1 Mart 2013 Cuma

FİHİ MAFİH 57. fASIL

Ekmellüddin:
“ Mevlana’ya aşığım.
Onun yüzünü görmek istiyorum.

Ahret bile aklıma gelmiyor Mevlana’nın nefsini bu düşünceler ve tedbirler olmadan munis (Cana yakın, sevimli) görüyorum ve onun güzelliği ile sükûn buluyorum (Huzur verici, rahatlatıcı, dinlendirici).

Onun suretinden ve hayalinden bana lezzetler meydana geliyor.” Dedi.

Mevlana buyurdu ki:
Ahret ve Hak hatırına gelmezse de onun hepsi dostlukta gizlidir ve adı geçer.

Halifenin önünde rakkase (Dansçı) kastanyet (Elde ritim tutturulan zil) çalıyordu.

Halife dedi ki:
Sanatın ellerinde mi?

O:
“ Ayaklarımda da var!” dedi
Benim ellerimdeki zevk, ayaklarımdakinin ellerinde gizli olmasındandır.

Bu yüzden her ne kadar mürit ahreti de mufassalan (Sözü uzatarak etraflıca) hatırına getirmezse de onun zevki, şeyhi görmekten ve ondan ayrılmak korkusunu duymaktan, bütün o tafsilatı (Açıklamalar) ihtiva (İçinde bulundurma) etmektedir.

Ve onların hepsi onda gizlidir.

Mesela bir kimse oğlunu veya kardeşini okşar, sever.
Her ne kadar evlatlık ve kardeşlik duygusuyla vefa (Dostluğu devam ettirme, sözünde durma), merhamet (Esirgemek, korumak), şefkat (Acıyarak, esirgeyerek sevmek), sevgi (Yakın ilgi ve bağlılık), iyi akıbet (İyi son) ve bunun gibi akrabadan ümitlendiği menfaatler, onun aklına gelmezse de bu sevgide, yukarıdaki tafsilatın (Açıklamaların) hepsi gizlidir.

O kadar ki bunların hepsi birbirleriyle buluşmakta ve görüşmektedir.
Mesela rüzgârın ağaçta gizli olması gibidir.

İster yerde, ister suda olsun, eğer onda rüzgâr olmasaydı, ateş ona tesir etmezdi.
Çünkü rüzgâr ateşin yemidir (Ateşi besler), hayatıdır.

Görmüyor musun ki üflemek, ateşi canlandırıyor.
Ağaç suda, toprak da bulunsa da rüzgâr onda gizlidir.

Eğer rüzgâr gizli olmasaydı suyun üzerine çıkmazdı.
Mesela sen söz söylüyorsun.

Her ne kadar ağız, damak, dil, akıl, burun ve dudak (Gibi uzuvlarla bu işi yapıyorsun da), vücudun reisleri olan diğer bütün parçaları ve

Erkân (Destekler), tabiatlar (Huylar), felekler (Sema) ve âlemin onlarla kaim (Ayakta durması) olduğu yüz bin sebepler de söz söylemek için lazımdır ve bütün bunlar sözün levazımındandır (Yaşamak, geçinmek, yolculuk için gerekli nesneler).

Sonra Tanrı’nın sıfat, zat âlemine erişirsin.
Fakat bunlara rağmen bu mana sözde görülmez ve meydana çıkmaz.

Yalnız bunların hepsi anlatılmış olduğu gibi sözde gizli bulunmaktadır.
Bir insan elinde olmadan, her gün beş, altı defa talihsizlik ve ıstırapla karşılaşır.

Bu katiyen insanın kendi elinde değildir ve ondan başkasından meydana gelir ki böylece insan başkasının tesiri altındadır ve o başkası (Tanrı) onu kontrol eder.

Çünkü fena bir hareket sonunda azap (İşkence, keder) hâsıl (Kendini gösterir) olur.

Eğer bu kontrol olmazsa, onun bu yaptığı fiilin cezasını kim verir?
İnsanın bütün bu kadar nasipsiz olmasına rağmen, yine de tabiatı (Huyu) onun:

“ Ben başka bir kimsenin hükmü altındayım!” diye itirafta bulunmasına mani oluyor ve (İnsan) buna kanaat etmiyor (Kendisine ayrılan paya razı olmaz).

Âdemi kendi suretinde yarattı
(Hadis)

Tanrı onda kulluğun sıfatına zıt olarak Ulûhiyyet (Tanrı’lık) sıfatını ödünç olarak koymuştur.

O kadar başını yumrukluyor da yine o ariyet (Ödünç) olan serkeşliği (Dik başlı, baş kaldıran, inatçı, itaatsiz) bırakmıyor ve hemencecik şansızlıkları unutuyor.
Fakat ona faydası yok.

O ödünç olan şeyi (Ulûhiyeti) onun malı yapmadan o tokattan kurtulamaz.

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Görünen zevkin görünmeyen, sayısız zevkin etkisinden meydana geldiğini öğrendik.

2.   Bir ilgi ve sevgi gösteriliyorsa, göze gözükmeyen sayısız ümit ve beklenti olduğunu öğrendik.

3.   Rüzgârın kendisini gözle görünmediğimiz halde çok şeye tesir ederek etki gücünü gösterdiğini öğrendik.

4.   Daima Tanrı’nın kontrolünde olduğumuzu, başımıza gelenin O’nun tarafından meydana getirildiğini bilmesine rağmen yine de başka bir insanın kontrolünde olduğunu unutup, bu gerçeği itiraf etmekten sakındığını öğrendik.

5.   İnsana Tanrı’nın görev ve ödev bakımından özelliklerini geçici olarak verildiğinin farkında olmasının ve unutmamasının gerektiğini, bunu unutanların cezalandırıldığını öğrendik.

İşte böyle yaren,

Akıllı bir görüş sahibinin kendisi görünmeyen ama gücünü ve etkisini göstererek sonuçlar veren kişiyi göreceğini, onun istediği istikamette yol alacağını öğrendik anladık.

Aklı az olanın veya görüş sahibi olmayanın dik başlı davrandığını, baş kaldıran bir tutum içinde şikayetçi olduğunu, hata sonucu zarar görmesine rağmen inat ederek kafasına koyduğunu yapmaya çalıştığını, itaatsiz etmekle kendisinin güçlü olduğunu sandığını öğrendik, anladık.

                                     *
RAVLİ

Popüler Yayınlar