Sultan Mahmut’un askerlerine esir düştü.
Onu, padişahın yanına
götürdüler;
Sonunda Müslüman oldu.
Bildiklik nişanesini buldu;
İki âlemden de ayrıldı.
Ondan sonra bir çadırda tek
başına oturur, kimse ona önem vermezdi.
O da sevdalara dalmış,
Gece gündüz ağlar dururdu.
Gecesi, gündüzünden beterdi,
gündüzü gecesinden beter!
Feryat ve fiğanı hadden
aşınca halini Sultan Mahmut’a haber verdiler.
Mahmut onu huzuruna çağırdı.
“Sana evvelce sahip olduğun saltanatın
yüz mislini vereyim.
Sen de bir padişahsın;
Niçin haline ağlıyorsun?
Niceye bir ağlayıp
duracaksın, sebep ne?
Vazgeç artık!” dedi.
Hindu padişahı dedi ki:
” Padişahım, ben saltanat ve
mevki için ağlamıyorum ki!
Şu sebeple ağlamaktayım:
Yarın ululuk sahibi Tanrı,
kıyamette benden sorar da derse ki!Ey ahdinde (sözünde) durmayan vefasız, benim gibi bir Tanrı’ya karşı cefa tohumunu ektin ha!
Mahmut, senin mülküne cihanı
dolduran yiğit atlılarla gelmeseydi.
Beni anmayacaktın bile…Bu nasıl olur?
Bu, vefasızlık değil de nedir?
Ben senin için ordu
hazırlarken sen, başkası için hazırlanmaktaydın.
Asker ülkeni almadıkça beni
hatırına bile getirmedin;
Söyle, sana dost mu diyeyim,
düşman mı?
Niceye bir benden vefa,
senden cevr-ü cefa?
Vefakârlıkta bu, hiç yaraşır
bir şey değil!
Tanrı’dan bu hitap gelirse bu
vefasızlığı nasıl örteyim;
Bu soruya ne cevap vereyim
ben?
O utangaçlıkla, o yanıp
yakılmakla halim ne olacak?
Ey genç, bu ihtiyarın
ağlaması bundan işte!
*
İnsafı, vefakârlığı gör;İyilik divanında verilen dersi işit!
Vefakârsan yola düşmeye
yelten;
Değilsen otur, bu işten el
çek!
Sevgiye ve vefaya sığmayan
her şey, yiğitliğe yaraşmaz, yakışmaz.
*
Kâfirden pek üstün olan bir
gazi, savaşta namaz zamanı kâfirden mühlet istedi, namazını kılacaktı.Kâfir, mühlet verdi; gazi de namaza durdu.
Namazdan sonra yine savaşa
başladılar.
Kâfirinde kendince bir namazı
vardı;
O da gaziden müsaade istedi,
meydandan çekildi.
Tertemiz bir bucak seçti;
Önüne putunu dikti, başını
secdeye koydu!
Gazi, kâfirin başını yerde
görünce kendi kendisine, işte şimdi fırsat buldum dedi.
Ona habersizce bir kılıç
indirmek isterken gökyüzünden hatif (Allah’tan söz getiren melek) seslendi:
Ey tepeden tırnağa kadar
vefasız (Sözünde durmayan) adam, amma da vefakârsın, amma da ahdinde duruyorsun
ha!
Önce o da sana mühlet verdi,
seni kılıçlanmadı, öldürmedi;
Şimdi sen onu kılıçlarsan bu
bilgisizliğin ta kendisidir!
Ey” Ahidlere vefa edin”
ayetini okumayan, ey öylece ilk adım attığı yerde kala kalan!
Kâfir bundan önce sana bir
iyilikte bulundu;
Sen de artık bundan ileri
gitme, kahpelikte (hilekâr, kalleş, dönek, kancık) bulunma!
O iyilik etti, sen kötülük
ediyorsun.
Halka kendine yapılmasını istediğin
şeyi yap!
