28 Şubat 2013 Perşembe

FİHİ MAFİH 56. fASIL

Buyurdu ki:
Nasıl, hatırın hoş mu?
Çünkü hatır (Anlama, bilme, unutmama kuvveti, fikir, keyif, hal, gönül) aziz (Saygıdeğer) bir şeydir, tuzak gibidir.

Av olması için tuzağın sağlam olması lazımdır.
Eğer hatır hoş olmazsa, tuzak yırtılmış ve bir işe yaramaz olur.

İşte bunun için bir kimse hakkında dostluk da düşmanlık da ifrat (Aşırı gitme, ileri varma) dereceye varmamalıdır.

Çünkü bu her ikisinden de tuzak yırtılır.
Mutedil (Ne az, ne çok, orta halde bulunan, yavaş, sert olmayan, işi ileri götürmemiş olan, münasip, uygun, biçimli) olmalıdır.

Bu dostluğu ifrata (Aşırı gitme, ileri varma) vardırmamak lazım geldiğini, Hak’tan gayrisi hakkında diyorum elbette.

Ulu Tanrı hakkında bir ifrat tasavvur (Düşünme, anlama, şekillendirme, göz önüne getirme, istek, arzu) olunmaz.

Sevgi ne kadar fazla olursa, o nispetle iyidir.
Çünkü Hakk’ın gayrısı için ifrat derecede olması, şu bakımdan mahzurludur (Sakınılması gereken):

Halk gök kubbenin esiridir.
Gök kubbe döner.

Binaen aleyh (Bundan dolayı) halkın durumu da döner değişir.
Dostluk varınca daima büyüklüğünü, saadetini ister.

Bu ise mümkün değildir.
İşte bu cihetten (Yönden) hatır perişan olur.

Düşmanlık da ifrat (Aşırı gitme, ileri varma) dereceye varınca, her zaman onun kötülüğünü, uğursuzluğunu ister.

Gök kubbe dönmektedir.
Böylece onun ahvali (Oluşlar, bulunuşlar, durumlar) de döner.

Bir zaman mesut, bir zaman bedbaht olur.
Bir insanın daima bedbaht olması da mümkün olmadığından, onu sevmeyen adamın rahatı kaçar.

Fakat Tanrı sevgisi bütün âlemlerden, kâfir, Yahudi, puta tapan, bütün insanlarda ve varlıklarda gizlidir.

Bir insan kendini var edeni nasıl sevmez?
Bu sevgi onda gizlidir.

Fakat birtakım engeller onun görünmesine manidir (Engel).
Engeller ortadan kalkınca, o sevgi açığa çıkar.

Yalnız varlıklar değil, yokluk bile, onları da var etmesi ümidi ile kaynaşmaktadır.

Yokluk da bir padişahın önüne dizilmiş olan dört insan gibidir.
Her biri beklemektedir ve her biri padişahın mansıbı (Makam, rütbe, derece, onur) kendisine ayrılmasını bekler.

Ve her biri öbüründen utanmıştır.
Çünkü birinin ümidi diğerinkine uymaz.

Onun için yokluklar, Tanrı’dan var olmayı ümit ettiklerinden sıralanmışlardır ve her biri :

“” Beni var et!
Diye hepsinden önce yaratılmak ister.
Bunlar Ulu Tanrı’dan istiyorlar.

Binaen aleyh (Bundan dolayı) birbirinden çekinirler.
İşte yokluklar böyle olursa, varlıklar nasıl olmalıdır?

Tanrıyı övmeyen (Tespih) hiçbir şey yoktur, fakat siz onların bunu nasıl yaptıklarınızı anlayamazsınız
(İsra suresi 44)

Sözüne hayret edilmez.
(Çünkü) Yok olmayan hiçbir şey yoktur ki O’nun hamd’ini (Tanrı’ya olan şükran duygularını-İyilik bilme- bildirme) tespih (Allah’ı kutsallaştırma) etmesin.

İşte esas bu gariptir.

