Hep birden dediler ki:
"A zayıf pervane, niceye bir
tatlı canınla oynayacaksın?
Öyle de öyle mumun vuslatına
erimeyeceksin, bari bu olmayacak şey uğrunda bilgisizlikle can verme!"
Pervane bu sözü duyunca
sarhoş ve harap bir hale geldi.
Derhal cevap verdi:"Evet, ama ona varamasam bile
arıyor, soruyorum ya.
Aşıka bu kâfidir."
Oradaki kuşların hepsi de
simurg’un aşkından eridiler.
Ercesine gelmişler, baştan
ayağa kadar derde dalmışlardı.
Naz istiğna (Tok gözlülük)
hadden aşırıydı ama yeniden yeniye lütuflar da vardır.
Bir lütuf müjdeci gelip bir kapı açtı, her anda yüzlerce perdeyi açıp bunları içeriye aldı.
Hepsini yakınlık mesnedine
(Makamına) oturttular;
Heybet ve yücelik tahtına
geçirdiler.
Hepsinin önüne bir kâğıt
koydular, bunları sonuna kadar süzün (İnceleyin) okuyun dediler.
O kâğıtlarda ne yazılıydı?
Misal olarak söyleyeceğimiz
bir sonraki Yusuf hikâyesinden belli olacak.
***
HİKÂYE
Güzelliğine kem göz değmesin
diye önünde yıldızların bile çörek otu (Nazar otu) gibi yanıp yakıldığı Yusuf’u on kardeşi
satılığa çıkardılar.
Mısır azizi, Yusuf’u onlardan
alırken fiyatı pek ucuz buldu.
Caymasınlar diye sattıklarına
dair onlardan bir kâğıt istedi.
Onlara bir satış kâğıdı
yazdırdı;
On kardeşi de şahit tuttu.
Aziz, Yusuf’u alınca o satış kâğıdı
da Yusuf’un eline geçti.
Nihayet Yusuf, padişah olunca
on kardeş oraya geldiler.
Yusuf’u gördüler ama
tanımadılar.
Huzuruna vardılar.
Canlarına bir çare aradılar.
Şereflerinden vazgeçtiler,
ekmek istediler.
Yusuf’u Sıddıyk dedi ki:
Ben de İbranice yazılmış bir
yazı var;
Adamlarımdan hiç kimse
okuyamadı.
Siz okuyabilirseniz size birçok
ekmek veririm.
Hepsi de İbranice
bildiklerinden sevindiler, padişahım, getir yazıyı dediler.
Yusuf, onların yazdıkları
kâğıdı onlara verince bedenlerine bir titremedir düştü.
Ne o yazıyı okuyabildiler, ne
de bu hususta bir şey söyleyebildiler.
Hepsi dertlendiler,
eseflendiler.
Yusuf’a yaptıklarını düşünüp
perişan oldular.
Hepsinin de dilleri tutuldu.
Bu işe adamakıllı canları
sıkıldı.
Yusuf dedi ki:
"Sanki aklınız
başınızdan gitti.
Tam kâğıdı okuyacağınız zaman
neden böyle sustunuz kaldınız?"
Dediler ki:
"Ölsek, boynumuz
vurulsa bu kâğıdı okumadan yeğ!(daha iyi)"
O otuz kuş da önlerine konan
kâğıtlardaki yazılara bakınca bu hale geldiler işte.
Başlarına gelenlerin hepsi
güç şeylerdi;
Fakat bu, onlara hepsinden
güç geldi.
O tutsaklar, kâğıtlara bir
iyice bakınca
Gördüler ki ne yapmışlar, ne
etmişlerse hepsi de önden sona kadar o kâğıtlarda yazılı!
Bir yol düzüp gitmişler,
Yusuf’larını onlar da kuyuya atmışlardı!
Fakat çaresiz, Yusuf’un
padişah olacak, senden ileri geçecek, sana hüküm yürütecektir.
