285- Ey yalvaçlar (Peygamberler) incisi!
Ey sultanlara taç giydiren
ulu peygamber!
Bu yerde, bildik yabancı
herkes sana sığınmış, senin şefaatinin (Tanrı ile insan
arasındaki iletişimi kuran) nimetine muhtaçtır.
Peygamberlik manzumesinin ilk
beyti senin adınla bestelendi.
Fakat hükmün kafiye gibi en
sonunda yer aldı.
Bu viran köye (Dünyaya) işaret gelince senin ruhundan ve Âdem’in
cisminden ona bayındırlık erişti.
Onarılmış ve süslenmiş bir
evde ilk sudan da bulunur, son kerpiçten de.
290- Sen hem Âdem’sin, hem
Nuh’sun.
Hayır, her ikisinden de
yücesin.
Yalvaçlar (Peygamberler) arasında her ikisinden de bir halkasın.
Âdem o taneden günaha girdi.
Tövbe, ona tatlı bir gül
şeker oldu.
Âdem’in kalbinde can ve
gönülden yükselen tövbe senin kokundur.
Onun gül şekeri (Günah hastalığının ilacı) de senin köyünün toprağıdır.
Âdem’in kalbi, senin
feyzinden tövbe gül şekeri yiyince, gül şeker gül şekerliğine tövbe etti.
Ezelden hazırlanmış olan
Mağfiret topu gönül meydanına atıldı.
(Günah
işleyenlerde Allah korkusu kendini göstermeye başlayınca kişinin pişman olması
ve cezanın kaldırılması için verilen dua imkânı)
295- O topu kendi çevkâna (Ucu eğri topa vurulan sopa) getirmek içi ilk darbeyi Âdem
vurdu.
Top bir defa başağın ardından
koştu, sora aşağıya düştü ve köşeye çekildi (Buğday
yediği için kakası geldi, cennete de kaka yapılamayacağından dünya’ya
gönderildi)
Susuzluktan dudakları kuruyan
Nuh, bu nimet sofrasına yanaştı.
Fakat çeşmeyi unuttuğu (Kontrollü davranış) için tufana tutuldu.
(Tanrı
yoluna çok davet etmekten söz söyleyemez duruma gelmesiyle Tanrı’dan su
istemesi sonucunda Tanrı’nın hesapsız su vermesi sonucunda tufanın olduğu)
Şüpheli iman
taşıyan İbrahim’in beşiğine düştü, yarı yola
kadar yuvarlandı, birkaç yeri daha dolaştı, Davud’un gönlü
daralmıştı, sazının ince tellerine uygun bir ahenk tuttu.
300- Süleyman edebini
takındı, bu külahı dünya tozlarına bulaştırmadı.
Yusuf, atıldığı kuyu içinden ip ve kovadan başka açık bir
şey göremedi.
Hızır, o kuru âlemin yolculuğundan dizgin çevirdi (Gidiş yönünü değiştirdi), bu çeşmeden eteklerini
ıslanmış buldu.
Musa, elinde bu kadehi boş gördü.
Şişeyi (Bana görün) dediği
yerde dağa çarparak kırdı.
İsa’nın da gayreti bu tane için değildi.
Çünkü o bütün kalbiyle dünya
evinin aleyhinde idi.
305- Sen iradeni feleklere
gösterdin, bu işi de ancak sen başardın.
Bu şeref beratının sonu senin
unvanınla mühürlendi.
Bu hutbe, senin devranında
tamamlandı.
Kalk, bu felekten daha güzel
bir daire kur, felek bir işe yaramaz, sen bize yardımcı ol.
Feleğin yazıları (Burçların insan davranışlarına etkileri), senin
devranının hutbesidir.
Yer yuvarlağı, senin
çevğanının ucundadır.
Yokluk gününden beri şu fena
âlemin tozu kalmadı (Herkes madde peşine düştü),
koş, yürü, meydan senindir.
310- Fanilik kim oluyor ki
senin kadehindeki suyu döksün, yokluk denilen alçak kimdir ki, adını
yeryüzünden kaldırsın, yokluğun ayağını yokluk içinde bağla, fena’nın elini
fanilik ile kır.