Kâfirde bile vefa ve emniyet
var.
Sen müminsen nerede vefa ve
mürüvvetin (Sözünde durmak, insaniyetin, mertliğin, yiğitliğin, cömertliğin,
iyilikseverliğin)?
Ey Müslüman, sen Tanrı’ya
teslim olmamışsın;
Vefa ve mürüvvette kâfirden
de aşağısın!
Gazi bu sözleri duyunca
yerinde titremeye başladı;
Tepesinden tırnağına kadar
terlere gark oldu.
Kâfir, onu, elinde kılıç
şaşkın bir halde ağlar görünce.
“Neden ağlıyorsun yahu?”
dedi.
Gazi doğrusunu söyledi.
“Şimdi beni senin için
azarladılar…
Senin için bana vefasız
dediler;
Senin yüzünden kahra
(üzüntüye) uğradımOnun için ağlıyorum” dedi.
Kâfir bunu duyunca bir nara
attı, hay hayla ağlamaya koyuldu.
Dedi ki: Ayıplı ve aşağılık
bir düşmanı için sevgilisini,
İman ederek vefa gösteren
kulunu bile bu derece azarlayan bir Tanrı’yla sayı ve soru günü ne yapacağım
ben?
Asıl vefasız benim.
Bana Müslümanlığı anlat da
dine gireyim, Tanrı’ya şirk koşmayı yakayım, şeriat hükümlerine uyayım.
Yazıklar olsun; gönlümde bu
kadar bağlar varmış benim
Böyle bir Tanrı’dan haberim
bile yokmuş!
Ey hakikati aramayan,
istemeyen kişi, ey edepsiz adam, senin asıl dileğin Tanrı’dır, ona karşı
vefasızlıkların yeter artık!
Ama ben yine sabrediyorum,
bir şey söylemiyorum;
Fakat feleğin tası, bir gün
gelecek;
Bütün yaptıklarını
birer-birer ve yüzüne karşı söyleyecek!
***
MANTIK AL- TAYR 2
Feridüddin-i ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172 Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
***
VEFA:
Bir şeyi yerine getirmek,
Sözünde durmak,
Bağlılık,
Yapılan iyilikleri unutmamak,
İyilikte bulunanlara misliyle
veya daha fazlasıyla karşılık vermek,
*
En büyük vefakârlık nedir?
Yüce Tanrı’yı tanımak,
Verdiği nimetlerin kıymetini
bilmek,
Sevgiyle bağlanarak hizmet
etmek,
*
Ayette Allah “ Bana
verdiğiniz sözde durunuz ki, size verdiğim sözde durayım” buyurmaktadır.(Bakara2/40)
*
İşte böyle yaren, kabul
edilebilmek için ahlaklı olman önceliklidir.
Neden?
Allah insanı ruh ve beden
kabiliyetleri bakımından canlıların en mükemmeli kılmıştır.
Tin suresi (95/4) surede “ en güzel biçimde yarattık” ifadesi bu
hususu belirtmektedir.
İnsan serbest iradesi ile ya
bu kabiliyetlerini güzel kullanarak “Kamil (olgun) insan” olacak yahut da aksi
yönü tutarak şuurlu varlıkların ve canlıların en aşağı mertebesinde yer
alacaktır.
(Şems suresi 91/9-10)
Şüphesiz (küfür kirinden) nefsini arıtan kişi saadete kavuşmuştur. Nefsini
azdırıp (küfür ve sapıklıklarıyla) paslatan kimseler de hüsrana düşmüşlerdir.
İnsanın üstün ruhi cephesi
yanında bir de bedeni cephesi vardır.
Yani iyilik de kötülük de
yapmaya yatkın bir kabiliyet ve yetenekle yaratılmış olduğunu anlıyoruz.
Yaren tercih senindir,
tercihinle yaptıklarının sonuçlarına katlanacaksın
*
RAVLİ