Sen de sonunda hem yoksul
düşecek, hem aç kalacak, onun önüne çırılçıplak çıkacaksın!
Mademki sonunda işin ona
düşecek, neden onu ucuza satarsın ki?
O kuşların utanmadan canları
tamamıyla yok oldu, tenleri tutyaya (Hareketsizliğe) döndü.
Her şeyden temizlenip
arındılar da ondan sonra o tapının nuru ile hepsi yeniden can buldular.
Yine yeniden can bulup
yeniden kul kesildiler.
Yine bir başka çeşit
hayranlığa düştüler.
Eskiden yaptıkları da,
yapmadıkları da temizlendi, hatırlarından silinip arındı.
Yakınlık güneşi doğdu,
üstlerine ışık saldı.
Onun ışığıyla hepsinin de
canı parladı.
Cihan Simurgun’un yüzü
aksetti (Çapmasıyla), o anda o nurun aksıyla Simurgun yüzünü gördüler.
Fakat Simur’ga bakınca
gördüler ki Simurg o otuz kuştan ibaret.
Bunda şüphe yok!
Başları döndü;
Şaşırıp kaldılar;
Ne olduklarını bir türlü
anlayamadılar.
Kendilerini Simurg olarak
gördüler.
Esasen sen Simurg’sun, Simurg
senden ibarettir.
Kuşlar Simurg’a bakınca orada
ancak kendilerini gördüler.
Kendilerine bakınca da orada
Simurg’u gördüler!
Bir anda Simurga da baktılar,
kendilerine de.
Bu sefer her iki bakışta da
gördükleri, eksizsiz artıksız bir simurg’dan ibaretti!
Yusuf’un canını, horlukla
yakıp yandırmışlar, sonra da onu değersiz bir pula (Paraya) satıvermişlerdi!
“A adam olmayan yoksul, sen
biliyorsun ama her an bir Yusuf’u satıp durmadasın.
Bu, oydu, o da bu!
Bunu iki âlemde de bir kimse
bile duymamış, işitmemiştir!
Hepsi de hayret denizine
daldı.
*Kendilerini, düşüncesiz bir
düşünceye kaptırdılar!
Bu hali hiç anlamadılar.
Dilsiz dudaksız o tapıdan
sordular.
Bu pek gizli şeyin ne
olduğunu sordular.
Benlik, senlik ahvalini
(oluş, bulunuş, durum) öğrenmek istediler.
O tapıdan dilsiz, dudaksız
bir ses geldi;
Güneşe benzeyen bu tapı, bir
aynadır.
Kim gelir, bakarsa orada
kendisini görür.
Kendisi candan, tenden ibarettir;
Orada da canını, tenini
seyreder!
Siz, buraya otuz kuş olarak
geldiniz.
Bu aynada da otuz suret
peydahlandı.
Kırk yahut elli kuş gelse
kendilerinden varlık perdesi kalktı mı kırk yahut elli kuş görürler!
Daha çok kuş gelse yine
kendilerini görür, kendilerini seyrederler!
Yoksa kimde o göz var ki bizi
görebilsin.
Bir adamın gözü nasıl olur da
ta Süreyya burcuna (Gerdanlığa benzeyen Ülker yıldızı) varır, o yıldız kümesini
açıkça görür!
Demirci örsünü kaldırıp
götüren bir karınca, dişiyle bir fil yakalayıp taşıyan sinek gördün mü hiç?
*Önce ne bilirsen bil;
*Gördün mü anlarsın ki
görgün, bildiğine hiç benzemiyor.
*Dediğin, işittiğin sözler
de, ondan bambaşka!
Herkes, bizim ef’al (İş yaptığımız) vadimizde yürümüş gitmiş, sıfat ve zat vadisine gelince uyumuş kalmıştır!
