kâfir bunu duyunca bir nara attı, hay hayla ağlamaya koyuldu.
Dedi ki: Ayıplı ve aşağılık bir düşmanı için sevgilisini,

İman ederek vefa gösteren kulunu bile bu derece azarlayan bir Tanrı’yla sayı ve soru günü ne yapacağım ben?
Asıl vefasız benim.

Bana Müslümanlığı anlat da dine gireyim, Tanrı’ya şirk koşmayı yakayım, şeriat hükümlerine uyayım.

Yazıklar olsun; gönlümde bu kadar bağlar varmış benim
Böyle bir Tanrı’dan haberim bile yokmuş!

Ey hakikati aramayan, istemeyen kişi, ey edepsiz adam, senin asıl dileğin Tanrı’dır, ona karşı vefasızlıkların yeter artık!

Ama ben yine sabrediyorum, bir şey söylemiyorum;
Fakat feleğin tası, bir gün gelecek;

Bütün yaptıklarını birer-birer ve yüzüne karşı söyleyecek!
                                   ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI ( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                                    ***

VEFA:

Bir şeyi yerine getirmek,
Sözünde durmak,

Bağlılık,
Yapılan iyilikleri unutmamak,

İyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık vermek,

                                 *

En büyük vefakârlık nedir?
Yüce Tanrı’yı tanımak,

Verdiği nimetlerin kıymetini bilmek,
Sevgiyle bağlanarak hizmet etmek,

                                   *
Ayette Allah “ Bana verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım” buyurmaktadır.
(Bakara2/40)

                                   *
İşte böyle yaren, kabul edilebilmek için ahlaklı olman önceliklidir.

Neden?
Allah insanı ruh ve beden kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır.

Tin suresi (95/4) surede  “ en güzel biçimde yarattık” ifadesi bu hususu belirtmektedir.

İnsan serbest iradesi ile ya bu kabiliyetlerini güzel kullanarak “Kamil (olgun) insan” olacak yahut da aksi yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer alacaktır.

(Şems suresi 91/9-10) Şüphesiz (küfür kirinden) nefsini arıtan kişi saadete kavuşmuştur. Nefsini azdırıp (küfür ve sapıklıklarıyla) paslatan kimseler de hüsrana düşmüşlerdir.

İnsanın üstün ruhi cephesi yanında bir de bedeni cephesi vardır.

Yani iyilik de kötülük de yapmaya yatkın bir kabiliyet ve yetenekle yaratılmış olduğunu anlıyoruz.

Yaren tercih senindir, tercihinle yaptıklarının sonuçlarına katlanacaksın

                                        *
RAVLİ

Popüler Yayınlar