“ Mevlana’ya aşığım.
Onun yüzünü görmek istiyorum.
Ahret bile aklıma gelmiyor
Mevlana’nın nefsini bu düşünceler ve tedbirler olmadan munis (Cana yakın, sevimli) görüyorum ve onun güzelliği ile
sükûn buluyorum (Huzur verici, rahatlatıcı,
dinlendirici).
Onun suretinden ve hayalinden
bana lezzetler meydana geliyor.” Dedi.
Mevlana buyurdu ki:
Ahret ve Hak hatırına
gelmezse de onun hepsi dostlukta gizlidir ve adı
geçer.
Halifenin önünde rakkase (Dansçı) kastanyet (Elde ritim
tutturulan zil) çalıyordu.
Halife dedi ki:
Sanatın ellerinde mi?
O:
“ Ayaklarımda da var!” dediBenim ellerimdeki zevk, ayaklarımdakinin ellerinde gizli olmasındandır.
Bu yüzden her ne kadar mürit
ahreti de mufassalan (Sözü uzatarak etraflıca) hatırına
getirmezse de onun zevki, şeyhi görmekten ve ondan ayrılmak korkusunu
duymaktan, bütün o tafsilatı (Açıklamalar) ihtiva
(İçinde bulundurma) etmektedir.
Ve onların hepsi onda
gizlidir.
Mesela bir kimse oğlunu veya
kardeşini okşar, sever.
Her ne kadar evlatlık ve
kardeşlik duygusuyla vefa (Dostluğu devam ettirme,
sözünde durma), merhamet (Esirgemek, korumak),
şefkat (Acıyarak, esirgeyerek sevmek), sevgi (Yakın ilgi ve bağlılık), iyi akıbet (İyi son) ve bunun gibi akrabadan ümitlendiği
menfaatler, onun aklına gelmezse de bu sevgide, yukarıdaki tafsilatın (Açıklamaların) hepsi gizlidir.
O kadar ki bunların hepsi
birbirleriyle buluşmakta ve görüşmektedir.
Mesela rüzgârın ağaçta gizli
olması gibidir.
İster yerde, ister suda
olsun, eğer onda rüzgâr olmasaydı, ateş ona
tesir etmezdi.
Çünkü rüzgâr ateşin yemidir (Ateşi besler), hayatıdır.
Görmüyor musun ki üflemek,
ateşi canlandırıyor.
Ağaç suda, toprak da bulunsa
da rüzgâr onda gizlidir.
Eğer rüzgâr
gizli olmasaydı suyun üzerine çıkmazdı.
Mesela sen söz söylüyorsun.
Her ne kadar ağız, damak, dil,
akıl, burun ve dudak (Gibi uzuvlarla bu işi yapıyorsun da), vücudun reisleri
olan diğer bütün parçaları ve
Erkân (Destekler), tabiatlar (Huylar),
felekler (Sema) ve âlemin onlarla kaim (Ayakta durması) olduğu yüz bin sebepler de söz
söylemek için lazımdır ve bütün bunlar sözün levazımındandır (Yaşamak, geçinmek, yolculuk için gerekli nesneler).
Sonra Tanrı’nın sıfat, zat
âlemine erişirsin.
Fakat bunlara rağmen bu mana sözde görülmez ve meydana çıkmaz.
Yalnız bunların hepsi
anlatılmış olduğu gibi sözde gizli bulunmaktadır.
Bir insan elinde olmadan, her
gün beş, altı defa talihsizlik ve ıstırapla karşılaşır.
Bu katiyen insanın kendi
elinde değildir ve ondan başkasından meydana gelir ki böylece insan başkasının tesiri altındadır ve o başkası (Tanrı) onu kontrol eder.
Çünkü fena bir hareket sonunda azap (İşkence, keder) hâsıl (Kendini gösterir) olur.
Eğer bu kontrol olmazsa, onun bu yaptığı fiilin cezasını kim
verir?
İnsanın bütün bu kadar
nasipsiz olmasına rağmen, yine de tabiatı (Huyu) onun:
“ Ben başka bir kimsenin
hükmü altındayım!” diye itirafta bulunmasına mani oluyor ve (İnsan) buna kanaat
etmiyor (Kendisine ayrılan paya razı olmaz).
“ Âdemi
kendi suretinde yarattı”
(Hadis)
Tanrı onda kulluğun sıfatına
zıt olarak Ulûhiyyet (Tanrı’lık) sıfatını ödünç olarak koymuştur.
O kadar başını yumrukluyor da
yine o ariyet (Ödünç) olan serkeşliği (Dik başlı, baş kaldıran, inatçı, itaatsiz) bırakmıyor
ve hemencecik şansızlıkları unutuyor.
Fakat ona faydası yok.
O ödünç olan şeyi (Ulûhiyeti)
onun malı yapmadan o tokattan kurtulamaz.
***
FİHİ MAFİH MEVLANA
HAZRETLERİ Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA
***
Neler öğrendik:
1.
Görünen
zevkin görünmeyen, sayısız zevkin
etkisinden meydana geldiğini öğrendik.
2.
Bir ilgi ve sevgi
gösteriliyorsa, göze gözükmeyen sayısız ümit ve beklenti olduğunu öğrendik.
3.
Rüzgârın kendisini gözle görünmediğimiz halde çok şeye tesir
ederek etki gücünü gösterdiğini öğrendik.
4.
Daima Tanrı’nın
kontrolünde olduğumuzu, başımıza gelenin O’nun
tarafından meydana getirildiğini bilmesine rağmen yine de başka bir insanın
kontrolünde olduğunu unutup, bu gerçeği itiraf etmekten sakındığını öğrendik.
5.
İnsana Tanrı’nın
görev ve ödev bakımından özelliklerini geçici olarak verildiğinin farkında
olmasının ve unutmamasının gerektiğini, bunu unutanların cezalandırıldığını
öğrendik.
İşte böyle yaren,
Akıllı bir görüş sahibinin
kendisi görünmeyen ama gücünü ve etkisini göstererek sonuçlar veren kişiyi
göreceğini, onun istediği istikamette yol alacağını öğrendik anladık.
Aklı az olanın veya görüş
sahibi olmayanın dik başlı davrandığını, baş kaldıran bir tutum içinde şikayetçi
olduğunu, hata sonucu zarar görmesine rağmen inat ederek kafasına koyduğunu
yapmaya çalıştığını, itaatsiz etmekle kendisinin güçlü olduğunu sandığını
öğrendik, anladık.
*
RAVLİ