Ey nefesi dilsizleri
söyleten, ey ciğeri yaralıların sevdasına merhem olan peygamber!
Akıl senin yolunu tutmakla,
can teknesini kan deryasından kurtuluş sahiline çıkarmıştır.
Dokuz feleğin kıblesi, senin
yurdunun kapısıdır.
Altı günün eseri olan şu
cihan, zülfünün kıvrımlarına takılmıştır.
Âlem kıl kadar senin
sevginden uzak kalsa, mübarek
zülüflerin gibi darmadağın olur.
İrfanınla (Kalp ile sırrın bir olunca oluşan bilme, anlama) büyük
sırları çözer, sözünle içlerdeki esrarı okursun.
Senin sözlerinin gerçek
kuvveti olmasaydı, hiçbir itiraza cevap verilemezdi.
Bütün halkın sözlerinde,
düşüncelerinde eksiklik var.
Senin sözün hiçbir itiraza
meydan bırakmaz.
Kapının tozları çerez ve
şekerdir.
Senin mayan, fıstık ve
hünnaptan yoğrulmuştur.
320- Senin bir avuç kavrulmuş
unun, aşk sahrasında kırk gün temaşaya yetecek kadar bereketlidir.
Benim için en yeni bir
kurtuluş sabahısın.
Ben senin toprağınım, sen
benim âbıhayatımsın.
Senin toprağın benim canımın
bahçesidir.
Senin bahçen (Türben) benim için hayat sermayesidir.
Toprağını, Nizami’nin gözüne
sürme çekeyim.
Atının dizginlerini köle gibi
omuzlarda taşıyayım.
Rüzgâr gibi kalkayım,
Tanrısal ruha benzeyen o kabrin başına konayım.
Orada toz parçası gibi
kalayım, toprağına karışayım.
325- Din uluları o amber
kokulu toprağı ıslatıp başlarına sürdükleri gibi benim toprağımı da nefis
kokular gibi saçlarına sürsünler.
***
Mahzen-i Esrar Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
***
Neler öğrendik:
1.
Tanrı’nın
insanlara acıyıp peygamber vasıtasıyla doğru yolu gösterdiğini öğrendik.
2.
Ruhlar âleminde
ilk peygamberin Hazreti Muhammed yaratılıp seçildiğini ve en son dünyaya
gönderildiğini öğrendik.
3.
Dünyada şahit
olacağımız tüm güzelliklerde Hazreti Muhammed’den bir iş, bir işaret
bulunduğunu öğrendik.
4.
Tanrı’dan bir şey
istenirken miktarın belli edilmesi gerektiğini öğrendik.
5.
İmana girmenin
ancak Tanrı’nın izin vermesiyle olduğunu, kişilerin isteği ve zorlamasıyla
olmadığını öğrendik.
6.
Burçların
insanlar üzerinde zamana göre uğursuzluk etkisini kaldıranın dini inançlar,
peygambere olan sevgi ve saygı ile olan bağlılıkla etkisiz hale geldiğini
öğrendik.
7.
Peygamberimizin
sözlerinde itiraz edilemeyecek kadar doğruluk, gerçeklik ve yaşamada
uygulanabilirlik olduğunu öğrendik.
İşte böyle yaren,
Tanrı emrine uymayan aşağıya itilir.
Kontrolü kaybedenin kişinin hem kendine hem de çevresini zarar verecek
hale gelir.
Şüpheye düşenin arayış peşine düşerek zorluklar çeker.
Gönlü daralan kişi sıkıntıya düşüp bir şeye sığınır.
Edepli davrananın başına dünya sıkıntıları bulaşmaz.
Dar bir alana mahkûm edilenin, çaresiz olanın
kurtulmak için kendisine uzatılan kurtuluş ipini görür.
Dünya yaşamının faydasız işlerinden uzaklaşanın iyi duruma geldiğini,
iyileştiğini ve düzeldiği görülür.
Sevdiğinin yüzünü ille de
göreceğim diye ısrar edenin büyük bedeller
ödemesi gerekir.
Dünyadan bir şey
elde etme peşinde olmayanın ilahi âlemle
birlikte yaşar, dünya saltanatı verilir.
*
RAVLİ