26 Kasım 2012 Pazartesi

PERVANE YUSUF SİMURG

Bütün uçan mahlûkat, pervanenin yanıp yakıldığını görerek

Hep birden dediler ki:
"A zayıf pervane, niceye bir tatlı canınla oynayacaksın?

Öyle de öyle mumun vuslatına erimeyeceksin, bari bu olmayacak şey uğrunda bilgisizlikle can verme!"

Pervane bu sözü duyunca sarhoş ve harap bir hale geldi.
Derhal cevap verdi:

"Evet, ama ona varamasam bile arıyor, soruyorum ya.
Aşıka bu kâfidir."

Oradaki kuşların hepsi de simurg’un aşkından eridiler.
Ercesine gelmişler, baştan ayağa kadar derde dalmışlardı.

Naz istiğna (Tok gözlülük) hadden aşırıydı ama yeniden yeniye lütuflar da vardır.

Bir lütuf müjdeci gelip bir kapı açtı, her anda yüzlerce perdeyi açıp bunları içeriye aldı.

Hepsini yakınlık mesnedine (Makamına) oturttular;
Heybet ve yücelik tahtına geçirdiler.

Hepsinin önüne bir kâğıt koydular, bunları sonuna kadar süzün (İnceleyin) okuyun dediler.

O kâğıtlarda ne yazılıydı?
Misal olarak söyleyeceğimiz bir sonraki Yusuf hikâyesinden belli olacak.

                                      ***

                                  HİKÂYE

Güzelliğine kem göz değmesin diye önünde yıldızların bile çörek otu (Nazar otu) gibi yanıp yakıldığı Yusuf’u on kardeşi satılığa çıkardılar.

Mısır azizi, Yusuf’u onlardan alırken fiyatı pek ucuz buldu.
Caymasınlar diye sattıklarına dair onlardan bir kâğıt istedi.

Onlara bir satış kâğıdı yazdırdı;
On kardeşi de şahit tuttu.

Aziz, Yusuf’u alınca o satış kâğıdı da Yusuf’un eline geçti.
Nihayet Yusuf, padişah olunca on kardeş oraya geldiler.

Yusuf’u gördüler ama tanımadılar.
Huzuruna vardılar.

Canlarına bir çare aradılar.
Şereflerinden vazgeçtiler, ekmek istediler.

Yusuf’u Sıddıyk dedi ki:
Ben de İbranice yazılmış bir yazı var;

Adamlarımdan hiç kimse okuyamadı.
Siz okuyabilirseniz size birçok ekmek veririm.

Hepsi de İbranice bildiklerinden sevindiler, padişahım, getir yazıyı dediler.
Yusuf, onların yazdıkları kâğıdı onlara verince bedenlerine bir titremedir düştü.

Ne o yazıyı okuyabildiler, ne de bu hususta bir şey söyleyebildiler.
Hepsi dertlendiler, eseflendiler.

Yusuf’a yaptıklarını düşünüp perişan oldular.
Hepsinin de dilleri tutuldu.

Bu işe adamakıllı canları sıkıldı.

Yusuf dedi ki:
"Sanki aklınız başınızdan gitti.
Tam kâğıdı okuyacağınız zaman neden böyle sustunuz kaldınız?"

Dediler ki:
"Ölsek, boynumuz vurulsa bu kâğıdı okumadan yeğ!(daha iyi)"

O otuz kuş da önlerine konan kâğıtlardaki yazılara bakınca bu hale geldiler işte.
Başlarına gelenlerin hepsi güç şeylerdi;

Fakat bu, onlara hepsinden güç geldi.
O tutsaklar, kâğıtlara bir iyice bakınca

Gördüler ki ne yapmışlar, ne etmişlerse hepsi de önden sona kadar o kâğıtlarda yazılı!

Bir yol düzüp gitmişler, Yusuf’larını onlar da kuyuya atmışlardı!
Fakat çaresiz, Yusuf’un padişah olacak, senden ileri geçecek, sana hüküm yürütecektir.