ŞİİR:
Küfür ve iman her ikisi de senin yolunda:
“ O birdir, O’nun ortağı yoktur” diye koşarlar.

Bu evin temeli gaflettendir ve âlemdeki bütün cisimler, büyümesi de gafletle (Boş bulunma, dalgınlık, dikkatsizlik, ihtiyatsızlık, ihmal, endişesizlik) olmuştur.

Senin bu büyüyen cismin de gaflettendir ve gaflet küfürdür (Allah’a ve dine ait şeylere inanmama, dinsizlik, imansızlık, İslam dinine uymayan inanışlarda bulunma, nankörlük, örtme ve gizleme).

Küfür olmadan din olmaz.
Çünkü din, küfrü bırakmaktır.

O halde küfür olmalıdır ki insan onu terk edebilsin.
Binaen aleyh (Bundan dolayı) bunların ikisi aynı şeydir.

Çünkü bu onsuz, o da bunsuz olamaz.
Bu bakımdan parçalara ayrılmazlar.

Yaratanları (Halikleri) da birdir.
Eğer yaratanları bir olmasaydı, ayrılırlar, parçalanabilirlerdi.

Çünkü her biri bir parçayı yaratırdı.
Şu halde Tanrı, Yaratanlar bir olduğu için birdir, onun ortağı olamaz.

Dediler ki:
Seyyid Burhaneddin pek güzel konuşuyor ama söz arasında Senai’nin şiirlerini çok tekrarlıyor.

Seyyid buyurdu ki:
Onların söylediği şuna benzer:

Güneş iyidir amma nur veriyor, bu ayıbı var!
Senai’nin şiirini misal vermek, o sözü göstermektir.

Her şeyi güneş gösterir ve her şey güneşin ışığında görünür.
Güneşin nurundan maksat, bir şeyler göstermesidir.

Bu güneş işe yaramayan bir şeyler gösteriyor.
İşe yarayan şeyler gösteren bir güneş hakikaten güneş olur.

Bu hakikat güneşinin fer’i (İkinci derecede olan, asılla ilgili olmayan) ve mecazıdır (Hakikatin, gerçeğin zıddı olan).

Sizde aklı cüz’i (Parça) nispetinde bu gönül güneşinden bilgi nuru alınız.
Çünkü size mahsusattan (Gözle görünen şeyler) başka bir şey görünürse bilgimiz artar.

Her üstat dan (Bir ilim veya sanat alanında üstün olan kimse) ve dosttan bir şey anlamaya, öğrenmeye çalışınız.

O halde anlamış olduk ki bu suri (Görünürde olan, hakiki ve içten olmayan, gösterişten ibaret olan, gösterişlilik) güneşten başka bir güneş daha vardır.
Bununla gerçekler ve manalar keşfolunur.

Senin bu sığındığın ve memnun olduğun cüz’i (Parça) bilgi, o büyük bilginin fer’i(İkinci derecede olan, asılla ilgili olmayan)  ve ışığıdır.

Onlara uzak bir yerden bağırılıyor” (Ne söylendiğini anlamıyorlar)
(Fussilet suresi 44) buyrulduğu gibi.

Bu ışık seni o büyük bilgiye ve esas olan güneşe doğru çağırır.
Sen o ilmi kendine doğru çekiyorsun.

O diyor ki:
Ben buraya sığmam, sen oraya geç.
Benim buraya sığmam imkânsızdır, senin oraya gelmen ise çok güçtür.

Muhali (Olanaksız şey) yaratmak muhaldir (Olanaksızdır).
Fakat güç olanı yaratmak imkânsız değildir.

O halde bu her ne kadar güç ise de sen yine çalış ki büyük bilgiye ulaşasın ve onun buraya sığacağını ümit etme.
Bu muhaldir (Olanaksız).

Mesela zenginler Tanrı’nın zenginliğinden kuruş-kuruş, habbe-habbe (Tane-tane) toplarlar.
Bunu zenginlik nurundan zenginlik sıfatını kazanmaları için yaparlar.

