(ŞAİR OLMAK)
Söz dizilerek kafiye
tartanlar iki âlemin hazinesini (Dünya-ahret) sözle
açarlar.
460- Bâ- husus (En çok, hele) bu hazinenin bir anahtarı vardır ki, söz
erlerinin dilleri altındadır.
Söz terazisini ellerinde
tutanlar, nice pençeleri (Vahşi huylu saldırganları)
sözle yaralarlar.
Söz erlerini arş
bülbülleridir.
Başka nâ-dânlardan (Bilmez, terbiyesiz, kaba)
nasıl geri kalırlar?
Düşünce ateşiyle perişan
oldukları zaman meleklerin akraba ve dostları arasına karışırlar.
Söz erenleri birer sır
perdesidirler.
Peygamberlerin ışığından
birer gölgedir.
465- Tanrı katındaki safın
merkez noktasının ileri ve gerisine önce yalvaçlar (Peygamberler), sonra da
şairler dizilmiştir.
Bu iki gurubun gözleri bir
sevgilinin mahremidir (Sır söylenen kimseler).
Yalvaçlar (Peygamberler)
hakikatin özü, şairler de dış kabuğudur.
O sofra üzerindeki her taze
yemiş, bayağı bir yemiş değil, can âleminden koparılmıştır.
O, gönül dişiyle çiğnenen bir
düşünce, gül minkariyle (Lisan) ile yontulan bir can heykelidir.
Hikmet kaynağı olan söz
bilgisi (Şairlik) şu birkaç himmetsizin (Anlama gayreti
göstermeyenlerin) yüzünden, sudan daha aşağı oldu.
470- Bu halvette bir nimet
bulanın, bu cihada daha hoş bir sarayı vardır.
Söz ülkesinde diz çökmüş
olanlar, her eşiğe baş koymazlar.
Onlar dizlerinin ucunu
gönüllerine ayak yaparlar, iki cihan devletine kavuşurlar.
Öne eğilmiş başları
ayaklarına selam verir, ayaklarıyla başları halka gibi birleşir.
O halkayı kırmak isteyince
kıvrılmış olan boyları yeni bir ilham hamlesiyle tekrar doğrulur.
475- Zaman olur ki o iki
büklüm boylarıyla feleğin kulağına bin küpe takarlar.
Bazen bu firuze renkli
semanın, sihirbaz hokkasından tırnaklarıyla birçok yuvarlak çıkarırlar.
İlhamlarının atı şahlandığı
vakit, dudaklarını öpmek için insanın canı dudağına gelir.
O mercan dudaklar açılınca
sanki güneşin göğsünü parçalar, o ilham babasından çevik ve yakışıklı çocukları
andıran düzgün şiirler doğar.
480- Yuvarlak felek eski onun
hizmetine gelerek hizmetkârlık belasından kurtulur, şairin nefesi (Yavaşça başlayan ve gittikçe artan olumlu etki) canlarına
merhem olur, sözleri dillere mühür vurur, bu söz nakşını işleyen şairin
sözlerine, üstat sözü damgasını vururlar.
Ona söz büyüsünün Müşteri
yıldızı diyeyim, onu Hârût’un sihrini bozan Zühre yıldızı bileyim.
( Müşteri yıldızı (Jüpiter):
Müşterinin tabiatı
ılımlı bir sıcaklık ve nemliliktir.Bu sebepten ona saadet adı verilmiştir.
Bu akıl ve iffet,
güzel ve manalı konuşma hususunda çalışma, çabalama ve gayreti tespit
edilmiştir.
Eğer ana rahmine
düşen çocuklara bu yıldızın şansı rastlarsa Allah’ın emriyle bunun, tertemiz
tabiatı ve güzel özellikleri onlara geçer.
Saydığımız huy ve
ahlakta olurlar.
Şansları
müşterinin ki olur.
“Mesut, ana
rahminde saadete erene derler” ata sözüne göre dünyaya mutlu olarak doğarlar.)
( Zühre yıldızı (Çoban yıldızı,
Kervankıran, Venüs):
Zühre yıldızının
tabiatı, soğuk ve nemliliği ılımlı olup, geceli dişi bulunmakla ona küçük mutlu
adı verilmiştir.
Bu yıldıza bakanın
kalbine sevinç geldiği tecrübe ile anlaşılmıştır.
Bu yıldızın
özellikleri:
Yumuşak ve sevimli,
incelik ve zarafet, neşeli ve istekli, oynak ve şarkıcı, birleşme ve tebrik
etme ve güzel huylu bulunmuştur.
Bu yıldızın şanına
düşen varlıkların, aynı özellikleri taşıdıkları görülmüştür.)