(Sonuca varamamıştır)
Bunca vadiler, bu kadar adam
gördünüz;
Nihayet otuzunun da
hayretlere dalıp kaldınız.
Ne gönlünüz kaldı, ne
sabrınız;
Hayran oldunuz, hayran!
Fakat asıl biz, Simurg olmaya
layığız.
Çünkü hakikaten Simurguz biz!
Yüzlerce yüceliğe erdiniz,
yüzlerce naz ve naim (bolluk ve bereket) elde ettiniz de bizde mahvoldunuz (Yok
oldunuz).
Sonra da yine bizde kendinizi
buldunuz!”
Hâsılı, onda ebedi olarak
mahvoldular.
Gölge, güneşte kaybolup gitti
vesselam!
Yolda giderken birçok sözler
söylüyorlardı.
Fakat o tapıya vardılar mı ne
söz kaldı, ne ses.
Ne baş kaldı, ne beyin!
Hülasa burada söz kısaldı,
söylemeye imkân yok.
Kılavuz da kalmadı, yolcu da,
hatta yol da!
***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i
ATTAR İslam klasikleri. M. E. B. 2172
Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)
***
Pervane: Geceleri ışığın
etrafında dönen küçük kelebek.
Simurg:
Bir masal kuşudur.Kuşların sultanıdır.
Kaf dağında yaşar.
Kuşlar sultanlarını bulmak için toplanıp yola çıkarlar.
Yol uzun ve zorludur.
Ancak 30 kuş 7 vadiyi geçerek
Kaf dağındaki Simurg’a varabilir.
Si farsça da 30, murg ise kuş
demektir.
30 ulaşabilen kuş aradıkları
sultanın aslında kendisinin olduğu gerçeğine varmıştır.
İnsanın kendi içine yapacağı
seyahat kuşlar üzerinden hikâye edilerek anlatılmıştır.
Simurg kâmil (Olgun) insan
demektir.
İçe doğru bu seyahatle
olgunluğa ulaşma yolları 30 değişik kişiye göre gösterilmiştir.
*
Kendini hesaba çektikten
sonra temiz ve arınmış olarak aynı vücutla tertemiz olgun bir kişi
olabileceğini iyi anlamalısın.
Geçmişinle yüzleşip, Tanrı
ölçülerine göre kendini öz eleştiriye sokmalısın.
Kendini ateşe at, yak
dedikleri budur.
Yanmış topraktan olgun biri
olarak çık.
Korkma, sakınma, kaçma
kendinle önce savaş sonra özgüven dolu sakin ve olgun biri olarak yeniden doğ.
*
Peygamberimizin, ermişlerin,
erenlerin, velilerin “Kendine gel”, kendini bul”,” kendini bil”, “Nefsini bil”
gibi sözlerle işaret ettiklerinin nasıl yapılacağını Attar Hazretleri çok ince
bir nakışla hikâyelerle açıklamış olduğunu gördük.
Nefsini bilmeyen Tanrı’yı da
bilemeyeceğinden bu içe doğru bu yolculuğu herkes yapmalıdır.
*
Yaren bu yolculuğu yaptıktan
sonra dilsiz dudaksız konuşmasını, Kulaksız duymasını kalbinde duyarak öğrenirsin.
*
Yaren bu noktaya geldin ya
aferin bize.Eğer kendini yetersiz hissediyorsan yolun başına dön tekrar gel.
Yolu biliyorsun artık.
Kendine boşalt sonra da
yeniden başla.
Toplum seni daima bu yoldan
alıkoymak ve yoldan çevirmek için her yolu deneyecektir.
Toplum uyuyordur, senin
uyanmanı kendilerini uyarmanı hiç istemez.
Onlar rahat uyumayı ve rüya
görmeyi severler.
Hatta kendin bile para
getirmeyen bu işten vazgeçeyim bile der yoldan kalırsın.
Yaren, sonuna kadar gitmeden
karın zararın belli olmaz ki!
*
RAVLİ