Zenginlik nuru diyor ki:
Ben o zenginlik tarafından sizi çağırıyorum.
Niçin beni buraya çekiyorsunuz?

Buraya sığmam, siz bu tarafa doğru geliniz.

Hulasa (Özet) asl olan neticedir.
Neticesi övülmüş olsun!

Övülmüş netice, kökü o ruhani bahçede sabit bulunan, fer’leri (İkinci derecede olan, asılla ilgili olmayan), dalları ve meyveleri başka bir yerde asılmış ve meyveleri başka bir yere dökülmüş olan bir ağaç gibidir.

Sonunda meyveleri kökünün bulunduğu bahçeye götürürler.
Çünkü kökü oradadır.

Eğer aksine olursa, zahiren (Görünüşte) Suphanallah! (Allah’ı her türlü işaretlerden, kusur, ayıp ve eksikliklerden ve noksanlıklardan uzak olduğuna inanırım)

Ve Lâilahe illallah! (Tek ilah'tan başka kulluk edilecek başka bir ilah yoktur. O tek olan ilah da, şeriki olmayan yüce Allah'tır)

Deseler de kökü bu dünyada olduğundan, bütün meyvelerini buraya getirirler ve eğer her ikisi de o bağda olursa, nur üstüne nur olur

                               ***
FİHİ MAFİH MEVLANA HAZRETLERİ                        
Maarif basımevi 1954
Çeviren Meliha Ülker TARIKAHYA

                     ***
Neler öğrendik:

1.   Hatır sormanın ilgi ve sevgi belirtisi olarak gönül kazanmakta büyük önemi olduğunu, saygı kurallarına uyarak dostumuzu düşündüğümüzü zaman-zaman aklımıza getirdiğimizi, onu sevindirmek, memnun etmek, gönlümüzün ona karşı hoş düşüncede, sözde veya davranışta olduğunu, kötü bir amaç güdülmediğini anlatan nezaket sorusu sorarak küçük bir armağanla mutlu etmek olduğunu öğrendik.

2.   İnsanlar arasında olan dostlukların ve düşmanlıkların devamlı olmadığını, değişebileceğini öğrendik.

3.   Sevginin hatır sormayla güçlendiğini öğrendik.

4.   Dostluğu ve düşmanlığı ileri götürmemek, aşırı gitmemek, orta yollu sınırları koymak ve sınırları özenle korumak gerektiğini öğrendik.

5.   Tanrı sevgisinde sınır koymamak gerektiğini, Tanrı ile olan dostluğu ileri götürmemiz gerektiğini öğrendik.

6.   Dostluğu ve sevgiyi dünyalık varlıklarında göstereceğimiz zaman; Allah’ı dost ve sevgili bilerek O’nun yarattıklarına nasıl dostluk ve sevgi gösterdiğinin bilincinde ve farkında olarak göstermemiz gerektiğini öğrendik.

7.    Kâfirliği ve imanı bilip aynı mesafede görüp sonra kâfirlikten kurtulmamız gerektiğini öğrendik.

8.   Görünmeyen güneş olan, bilgisiyle yolu aydınlatan, gösteren güneşlerin olduğunu, böyle kişileri bulup yararlanmamı gerektiğini öğrendik.
 
İşte böyle yaren,

Her an yeni bir şeyler öğrenmemi ile karanlığa bir mum yakarı.
Yanan mum ne kadar çoğalırsa eşyayı olduğu gibi görme imkânına kavuşuruz.

Elimizdeki mumu Tanrı’ya yakın olmuş büyüklerin mumundan uyandırırsak (Yanan bir muma yanmayan mumun yaklaştırılarak yanmayan mumum da fitilini ateşlemek) o ışık nurlu ışıklar vereceğini bilmemiz ve görmemiz, faydalanmamız gerektiğini öğrendik, anladık.

Allah’ın bize gelmesini beklemek yerine bizim ona doğru gitmemiz gerektiğini öğrendik, anladık.

                              *
RAVLİ

Popüler Yayınlar