İslam, prensip olarak affı, sevgiyi, hoşgörüyü ve uzlaşmayı tercih etmiştir.
Müslüman’ın kendisi, ailesi
ve çevresiyle uyumlu olması esastır.
Yüce Allah, her şeye gücü
yettiği halde, insanların pek çok kusur ve hatasını bağışlamaktadır.
Şu ayetler hoşgörülü olmayı
öngörmektedir.
“Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar vardır.
Onlardan sakının.
Ama hoş görür, kusurlarını başlarına kakmaz, kusurlarını örterseniz, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” (Tegabün, 64, /14)
“(Ey peygamberim!) Allah’ın
merhameti sayesinde, onlara yumuşak davrandın!
Şayet kaba, katı yürekli
olsaydın, hiç şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi.Şu halde onları affet;
Bağışlamaları için dua et,
İş hakkında onlara danış.
Kararını verdiğin zaman da artık Allah’a dayanıp güven.
Çünkü Allah, kendisine
dayanıp güvenenleri sever.”
(Al-i İmran, 3/159)
İslam’ın hoşgörü anlayışında
aşırılık, haksızlık, zulüm olmadığı gibi, tabii hakkından vazgeçmek ya da
gerçek değerlerinden ödün vermek de söz konusu değildir.
Buna göre kötülüğün cezası,
ancak dengi gibi olabilir.
Nefsi savunma bir haktır.
Fakat kişinin şahsına
yapılmış bir kötülüğü affedip uzlaşması daha güzeldir.
Allah haksızlık edenleri
sevmez, affedip uzlaşanları sever ve ödüllendirir.
Zira hoşgörülü olmak,
insanları affetmek büyük meziyettir; büyüklerin işidir.
Allah’ın elçisi hiçbir zaman
nefsi için öfkeye kapılmamış, intikam almamıştır.
Ancak Allah’ın yasaklarının
çiğnenmesine ve adaletin bozulmasına da müsaade etmemiştir.
Bu da gösteriyor ki hoşgörü,
kişisel durumlarda olur, kamusal alanlarda dini hayatta söz konusu değildir.
(Doç.Dr. Fikret KARAMAN, DİNİ
KAVRAMLAR SÖZLÜĞÜ, çalışmasından alıntı)
*
RAVLİ