Sen de sonunda hem yoksul düşecek, hem aç kalacak, onun önüne çırılçıplak çıkacaksın!

Mademki sonunda işin ona düşecek, neden onu ucuza satarsın ki?

O kuşların utanmadan canları tamamıyla yok oldu, tenleri tutyaya (Hareketsizliğe) döndü.

Her şeyden temizlenip arındılar da ondan sonra o tapının nuru ile hepsi yeniden can buldular.

Yine yeniden can bulup yeniden kul kesildiler.
Yine bir başka çeşit hayranlığa düştüler.

Eskiden yaptıkları da, yapmadıkları da temizlendi, hatırlarından silinip arındı.

Yakınlık güneşi doğdu, üstlerine ışık saldı.
Onun ışığıyla hepsinin de canı parladı.

Cihan Simurgun’un yüzü aksetti (Çapmasıyla), o anda o nurun aksıyla Simurgun yüzünü gördüler.

Fakat Simur’ga bakınca gördüler ki Simurg o otuz kuştan ibaret.
Bunda şüphe yok!

Başları döndü;
Şaşırıp kaldılar;

Ne olduklarını bir türlü anlayamadılar.
Kendilerini Simurg olarak gördüler.

Esasen sen Simurg’sun, Simurg senden ibarettir.
Kuşlar Simurg’a bakınca orada ancak kendilerini gördüler.

Kendilerine bakınca da orada Simurg’u gördüler!
Bir anda Simurga da baktılar, kendilerine de.

Bu sefer her iki bakışta da gördükleri, eksizsiz artıksız bir simurg’dan ibaretti!

Yusuf’un canını, horlukla yakıp yandırmışlar, sonra da onu değersiz bir pula (Paraya) satıvermişlerdi!

“A adam olmayan yoksul, sen biliyorsun ama her an bir Yusuf’u satıp durmadasın.

Bu, oydu, o da bu!
Bunu iki âlemde de bir kimse bile duymamış, işitmemiştir!

Hepsi de hayret denizine daldı.
*Kendilerini, düşüncesiz bir düşünceye kaptırdılar!

Bu hali hiç anlamadılar.
Dilsiz dudaksız o tapıdan sordular.

Bu pek gizli şeyin ne olduğunu sordular.
Benlik, senlik ahvalini (oluş, bulunuş, durum) öğrenmek istediler.

O tapıdan dilsiz, dudaksız bir ses geldi;
Güneşe benzeyen bu tapı, bir aynadır.

Kim gelir, bakarsa orada kendisini görür.
Kendisi candan, tenden ibarettir;

Orada da canını, tenini seyreder!
Siz, buraya otuz kuş olarak geldiniz.

Bu aynada da otuz suret peydahlandı.

Kırk yahut elli kuş gelse kendilerinden varlık perdesi kalktı mı kırk yahut elli kuş görürler!

Daha çok kuş gelse yine kendilerini görür, kendilerini seyrederler!
Yoksa kimde o göz var ki bizi görebilsin.

Bir adamın gözü nasıl olur da ta Süreyya burcuna (Gerdanlığa benzeyen Ülker yıldızı) varır, o yıldız kümesini açıkça görür!

Demirci örsünü kaldırıp götüren bir karınca, dişiyle bir fil yakalayıp taşıyan sinek gördün mü hiç?

*Önce ne bilirsen bil;
*Gördün mü anlarsın ki görgün, bildiğine hiç benzemiyor.

*Dediğin, işittiğin sözler de, ondan bambaşka!

Herkes, bizim ef’al (İş yaptığımız) vadimizde yürümüş gitmiş, sıfat ve zat vadisine gelince uyumuş kalmıştır!
(Sonuca varamamıştır)

Bunca vadiler, bu kadar adam gördünüz;
Nihayet otuzunun da hayretlere dalıp kaldınız.

Ne gönlünüz kaldı, ne sabrınız;
Hayran oldunuz, hayran!