( Hârût:
Arkadaşı Mârût ile
ün almış iki sihir perisi olup, büyü ve sihir ile uğraştıklarından kıyamete kadar
kalmak üzere Babil’de bir kuyuya hapsedilmişlerdir.Sihir yaparlar.)
Bu kitap akıcı bir ahenk tutmuştur.
Şiir sofrasını şuursuz
sarhoşlardan kurtarmıştır.
485- Benim fikrimce bu kitap
sözü tam yerinden getirir, ifadeyi söz güzelliği ile süsler, gönül meyvesi bir
can pahasına verilirken, nasıl olur da ekmek bir su bahasına (Kıymet, bedel, değer) satılır?
Ey felek, bu beli kemerli
insanlar (Hizmet için kendine görev veren) senin
elinden nasıl kurtulur?
İş elden ayağa düştü, bari
sözün ayağından bu düğümü çöz, bu söz sarrafları hiçbir işe yaramazlar, çünkü
bu sanatın eserlerini altınla değiştirirler.
490- Gün gibi parlak
nüktelerini (Herkesin anlayamayacağı ince manalar)
altınla değiştiren, güneşi verir, taşı alır.
Şüphe yok ki kendilerini daha
yüksek sayanlar, ne kadar yükselmiş olsalar, yine pek aşağıdadırlar.
Sultanın altınlarından baş
çevirenler ise, nihayet demir lokmalarının artığını tadarlar (Aşağı kişilerin
artıkları, yani sultanların beğenmeyeceği işler yaparlar.).
Fakat cıva gibi altın gamı
çekmemiş olanlar, saf ve halis kaldılar, Sancar’ın kılıcını ( Davut Aleyhisselamın kendi eliyle yaptığı, diğer
peygamberlerin ve sultanların taşıdığı, düşmanı ile savaştıkları kılıç, halen
Topkapı müzesi kutsal emanetlerde sergilenmekte) yemediler.
Vefa (Verilen sözün yerine getirilmesi) bile olsa, sana verilmedikçe
alma.
Senden bir şey sorulmadıkça dua
bile olsa söyleme.(Sorumlu oldukların söyle, dışta kalanlara söyleme)
495- Mademki sözün bal oldu,
ucuz satma…….
Söz balını sineklere saçma……
Şair olmak için gerekli
yetkiyi elde etmedikçe sakın şairliğe yeltenme.
Usul ve kaideye uygun şiir
söyleyince Cevza burcu (İkizler burcu) senin kemerinde ışık alır.
(Cevza burcu: İkizler burcu olup, kuzey yarım kürede görünen iki parlak
yıldızlı bir burç olup güneş, mayıs ayında bu burca girer
Ayni anda birkaç
işi birden yapabilirler.
Onların adapte
olamayacakları iş yoktur.)
Şiir, sana yüce mevkilerde
oturmak şerefini, manalar ülkesinin sultanlığını verir.
Sana emirlik nam ve şerefini
kazandırır.
Nasıl ki; “Şairler söz
emiridir” demişlerdir.
500- Söz kuvvetiyle feleği
elde edinceye kadar felek gibi daima hareket halinde ol.
Mum gibi başın önünde mahcup
görün.
Gündüz mütevazı (Alçak gönüllü, gösterişsiz, kibirsiz), gece uyanık ol.
Düşüncenin hızı artınca
çarhın (Dönüşün) hırçın yürüyüşü gevşemeye
başlar.
Bu perdede görünen hayalleri
beğenmezsen sana ondan daha iyisini gösterirler.
Eline cevahir (Cevherler, kıymetli taşlar, elmaslar) fazla öğünme,
ruhunda ondan daha değerli meziyetler (Üstün özellikler)
ara.
505- Sözü biraz ihtiyatla (İlerisini
görerek davranma, sakınma, tedbirli, yedeğe alma) beğenmelisin ki yüksek
fikirlerden nasip (Pay, hisse edinebilme) alabilesin.
Bu yolun başına bayrak
dikenler, güneşi top, ayı çevğan (Topa vurulan uç
tarafı eğri sopa) yaparlar.
Onlar, bir an acele
etmezlerse de bir nefes bile yürüyüşlerdeki sürati azaltmazlar.
Onların düşünce alanındaki
hızları artınca feleklere (Yıldızlara) kadar
yükselirler, fakat yine edeplerini takınırlar.
Cebrail’in kanatlarından at,
İsrafil’in tüylerinden yelpaze yaparlar.
510- Bu mahsulleri kimsenin
ayağının altında çiğnetme.
Bu sırdan kimseye bir ipucu
verme.
Her kuş incir yiyebilseydi,
incir kabukları bomboş kalırdı.