Fakat asıl biz, Simurg olmaya layığız.
Çünkü hakikaten Simurguz biz!

Yüzlerce yüceliğe erdiniz, yüzlerce naz ve naim (bolluk ve bereket) elde ettiniz de bizde mahvoldunuz (Yok oldunuz).

Sonra da yine bizde kendinizi buldunuz!”
Hâsılı, onda ebedi olarak mahvoldular.

Gölge, güneşte kaybolup gitti vesselam!
Yolda giderken birçok sözler söylüyorlardı.

Fakat o tapıya vardılar mı ne söz kaldı, ne ses.
Ne baş kaldı, ne beyin!

Hülasa burada söz kısaldı, söylemeye imkân yok.
Kılavuz da kalmadı, yolcu da, hatta yol da!

                             ***
MANTIK AL- TAYR 2 Feridüddin-i ATTAR
İslam klasikleri. M. E. B. 2172
Çeviren Abdulbaki GÖLPINARLI
( Bu kitabı temin edip evinde bulundurmanı önemle öneririm)

                           ***
Pervane: Geceleri ışığın etrafında dönen küçük kelebek.

Simurg:
Bir masal kuşudur.
Kuşların sultanıdır.
Kaf dağında yaşar.
Kuşlar sultanlarını bulmak için toplanıp yola çıkarlar.

Yol uzun ve zorludur.
Ancak 30 kuş 7 vadiyi geçerek Kaf dağındaki Simurg’a varabilir.

Si farsça da 30, murg ise kuş demektir.

30 ulaşabilen kuş aradıkları sultanın aslında kendisinin olduğu gerçeğine varmıştır.

İnsanın kendi içine yapacağı seyahat kuşlar üzerinden hikâye edilerek anlatılmıştır.

Simurg kâmil (Olgun) insan demektir.
İçe doğru bu seyahatle olgunluğa ulaşma yolları 30 değişik kişiye göre gösterilmiştir.

                                  *
Kendini hesaba çektikten sonra temiz ve arınmış olarak aynı vücutla tertemiz olgun bir kişi olabileceğini iyi anlamalısın.

Geçmişinle yüzleşip, Tanrı ölçülerine göre kendini öz eleştiriye sokmalısın.
Kendini ateşe at, yak dedikleri budur.

Yanmış topraktan olgun biri olarak çık.
Korkma, sakınma, kaçma kendinle önce savaş sonra özgüven dolu sakin ve olgun biri olarak yeniden doğ.

 Mevlana hazretlerinin ikinci doğum diye anlattığı budur.

                                 *
Peygamberimizin, ermişlerin, erenlerin, velilerin “Kendine gel”, kendini bul”,” kendini bil”, “Nefsini bil” gibi sözlerle işaret ettiklerinin nasıl yapılacağını Attar Hazretleri çok ince bir nakışla hikâyelerle açıklamış olduğunu gördük.

Nefsini bilmeyen Tanrı’yı da bilemeyeceğinden bu içe doğru bu yolculuğu herkes yapmalıdır.

                                 *
Yaren bu yolculuğu yaptıktan sonra dilsiz dudaksız konuşmasını,
Kulaksız duymasını kalbinde duyarak öğrenirsin.

                                  *
Yaren bu noktaya geldin ya aferin bize.
Eğer kendini yetersiz hissediyorsan yolun başına dön tekrar gel.

Yolu biliyorsun artık.
Kendine boşalt sonra da yeniden başla.

Toplum seni daima bu yoldan alıkoymak ve yoldan çevirmek için her yolu deneyecektir.

Toplum uyuyordur, senin uyanmanı kendilerini uyarmanı hiç istemez.
Onlar rahat uyumayı ve rüya görmeyi severler.

Hatta kendin bile para getirmeyen bu işten vazgeçeyim bile der yoldan kalırsın.

Yaren, sonuna kadar gitmeden karın zararın belli olmaz ki!

                                    *

RAVLİ

Popüler Yayınlar