Ben ki bu şivede başarılı
olarak geldim, pek az yetişenlerden olduğum için görülmeye değer bir şairim.
Şiir bana bir tapınak yaptı,
şairlik de beni şarap ve kebap sofrasından kurtardı.
Zahit (Dinin kurallarını titizlikle yerine getiren), rahip (kendini dine adamış) hep benim tarafıma koştular.
Hırkalarını (Ait olmayı gösteren elbise), zünnarlarını (Hizmet kuşağını) attılar.
515- Henüz kırmızı gül goncası
gibiyim, kuzey rüzgârlarını bekliyorum.
Taze nüktelerimi (Herkesin anlayamayacağı ince mana) bir kere
açıklarsam, sesimi kıyamet Sûru gibi çınlatırım.
Eskiden, yeniden her ne varsa
benim gibi cadı sözlü şaire fitne (Arabozucu)
olurlar.
Sanatım cadıların sabrını
tüketir, sihrim melekleri aldatan bir büyü olur.
Benim Babil’im, Hârut’u yakan
“Gence” dir.
Benim Zühre’m yıldızların
hatırını parlatır.
520- Bu dairede dolaşan Zühre
Mizan burcuna (Mutluluğa, uğurluluğa) erişmiştir.
Şüphe yok ki onun dili ruh âleminin lisanıdır.
Benim “Sihri helal” sanatım
ise seher nimetidir.
(Tanrı’nın
yasaklamadığı sihrin güzel sonuçları)
Hârut’un nüshasını bozmuş (Sihrini iptal etmiş), benim gölgemden ibaret olan
Nizami’nin teni, benim sihri helalimle canlanmıştır.
***
Mahzen-i Esrar Nizami
M.E. B. Şark İslam klasikleri 13
***
Neler öğrendik:
1.
Söz ustası
olanların vahşi tabiatlı olan kişileri sözle yaralayacak donanımda olduklarını
öğrendik.
2.
Düşüncede ileri
varanların meleklerle yakınlık kurduğunu, sırlara sahip olduğunu, Peygamber
efendimizin ışığından yararlanıp ışığı yansıttıklarını öğrendik.
3.
Peygamberlerin
hakikatin özü içinde olduklarını hemen onlara bitişik dışta olanların şairler
olduğunu öğrendik.
4.
Gönülde
hazmedilen düşüncenin kontrol edilerek söz haline getirilmesine şairlik
dendiğini öğrendik.
5.
İlham olmadan,
her sözü yan yana getirip kafiye yapanın şair olamayacağını öğrendik.
6.
İlhamın gönülde
oluşturduğu sevinçle, uğurlu sözler yardımıyla ve ifade güzelliği ile süsleyip
söylenebileceğini öğrendik.
7.
İnce manaya ulaşanların yıldızların fena
tesirinde kurtulup iyi ve güzel huylarıyla kendilerini süsleyerek sözler söylediğini
öğrendik.
8.
Mal veya para
kazancı amacında veya makam elde etmek amacı güdenlerin ne kadar yükselseler de
aşağıda kalacaklarını öğrendik.
9.
Sözün çok
kıymetli olduğunu, ilham yoluyla bize verilmedikçe başkalarının sözünü
almamamız, taklit etmememiz, sorulmadıkça da o değerli sözü söylememiz
gerektiğini öğrendik.
10.
Güzel sözlerin
hayalinde olanlara önceleri parlak boncuklar vererek bu cevher olan öz söz
arayışında geri dönmelerinin sağlanmaya çalışıldığını, daha güzel ve kaliteli
öz ve sözün saklandığını, istekliye kolayca verilmediğini öğrendik.
11.
Düşünce alanında çevik, hızlı süratli, kıvrak
hareketler artınca yükselişin olacağını, yıldızların üstüne çıkılacağını
öğrendik.
12.
Şairlik hayalinin
fena alışkanlıklardan kurtaracağını öğrendik.
13.
Şiirin helal büyü
etkisi yaptığını, insanları doğru yola girmelerini, yollarını aydınlattığını,
ne yaptığının bilincinde olmasını sağladığını öğrendik.
İşte böyle yaren,
Şairliğin kolay olmadığını,
her harfin, her kelimenin, her cümlenin mana ile yüklü olduğunu, okuyanın gönlünün
derinliklerine işlediğini ve kişinin ruhsal yapısını değiştirecek güçte
olduğunu öğrendik.
Halkın duymak istediğini
söyleyen veya ifade edilemeyen duyguları düzenleyip söz haline getirene de şair
derler ama onlara ozan demelisin, çünkü şairlik Mehmet Akif’e, Nizami’ye
yakışır tanımlamadır.
*
RAVLİ